Meldâ Kaptana’nın Ardından…

/

1927’de Kocamustafapaşa’da doğdu. İstanbul Kız Lisesi’nin ardından İstanbul Üniversitesi Fransız Filolojisini bitirdikten sonra Fransızcasını ilerletmek üzere Paris’e gitti. Avrupa sanatını yakından inceleme fırsatı yakaladığı bu şehirde ileride Türk resminin mihenk taşlarını oluşturacak sanatçılarla dostluklar kurdu. Kimilerini İstanbul’dan tanıdığı bu isimlerin arasında İlhan Koman da vardı. İlhan Koman’la 1951’de Paris’te evlendi. Bir oğlu oldu. Bir süre sonra eşinden ayrıldı ve New York’a taşındı. New York’ta Amerikan sanatını takip etti. İstanbul’a dönünce “Urba” isimli bir atölye kurdu. Atölye; sonra “Butik Meldâ”ya, ardından “Meldâ Kaptana Sanat Galerisi”ne dönüştü.

Cumhuriyet’in ilk yıllarından itibaren Türkiye’nin çeşitli görünümlerine tanıklık eden Melda Kaptana, profesyonel sanat piyasasının inşasında kilit isimlerdendi.Sanat piyasasını yönlendiren veZeynep Oral’ın deyişiyle “modern müze” işlevi gören sanat galerisiyle özel galericiliğin emekleme dönemini sürdüğü yetmişli yıllarda toplumun estetik bilincinin gelişimini olumlu etkilemişti. Anılarını Ben Bir Bizans Bahçesinde Büyüdümismiyle kaleme aldı. Galeristler: Yetmişli Yılların Sanat Ortamı’ndaysa yetmişli yılların sanat anlayışını, sanatsever-sanatçı ilişkilerini, sanata bakış açısını belgesel tadında yansıttı. İki kitabını da yetmiş beş yaşından sonra yazdı.

Ben Bir Bizans Bahçesinde Büyüdüm’ün ilk baskısı 2003’te Yapı Kredi Yayınları’nca yayımlandı. Kocamustafapaşa, Paris, New York, Nişantaşı ekseninde geçen bu anılarda, sanat ve dostlukla örülü yaşam çizgisinin izi sürülürken yetmişli yılların Türk sanatını üreten isimler de izleniyor. İlhan Koman Vakfı ile Kanat Kitap tarafından yayımlanan Galeristler:Yetmişli Yılların Sanat Ortamı,Bizans Bahçesi’nden farklı, tamamen belgesel tadında kurgulanmış. Eleştirmenlerin, sanat camiasının ve okurların, özellikle galeri dönemini daha ayrıntılı anlatmasını istemeleri sonucunda oluşan belgesel kitabın önsözünde, Meldâ Kaptana şöyle der:

 

“Yetmişli yıllar diye bahsettiğimiz dönemin sanat anlayışını, sanatsever-sanatçı ilişkilerini, sanata bakış açısını yansıtan bir belgesel gerekiyordu. Sadece kendi gördüklerimi yazmak eksik olacaktı. Unuttuklarımı anımsatan dostlarımın anekdotlarıyla devam etmek daha düzgün ve gerçekçiydi. Bütün galeriyi tanıyanlardan anılarını yazmalarını istemeyi düşündüm.”

 

Galeristler: Yetmişlerin Sanat Ortamı’nda, bu amaç doğrultusunda, kitap olarak basılan bir karma sergiye de imza atılmış. Söz konusu belgeselde, Türkiye’nin sanat atmosferini oluşturan Mübin Orhon, Orhan Peker, Fikret Ürgüp, Cemil Eren, Yahşi Baraz, Melike Şasa, Adalet Cimcoz, Gaye Baykal Kazancıgil, Salih Acar, Remo Gastaldi, Bülent Erbaşar, Burhan Uygur, Erdal Alantar, Candeğer Furtun, Bedri Rahmi Eyüboğlu, Burhan Temel, Eşref Üren, Can Göknil, Duygu Omağ, Sitare Ağaoğlu, Devrim Erbil, Gülsün Erbil, Binay Kaya, Eren Eyüboğlu, Sezer Tansuğ, Tülin Öztürk, Mehmet Güleryüz, Turan Erol, Cihat Burak, Berna Türemen, Balkan Naci İslimyeli, Oya Katoğlu, İlhan Koman; yazıları, mektupları ve resimleriyle yer almış.

Meldâ Kaptana’nın anılanisimlerle olan dostluğu Akademi’den Sorbonne’a uzanan öğrencilik yıllarına dayanıyordu aslında. Onun için Sorbonne Üniversitesi’nde okuduğu Paris yılları; köklü dostlukların, rafine sanat anlayışının biçimlendiği, geliştiği zamanlardı. Devir, savaş sonrasının Paris’iydi. Sanatın iyi anlamda harekete geçtiği, insanların kültürle sıkıntısız bir biçimde yeniden buluştuğu dönemlerdi. Meldâ Kaptana’nın yanı sıra Akademi, Edebiyat ve Hukuk çevresinden pek çok Türk; eğitim için Paris’e adeta akın etmişti. Kimi devlet bursuyla kimi de kendi imkânlarıyla okumaya gelen bu öğrenciler arasında Abidin Dino’dan Avni Arbaş’a, Fikret Mualla’dan Mübin Orhon’a, Can Yücel’e pek çok isim vardı. İlhan Koman da Paris’e okumaya gelen burslu Türk öğrencilerden biriydi.

Anılan isimlerden bazılarıyla dostlukları, daha Edebiyat Fakültesi’ndeyken başlamıştı; Orhan Peker, Bedri Rahmi, Edip Hakkı Köseoğlu İstanbul’dan tanıştığı arkadaşlarıydı; arkadaşlarının sanatçı kimliklerinin hemen hemen her evresini inceden inceye tanıması, Melda Kaptana Sanat Galerisi’nde, aynı isimlerin sergilerinin kavramsal çerçevelerini farklı bir bilinçle oluşturmasını sağlayacaktı.

İstanbul’da 1940’ların sanat öğrencileri konusunda küçük bir parantez açarsak; edebiyatla plastik sanat öğrencilerinin son derece yakın bir dirsek teması içinde olduklarına şahit oluruz. O yıllarda; İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi, Fındıklı’daki Güzel Sanatlar Akademisi’nin yanındaki binadaydı. Böylece; ileride yazı ve çizgi erbabı olacak kişiler, bir araya gelerek, birbirlerinin sanatlarından etkilenmiş, bir “muhit” oluşturmuştu. Orhan Peker’den İlhan Koman’a, Dündar Elbruz’dan Şara Sayın’a ileride ün sahibi olacak pek çok isim Akademi-Edebiyat Fakültesi ortamında öğrenciydi. Bedri Rahmi öğretim görevlisiydi, Yaşar Kemal ve Sait Faik de aynı muhitteydi; onlar eğitim kadrosu içinde değildi, ancak Akademi-Edebiyat Fakültesi ortamına ara sıra katılırlardı. Burada gelişen dostluklar, sonraki yıllarda Paris’te iyice perçinlenmişti.

 

Paris yılları, Meldâ Kaptana’ya, İlhan Koman’ın sanatının Paris evresini yakından gözlemleme olanağı vermişti. Sanat Dünyamız dergisinde o dönemden şöyle bahseder Kaptana:

 

“İlhan Koman’ın Paris’e gelişinin ikinci yılıydı. Rue de la Grande Chaumiere’deki atölyesinde alçı, bakır levhalar ve çivilerle soyut heykeller yapıyordu tanıdığımda. O yıllarda Picasso’yu önemsiyor ve belki de biraz bundan esinlenerek değişik malzemelerle çalışıyordu. İlk sergisini Rive Gauche’ta Galeri 8’de görmüştüm. (….) Paris’ten 1951 Ağustosu’nda ayrılırken, çekingenliği sebebiyle bizzat ben götürmüştüm Denise Rene Galerisi’ne bazı taş heykellerini. Onları galeride muhafaza edecek ve karma sergilere koyacaklardı ileride.”

 

“Ben Bir Bizans Bahçesinde Büyüdüm”de aynı dönemle ilgili ayrıca şöyle söz eder:

 

(….) İlhan o sıralarda taşlarla çalışıyordu. Beraber şehir dışına çıkıp büyük taşlar toplardık. O güzel taşlardan biri benim başucumda. Onları zımparalamasına sıra geldiğinde yardım ederdim ara sıra. Atölyesini kısa bir süre için sonradan ünlenen dostumuz Edgar Pilet kullanmıştı. İlhan’la dostlukları ilerlemiş, o günlerde aynı grupta olan Andre Breton, Victor Vasarely ve ismini hatırlayamadığım başka önemli sanatçılarla dostluk kurmaya başlamıştı. Vasarely’nin o yıllar siyah beyaz dönemiydi Resimlerine optik hareketlilik ve üçüncü buutu Paris’te artık kendini tanıtmaya başlamıştı İlhan o günlerde. O sıralarda çok önemsenen heykeltıraş Jacobsen’in bir dersine misafir olarak davet edilmişti. Jacobsen talebelerine İlhan’ın taş çalışmalarını göstererek ‘İşte, sanat eseri (oeuvre d’art) bu’ diye onun heykellerini övmüştü.”    

Meldâ Kaptana; New York’ta da tıpkı Paris’te olduğu gibi eğitimli bir Türk topluluğuyla karşılaştı. Talat-Seniha Halman, Tunç Yalman, Fatma Mansur Coşar, Yıldız Kenter ve daha pek çok kişi New York’ta bir araya gelmişti. Seniha Halman, Birleşmiş Milletlerde Türkçe program yapmaktaydı. Meldâ Kaptana da bazen bu programlara konuşmacı olarak katılırdı. Kaptana, New York’ta oğluyla birlikte beş yıl kaldı; bu süre içinde estetik anlayışını geliştirdi. Amerikan sanatını daha yakından tanıma olanağı buldu. Dönemin sanatının iyi örneklerini yakından takip etti; yalnızca resim sanatını değil, klasik müziğin, cazın, tiyatronun, müzikallerin en iyilerini izledi. Babasının rahatsızlığı nedeniyle İstanbul’a döndü.

Meldâ Kaptana Sanat Galerisi; Kaptana’nın sanat sevgisi, sanatçı arkadaşlarının ısrarı ve Türk resim ortamında sanatçıları kucaklayan bir özel resim galerisine duyulan ihtiyaç sonucu, 30 Ocak 1971’de, karma bir sergiyle kapılarını sanatseverlere açmıştı.

Urba Atölyesi, Butik Meldâ ve Meldâ Kaptana Sanat Galerisi

İstanbul, ona kapılarını tüm zenginlikleriyle yeniden açmıştı. Ailesine, arkadaşlarına kavuşmak; uzun yıllar ayrı kaldığı İstanbul’un kültür-sanat ortamıyla yeniden buluşmak iyi gelmişti. Urba Atölyesi’nden sonra modaevini Butik Meldâ ismiyle Nişantaşı’na taşıdı ve bir süre sonra modaevini sanat galerisine dönüştürdü (1971). Galerinin ismi Muhsin Ertuğrul’un önerisiyle “Meldâ Kaptana Sanat Galerisi” oldu.

Yetmişli yılların başlarında İstanbul’daki özel resim galericiliği daha başlangıç aşamasındaydı. Adalet Cimcoz’un ünlü Maya Sanat Galerisi kapanmıştı. Tek tük varlık gösteren birkaç özel galeriyle birlikte Meldâ Kaptana Sanat Galerisi; İstanbul’un resim ortamındaki büyük boşluğu doldurdu, kaliteli ve özgün kimliğiyle İstanbul’da Nişantaşı Emlak Caddesi’nde altı yıl sürecek varlığını başlattı.

70’ler; 40’lı ve 50’li yıllarda Paris’te eğitim görmüş pek çok sanatçının da ülkeye kesin dönüş yaptığı yıllardı. Daha önceden İstanbul’a dönenlerin de resimlerini sergileyecekleri özel galeriler son derece kısıtlıydı. Paris’te yaşayan Mübin Orhon, Türkiye’deki ilk sergisini 1967’de, Butik Meldâ’da, yani Meldâ Kaptana’nın butiğini daha sanat galerisine dönüştürmediği dönemde açtı. Butiğini sanat galerisine dönüştürmeden önce de Meldâ Kaptana, arkadaşlarının veya değerli bulduğu ressamların eserlerini dikiş atölyesinin duvarlarında sergiliyordu.

 

Meldâ Kaptana Sanat Galerisi; Kaptana’nın sanat sevgisi, sanatçı arkadaşlarının ısrarı ve Türk resim ortamında sanatçıları kucaklayan bir özel resim galerisine duyulan ihtiyaç sonucu, 30 Ocak 1971’de, karma bir sergiyle kapılarını sanatseverlere açmıştı. Bu ilk karma sergiye katılan sanatçılar: Avni Arbaş, Ferruh Başağa, Aliye Berger, Cihat Burak, Nevin Çokay, Bedri Rahmi Eyüboğlu, Candeğer Furtun, Füreya, Atilla Galatalı, Nasip İyem, Nuri İyem, Jülide Ayfer Karamani, Sabit Karamani, Filiz Özgüven, Rasin, Tiraje, Tangül, Ömer Uluç, Gürdal, Erdoğan Esen, İlhan Koman’dı.

 

Özel bir resim galerisinin halkın sanat eğitiminde ne derece etkili olduğunu Melda Kaptana,Galeristler: Yetmişli Yılların Sanat Ortamı’nda şöyle anlatır:

 

“Galerinin açılışından sonra bir süre çevredekilerin bazıları Butik’in neye dönüştüğünü anlayamamıştı. Sanatla pek ilgisi olmayan bir hanımın kapıyı açıp başını içeriye uzatarak ‘Affedersiniz, burada ne satılıyor,’ dediğini hatırlıyorum, bazıları için bomboş bir dükkân görüntüsü veriyordu! Böylelikle galeri; semti ve yeri, sokağa açılan kapısıyla halka açık bir galeri oldu. Bir galeriden resim alıp gerçek bir tabloyu duvarına asmak oldukça az görülen bir davranıştı. Reprodüksiyonlar bile çok az yerde satılıyordu. Zannederim, 1960’larda Beyoğlu’nda Ziyad Ebüzziya’nın açtığı büyük kitapçıda satılmaya başlamıştı. Sevgili Eren Eyüboğlu bana ‘her şeyin modası oluyor, haydi Nişantaşı’nda resim alışverişi modasını da sen çıkar,’ demişti. O yıllarda Nişantaşı’nda hanımlar gerçekten de modayı sıkı takip ediyorlardı. Adeta bir örnek giyinip aynı saç modelini yaptırmaktan hoşlanıyorlardı. Galerinin önünden geçen devetüyü mantolu, krepe sarı saçlı hanımları birbirine karıştırmak mümkündü. Kısa süre sonra Eren’in düşündüğünü başlatabilmişti bizim galeri.”               

 

Melda Kaptana Sanat Galerisi kısa sürede büyük başarı kazandı. Süreli sergilerin yanı sıra galerinin bir bölümü sürekli sergilere ayrıldı. Mustafa Pilevneli; Ben Bir Bizans Bahçesinde Büyüdüm’de Meldâ Kaptana ve Galeri’yle ilgili şöyle der:

 

İlginizi çekebilir:  A’dan Z’ye Modern Mimari

Meldâ Kaptana’yı öğrencilik yıllarımdan tanıyorum. 1957’de, Tatbiki’de öğrencilik hayatına başladığımda, okul dışında ya yan taraftaki Resim Heykel’e ya da İstanbul’un resim galerilerine giderdik. Aslında o yıllarda galericilik pek yok gibiydi; Atlas Pasajı’nın karşısındaki Devlet Güzel Sanatlar Galerisi ve yine Beyoğlu’nda Adalet Cimcoz’un Maya Sanat Galerisi vardı. Galeri I henüz açılmamıştı. En çok uğradığımız yer -bu çok ilginçtir- Ziyad Ebuzziya’nın Beyoğlu caddesindeki kitapçı dükkânıydı. Ebuzziya Kitabevi’nin sahibi, sanatçı Alev Ebuzziya’nın da babası olan Ziyad Ebuzziya, dükkânına Avrupa resminden örnekler getirirdi. Mesela Picasso orijinallerini, Chagal’leri, Dali’leri ben ilk kez orada görmüştüm. Sözünü ettiğim reprodüksiyonları görmek için sık sık Beyoğlu’na çıkardım. Bunların yanında, bir de Harbiye’de keşfettiğim bir modaevi vardı; modaevinin sahibesi de o zamanlar yüz aşinalığıyla tanıdığım Meldâ Kaptana’ydı. Kaptana, modaevinde, kimi sanatçıların, tanıdığı yakın çevresindeki sanatçıların işlerine yer verirdi. Fakat, andığım işlere modaevinde yer vermesinin nedeni, yıllar sonra öğrendim ki, İlhan Koman’ın eşi oluşuydu. İlhan Koman’ın eşi olması ona çok şey kazandırmıştı; Batıyı biliyordu, dünya sanatını biliyordu, Amerika’yı biliyordu ve burada olmayan bir kültürü, kendisi de bir yerde modacı olması hasebiyle, topluma sunma görevini üzerine almıştı. Bir sanatçı, bir tasarımcı olarak, modayı sunarken görsel olarak da duvarlarını sanat eserleriyle donatıyordu. Altmışlı yıllarda, Nişantaşı’nda Valikonağı’nın karşısında aşağı doğru inerken sağ tarafta Portakal Sanat Evi’ne sapan yerin köşesinde, şimdiki halıcının olduğu yerde Meldâ, bir galeri açtı: Meldâ Kaptana Sanat Galerisi. Burası, uğradığım yerlerin başındaydı; altmışlı yıllar benim işlerimi yeni yeni sergilemeye başladığım zamanlardı. Meldâ benim suluboyalarımla ilgilendi. Galerisinde Bedri Rahmi’lere, Orhan Peker’lere, Eşref Üren’lere, aynı zamanda bazı eski ustalara da rastlanırdı. Örnek vermek gerekirse, bir Halil Paşa, hiç unutmam, yerde rulolar içinde duran Halil Paşa’ları gördüğüm zaman, sevgili Meldâ Kaptana bir zarf içinde gayet zarif bir şekilde satmış olduğu iki suluboya resmimin parasını verirken zarfı almadım ve dedim ki: ‘Zarf yerine, izin verirseniz, şunu alabilir miyim?’ Yerde 1882 tarihli bir Halil Paşa. Ben iki tane suluboya resmimi verip de bir Halil Paşa alabiliyordum. Bu, Meldâ Kaptana’nın, o sanat atmosferinde bize sunduklarından, topluma sunduklarından yalnızca bir tanesiydi. Zaman içerisinde, bu galeride, çok sevdiğim Orhan Peker’i tanıdım. Meldâ’yı çok sever, resimlerini Ankara’dan sadece Meldâ’da sergilerdi Orhan. Yıllar içerisinde Adnan Varınca’yı da Meldâ Kaptana Sanat Galerisi’nde tanıdım, Avni Arbaş’la beraber sık sık oraya giderdik, Ferruh Başağa’yı aynı galeride tanıdım. Türk resminin en ilginç işlerini orada görme fırsatım oldu. Bunları görürken de Meldâ, bizi her zaman o sıcacık gülüşüyle, sevgiyle karşılardı. Gerçek bir hanımefendidir. Gurur duyduğu sevgili oğlu Profesör Ahmet Koman’ın, Türkiye’nin, İlhan Koman’ı yıllar sonra fark etmesinde önemli çabaları olmakta. Bildiğiniz gibi, İlhan Koman’ın Retrospektif sergisi mayıs ayında YKY’de sergilenmeye başlandı. Muhteşem bir sergi. Bu sayede İlhan Koman’ı hep birlikte tanıyoruz. İlhan Koman, Zincirlikuyu’ndaki Akdeniz Heykelini yaparken zaman zaman onun yanındaydım. Heykelin yapımında metal ustaların bulunması konusunda bir öğrencimin iyi bir demir ustası olan babası, ona çok yardım etmişti. Heykelin malzemesi çelikti, bu çelikler özel olarak kesiliyordu; teker teker yan yana monte edildikçe heykel ortaya çıkıyordu.

Sergi boyunca Beyoğlu’nda yer almakta olan Akdeniz Heykeli, kanımca, Zincirlikuyu’ndaki binanın önünde yerini bulmuş değildir. Çünkü heykel bütün çevresiyle birlikte vardır; bir başka ifadeyle, heykelin önünde, arkasında, yanında nasıl yapılar var, bu konumlandırmada çok önemli. Hatta bunun için heykele yukardan kuşbakışı bile bakılmalıdır. Akdeniz Heykeli, şimdiki konumuyla, arkasındaki binaya sırtını dönmüş durumda. İlhan Koman’ın bu değerli eserinin, İstanbul şehrine armağan edilmesi gerektiğini düşünüyorum, onun için olası en görkemli yerin bulunması, şehrin çok iyi bir yerine, toplumun görebileceği bir yere konumlandırılması gerekli. İlhan Koman ancak bu şekilde yaşar. Aksi halde, Zincirlikuyu’ndaki bahçede, otoparkın olduğu yerde figüran olarak durur. Meldâ’dan konuşurken, İlhan Koman’a geçtik; çünkü İlhan çok mühim, ama Meldâ da çok mühim; Meldâ’nın mühimliği şurada: Sanatçılara müthiş sıcak davranırdı; buna ek olarak, sanatçıları onurlandıran, sanatçıların eserlerinin bir eve girmesi için çaba gösteren ve bundan haz duyan bir yaklaşımı vardı; maddi çıkarları ikinci plana atan…

Biz Meldâ’yla ilişkimizi daima sıcak tuttuk. Galeride yapıtları sergilenen sanatçıların anılarını / düşüncelerini bir araya getirme çabasının sonucu olarak büyük bir kitap ortaya çıkıyor yakınlarda inşallah. Meldâ’nın galerisinde sanat yapmış sanatçılara, ilgili dönemle birlikte ışık tutan bir çalışma bu. Gerçekten de altmışlı yıllar resim sanatımızın durumu açısından ülkemizde hiç bilinmeyen bir dönem. Galeri yok, çerçeve yok; bir resmin nasıl paspartulanacağı, nasıl çerçeveye konulacağı bilinmiyor. O bakımdan Meldâ’nın burada bir Don Kişot tarafı var. Yaşamındaki olumlu işlere cesaretle imza atmasında, ‘Ben Bir Bizans Bahçesi’nde Büyüdüm’ isimli anı kitabında fark ettiğimiz gibi, aile kültürünün, yetişme biçiminin önemli etkisi olduğunu düşünüyorum.”    

Daha önce açtığı sergilerdeki resimlerinin satışlarının azlığından bezen Bedri Rahmi’nin, Meldâ Kaptana Sanat Galerisi’nde açılacak bu sergiye önceleri sıcak bakmadığını ama kendisinin serginin ayrıntılarını üstlenmesi sonucu onay verip resim satışının çok olmasından ötürü de şaşırıp memnun olduğunu söyler.   

Meldâ Kaptana Sanat Galerisi’nde açık olduğu altı yıl boyunca ses getiren pek çok sergi açıldı. Bunlardan belki de en ses getireni Bedri Rahmi Eyüboğlu’nun sergisiydi. 20 Aralık 1973-10 Ocak 1974 tarihleri arasında açılan “Reis”in sergisiyle ilgili, “İstanbul şehrinde resim satışının başlangıç tarihi olarak kabul edilebileceğini” belirtir Meldâ Kaptana. Bedri Rahmi’nin galeriye koyduğu eserlerinin büyük bir bölümünün satıldığını ve satılan resimlerinin yerine yenilerini getirdiklerini ifade eder. Daha önce açtığı sergilerdeki resimlerinin satışlarının azlığından bezen Bedri Rahmi’nin, Meldâ Kaptana Sanat Galerisi’nde açılacak bu sergiye önceleri sıcak bakmadığını ama kendisinin serginin ayrıntılarını üstlenmesi sonucu onay verip resim satışının çok olmasından ötürü de şaşırıp memnun olduğunu söyler.

Galeri 1977’de kapandı. Meldâ Kaptana, galerisi kapandıktan sonra, bir süre Halk Sigorta’nın Halkkoop Sanat Galerisi adını verdikleri sanat galerisini idare etti; Orhan Peker’in sergisini açtı, ancak ilkesel olarak Halk Sigorta’yla ayrı düşünce galeriden ayrılarak seksenlerin başında Bodrum’a göç etti. Bodrum’da yirmi yıl kadar kaldı, ama sanattan bütünüyle uzaklaşmadı. Evinin arka avlusunu kısa süreliğine resim galerisine dönüştürdü. Oya Katoğlu, Meldâ Kaptana’nın deyişiyle “avlu galeri”de sergi açtı.

2000’lerin başlarında döndüğü İstanbul’da gerek oğlunun arzusu gerekse de belirli bir döneme ait anıları belgelemek isteğiyle kaleme aldığı Ben bir Bizans Bahçesinde Büyüdüm‘ü, belgesel kitap Galeristler: Yetmişli Yılların Sanat Ortamı izledi. 2017’de tekrar Bodrum’a döndü.

 

Galatasaray Sergileri ve Melda Kaptana Sanat Galerisi

Ülkemizde sanat yapıtlarının sergilenişi 1880’lere değin uzanır. Güzel Sanatlar Akademisi’nin açıldığı bu yıllarda, İstanbul’a gelen pek çok yabancı ressamın, yapıtlarını Beyoğlu ve Tepebaşı’nda sergilediği ve kimi zaman onlara Türk ressamların da katılmış olduğunu biliyoruz. Dönemin Avrupa sanatının bakış açısını yansıtan bu sergiler düzenli olamıyor ancak, bunun için 1900’leri beklemek gerekiyor. 1916’dan itibaren, Osmanlı Ressamlar Cemiyeti’nin himayesinde, her yıl tekrarlanmak suretiyle gerçekleştirilen Galatasaray Sergileri, Türkiye’deki ilk düzenli sergiler. Galatasaray Sergilerinin 1914 Kuşağı olarak adlandırılan İbrahim Çallı, Hikmet Onat ve Feyhaman Duran gibi usta fırçaların üzerinde olumlu etkileri var.

Yetmişlerde, Türk resminde ellili yıllarda başlayan üslup çoğulculuğunu topluma yansıtma çabasında ciddi bir rol üstlenen Meldâ Kaptana Sanat Galerisi, o dönemin sanatı ve sanatçısına verdiği destek açısından Galatasaray Sergileriyle karşılaştırılabilir. Ellilere kadar devam eden Galatasaray Sergileri, Erken Cumhuriyet Dönemi ustalarının toplumla buluşmasında ne denli destekleyici bir güce sahipse, aynı güç Meldâ Kaptana Sanat Galerisi için de geçerli. Modern yaklaşımlara eskisinden daha yakın olunan bir dönemde, bireysel tarzların ön planda olduğu pek çok sanat yapıtını, karma sergiler aracılığıyla sanatseverlerin dikkatine sunan Meldâ Kaptana, hem sanatseverlere aynı anda çok sayıda sanat yapıtını gösterebilmiş hem de sanatçılara fırsat eşitliği sağlamıştı.

Bu; Türk halkının o yıllarda sanat eserini bir kültür ve yatırım aracı olarak görmeye başladığının kanıtı oldu. Nitekim; sergiler amacına ulaşmış, halk yeni bir sanat anlayışıyla ilişki kurmaya başlamıştı.

Galeristler: Yetmişli Yılların Sanat Ortamı, Meldâ Kaptana’nın, galeride sergi açan, galeri hakkında fikir sahibi olan sanatçıların ve bazı şahısların anılarını, o dönemin belgeleriyle birlikte bir araya getirme çabasını yansıtan çalışması, sanatsal belleğimizin bir parçası, tarihsel bir belgesi niteliğindedir.

Bu eser; yetmişlerin sanat dünyasının anlaşılmasında önemli bir kayıt. Dönemin sanata bakış açısı, sanatçı-galerici ilişkileri, sanat erbapları arasındaki dostluk ve yardımlaşma, galeri ve sanatçıların çığ gibi arttığı günümüzde özlenesi niteliklere haiz. Örneğin Meldâ Kaptana Sanat Galerisi’nde Adalet Cimcoz’un sanat ortamına yaptığı katkıyı yeniden hatırlamak için Adalet Cimcoz anısına karma bir sergi yapılmış. Yine Kaptana’nın galerisinde, 1975’te, ozan Ece Ayhan’ın İsviçre’deki ameliyat parasını bir araya getirebilmek için sanatçılar, sanatseverler güç birliği etmiş, düzenlenen karma serginin geliri Ece Ayhan’ın sağlık masraflarına aktarılmış. Paranın, iyi  işler yapmak için bir araç olduğu günlerdi; galericilerle ressamlar, edebiyatçılar arasındaki alışveriş maddi kaygıların ötesindeydi.

Meldâ Kaptana, sanat galerisiyle, döneminin sanat ortamına canlılık getirmiş, halkın resimle buluşmasına ön ayak olmuş, sanatçı ve edebiyatçılar arasındaki iletişim zeminini oluşturmuş ve güçlendirmiştir.

Meldâ Kaptana’nınresim, moda, edebiyat gibi sanatın farklı disiplinlerinin süzgecinden geçirerek geliştirdiği yüksek sanat anlayışı; Türk sanatına çok şey kazandırmış, o yıllarda emekleme aşamasında olan özel galericiliğimize yeni bir soluk getirmiş, ressamların eserlerini görünür kılmış, estetik bilincimize değer katmıştır.

 

 

Previous Story

Sömürüp Çöplüğe Çevirdiğimiz Dünya

Next Story

Yol Arkadaşlarıyla Kurulan Müze

0 0,00
02_ArtDog_CD_Logo_RGB_Black

BÜLTEN

Türkiye ve dünyadan haftalık kültür-sanat haberleri, inceleme yazıları, sergiler ve etkinlikleri takip et.

Bülten aboneliğinde ArtDog Istanbul’un gizlilik sözleşmesini kabul etmiş olursunuz.