Geleneksel minyatür ve tezhip sanatlarını çağdaş öğelerle bir araya getirerek özgün hikâyeler anlatan Murat Palta, x-ist’teki üçüncü kişisel sergisinde eğlence kavramına eleştiri getirmeden eğiliyor. Adını Stanley Kubrick’in The Shining filminden alan “All Work and No Play” sergisi, 19 Ekim’e kadar ziyarete açık olacak. Murat Palta’nın işlerine bakıp yalnızca geleneksel sanatlara çağdaş bir yorum getirdiğini söylemek haksızlık olur. Sanatçı, eskiyle yeniyi bir araya getirmekle kalmıyor, seyircilere başka hikâyeler anlatıyor. Örneğin minyatürle tasvir edilmiş bir Şirinler köyünde 1960’lı yılların hippi’lerini ve Gargamel’in kontrolcü bakışları altında “özgür” cinselliklerinin tadını çıkaran çiçek çocuklarını görebilirsiniz. Ya da Osmanlıvari bir şenlik ortamında “Post-truth” tüneline doğru giren ve başına geleceklerden bihaber gençleri gözlemleyebilirsiniz. İşlerinde “Element of Surprise”ı hiç eksik etmeyen Murat Palta’nın yeni sergisinde, izleyiciler yine bilmece çözer gibi dakikalarca eserlerin önünde zaman geçiriyor ve her bakışta yeni detaylar keşfediyor. 5 Eylül’de x-ist’te gerçekleşen açılış sonrasında Murat Palta’yla bir araya geldik.
Sergiyi ziyaret edenlerin en çok merak ettiği şeylerden birinin tekniğin olduğunu biliyorum. Bize kullandığın tekniklerden biraz bahsedebilir misin? Örneğin; “Smurfs” gibi son hali dijital olan bir iş, hangi aşamalardan geçiyor?
Kağıt üzerinde kendi doku bankamı oluşturuyorum. Farklı desenleri, farklı fırça izlerini, çizgileri, organik bir görünüm sağlamak adına dijitalde düzenlemek üzere bir araya getirip kendi kolajımı oluşturuyorum. Eğer geleneksele modern bir yorum yapacaksak kullandığımız medyumun da mesaja katkısı olması lazım. Fakat tabii kullandığım teknikler çalışmaya göre değişebiliyor. Kağıt üzerinde başlayıp biten ya da bütünüyle dijital süreçten geçen çalışmalarım da var.
x-ist’teki ilk serginde Dünya ve Türk sinemasından kült film sahnelerini, ikinci serginde mitolojide insan, canavar ve Tanrıların tasvir biçimlerini ele almıştın. Son sergindeyse yönünü eğlence kültürüne çeviriyorsun. Yapıtlarında işlemek istediğin konuları nasıl seçiyorsun?
Anlatmak istediğim konuyla minyatür dilinin ifade biçimi arasında bir bağ bulunmalı. Mesela eğlence anlayışının Osmanlı minyatürlerinde karşılığı nedir? Surnamelerde geçen şenlikler. Bu bağ kurulduktan sonra kendi hikâyemi anlatabiliyorum.
Özellikle eğlence sektörü dediğimiz kısım, şu dönemde bunalım yaşayan jenerasyon için bir kaçış noktası. Dolayısıyla artık alt kültürden ayrılıp, kültürün bizzat içinde yer alıyor.
“Eğlence kültürü” çok geniş bir başlık aslında. Eğlence dediğimiz zaman aklımıza ilk olarak boş zamanlarımızı dolduran bilgisayar oyunları geliyor ama aslında müzikten sinemaya, hatta resme kadar pek çok sanat da bu şemsiye altına girebilir. Senin eğlence kavramını öğrenebilir miyiz? Eğlence sana ne ifade ediyor? Sen bunları hangi noktada bir araya getirdin?
Bütünüyle. Bu şekilde de muğlak olduğunun farkındayım ama maalesef “entertainment” kelimesinin tatmin edici bir Türkçe karşılığı yok. O yüzden boş zamanlarımızda vakit harcadığımız etkinliklerden tutun sektörün kendisine kadar kapsayan bir eğlence anlayışından bahsediyoruz. Özellikle eğlence sektörü dediğimiz kısım, şu dönemde bunalım yaşayan jenerasyon için bir kaçış noktası. Dolayısıyla artık alt kültürden ayrılıp, kültürün bizzat içinde yer alıyor.
İşlerinde sıkça rastladığımız oyun kültürü hayatlarımıza ne katıyor sence ve de neler götürüyor?
En başta, çok göz ardı edilen bir şeyden bahsediyoruz. Mesela bilgisayar oyunlarının bize getirip bizden götürdüklerini konuştuğumuzda duyduğumuz ilk eleştiri, bu oyunların gençleri şiddete yönlendirdiği hakkında oluyor. Oysa ki doğru olmamasını geçtim, bununla ilgili en büyük problemler de göz ardı ediliyor. Bu problemlerden biri oyun şirketlerinin daha büyük bir sektör haline dönüşüp lootbox ile kumara yönlendirmeleri. Bu konu şu anda AB’de tartışılıyor. Fakat bununla birlikte bu oyun şirketleri artık eğlence ürünleri üreticileri arasında en büyük kar payına sahip ki, film ve müziği de “entertainment” sektörüne dahil ettiğimizde ne kadar büyük hasılatlar yaptıklarını anlayabiliriz. Böyle bir şeyden bahsediyorken oyunları sadece zaman öldürme aracı olarak görmek anlamsızlaşıyor.
Bu sergideki işlerinde çok güncel öğelerin yanı sıra Looney Tunes karakterleri ya da 90’larda çocuk olanların hatırlayacağı atari oyunlarından grafikler de yer alıyor. Bunları gördüğümde nostaljiye kapıldığımı söylemeliyim. İşleri üretirken amacın bu muydu? Bir zamanların “yeni ve güncel” olan şeylerinin bugün artık gelenekselleştiğini söyleyebilir miyiz?
“Klasikleşme” daha doğru bir tabir olur. Bu öğeler kültürel kodlar arasına kendilerini kazımış durumdalar fakat bu, nostalji adına yapılmış bir şey değil. Bu karakterlerle büyüyen biri olarak eğlenceyi en doğru bu şekilde anlatabilirim. Sonuçta kimliğimin bir parçası. Baktığımızda minyatür sanatı yaş olarak daha büyük kitleleri ilgilendirir, değil mi? Normalde genç olanlar bunu pek anlamaz fakat benim yaptığım işlerde yaşıtlarım minyatürleri yaşça büyüklere göre daha rahat okuyor. Geleneksel sanatın kendi içinde kuşak çatışmasını barındırıyor. Mesele de bu.
Sosyal medya zaman zaman beni çok öfkelendirebiliyor. Çevre kirliliği hakkında Birleşmiş Milletler’de konuşma yapan 16 yaşındaki bir kızdan bahsediyoruz. Böyle bir şeye kim öfkelenebilir, değil mi? Ama çıkıyor işte. Dünyanın bir yanında böyle bir insanın yaşamını sürdürdüğünü öğreniyorsun.
Eserlerde sosyal medya mecralarına da atıfta bulunuyorsun. Örneğin, “Fun Fair” eserinde kuyuya doğru seslenen kişinin söyledikleri Twitter kuşları olarak kuyudan dışarı çıkıyor. Senin sosyal medyayla ilişkin nasıl? Twitter’da aktif olduğunu biliyorum, bir gözlemci olarak söylemek istediklerin var mı?
Sosyal medya zaman zaman beni çok öfkelendirebiliyor. Çevre kirliliği hakkında Birleşmiş Milletler’de konuşma yapan 16 yaşındaki bir kızdan bahsediyoruz. Böyle bir şeye kim öfkelenebilir, değil mi? Ama çıkıyor işte. Dünyanın bir yanında böyle bir insanın yaşamını sürdürdüğünü öğreniyorsun. Ama öte yandan bunun haberini de ilk olarak aynı mecradan öğreniyorum. Demek ki burası dev bir kahvehane. Muhabbetini daha iyi kurabileceğin, ilgini daha çok çeken insanların masasına gidip oturuyorsun. Sosyal medya böyle bir şey benim için.
Önceki sergilerinde ağırlıklı olarak var olan bir sahnenin (Örneğin filmden kült bir sahne) tasviri vardı, sanki giderek betimlemeden hikaye anlatıcılığına doğru giden bir seyir var, değil mi? Bu, tekrardan kaçınmak için yaptığın bir şey mi?
Genel olarak Doğu-Batı sentezi ve geleneksel-modern harmanı ile ilgili anlatmak istediğim şeyi zaten ilk minyatürlerimde anlattım. Fakat az önce de söylediğim gibi, bunlar benim kimliğimi oluşturan şeyler. O halde aynı yaklaşımla başka konuları neden anlatamayayım? Konuyu anlatırken öncelikli amacım ilgi uyandırmak. Minyatür içinde Super Mario düşünün. İzleyiciyi böyle kendime çağırıyorum. Sonra izleyici ona yaklaştığında diğer detayları görüyor ve ardından konuyu anlamaya başlıyor. Günün sonunda Super Mario’nun orada başrol değil de hikayenin yan kahramanlarından biri olduğunu fark ediyor. Yani büyük resmi görüyorlar.