İstanbul Kültür Sanat Vakfı (İKSV) tarafından gerçekleştirilen İstanbul Bienali’nin 17.’si bu yıl 17 Eylül-20 Kasım tarihleri arasında, Ute Meta Bauer, Amar Kanwar ve David Teh’in küratörlüğünde gerçekleşiyor. Bienal kendini bu kez, ‘kompost’ olarak sunuyor ve “Büyük bir toplanma ya da tek bir zaman ve mekânda yapılan planlı bir buluşma değil, bir dağılma, gözden uzak bir mayalanma” olarak tarif ediyor.
Bu yıl, Beyoğlu, Kadıköy, Fatih ve Zeytinburnu’nda yer alan 12 sergi mekânının yanı sıra, şehrin dört bir yanında sayıları 50’yi aşan kitapçı, sahaf, hastane, huzurevi, kafe, metro duraklarında izleyiciyle buluşacak olan 17. İstanbul Bienali, bir kez daha beklenmedik sürprizler, karşılaşmalar yaratacak.
Projelerin, performansların, çeşitli programların sergileneceği ve gerçekleşeceği mekânlar yine İstanbul’un pek çok farklı noktasına yayılıyor. Bienalin mekânları, Suna ve İnan Kıraç Vakfı Pera Müzesi, Performistanbul Canlı Sanat Araştırma Alanı (PCSAA), 1999’dan bu yana kapalı olan İstanbul’un en eski Rum okullarından Merkez Rum Kız Lisesi, SAHA Studio, Büyükdere 35, Müze Gazhane, Suriye’yi terk etmek zorunda kalan sanatçılar tarafından 2014’te Yeldeğirmeni’nde kurulan arthereistanbul, hat ve cilt sanatçısı Emin Barın’ın stüdyosu Barın Han, Mimar Sinan tarafından 16. yüzyılda Barbaros Hayrettin Paşa için yaptırılan ve 2023 yılında faaliyete geçecek olan The Çinili Hamam, 15. yüzyılda, Fatih Sultan Mehmet döneminde inşa edilen en eski hamamlardan Küçük Mustafa Paşa Hamamı ve Zeytinburnu’nda 14 dönümlük bir arazi üzerine kurulu Zeytinburnu Tıbbi Bitkiler Bahçesi ve Taksim Gezi Parkının’dan başlayan olarak açıklandı.
Yapıların bir kısmı bienal kapsamında ilk kez ziyaretçilere açılacak.
İstanbul Bienali’nin sergi ve projelerinin yer aldığı mekânların pek çoğu yıllardır, bienale ev sahipliği yapmanın yanı sıra, pek çok bağlamda ziyaretçiler ve kent açısından önemli bir kültürel kazanım olma özelliği taşıyor. Şimdiki adıyla Nejat Eczacıbaşı Binası olan ve İKSV’nin çalışmalarını yürüttüğü Deniz Palas buna en iyi örneklerden biri olarak kabul edilebilir. Deniz Palas 2005 yılında 9. İstanbul Bienali’nin sergi mekânlarından biriydi. Şimdiyse İKSV’nin evi olmaya devam ediyor. Geçmiş yıllarda bienal sergilerini ağırlayan Atatürk Kültür Merkezi, Pera Müzesi, Dolmabahçe Kültür Merkezi, Aya İrini Müzesi, Yerebatan Sarnıcı gibi mekânların yanında, İMÇ (İstanbul Manifaturacılar Çarşısı), Antrepo binaları gibi gündelik kent yaşamının veya endüstriyel üretimin içinde farklı alanlarda işlev gören yapılar da alışık olunanın dışında izleyicilere kapılarını açtı, kentte yaşayanlar için beklenmedik sürprizler, karşılaşmalar yarattı. İstanbul Bienali mekânları arasında önemli odaklardan biri de mahalle ve sokaklar. Benzer şekilde okul yapılarının da yıllardır neredeyse bienalin bir parçası olduğunu söylemek yanlış olmaz. İstanbul’da çeşitli sebeplerden dolayı artık işlevini yerine getiremeyen pek çok tarihi okul binası bienal mekânı olarak izleyicilere kapılarını açmıştı. Feriköy Rum Okulu, Galata Rum İlköğretim Okulu yapılarının ardından listeye bu yıl da Merkez Rum Kız Lisesi eklendi.
Bu yıl 17. İstanbul Bienali’nin gerçekleşeceği mekânlardan biri olan Barın Han uzun soluklu bir kolektif üretim alanı olarak çok zengin bir birikimi temsil ediyor. İstanbul’un kültürel, mimari ve toplumsal tarihinde ve yaşantısında önemli bir yeri olan iki hamam yapısı da bienalin ilgi çekici mekânları arasında kuşkusuz. Bu yılın en merak uyandıran alanlarından bir diğeri ise belki İstanbul’da yaşayan pek çok insanın da varlığından bile haberdar olmadığı ve bienal vesilesiyle ilk kez ziyaret edebileceği Zeytinburnu Tıbbi Bitkiler Bahçesi. Bienalin bir diğer sürpriz mekânı ise kuşkusuz Yenikapı-Hacıosman Metro Hattı’nda yer alan Yaklaşım Tüneli. Taksim Gezi Parkı’nın altında yer alan tünel, 1992’de temeli atılan Taksim istasyonunun inşaatı sırasında yapılan ve halen açık tutulan tünellerden biri. Bienal kapsamında ilk kez kullanılacak olan tünel 200 metre uzunluğunda, bir ucu raylı hatlardan birine, diğer ucu ise Harbiye’ye bağlanıyor. Bienalin mekânlarının belirlenme sürecini, bu yılki odağını, projelerle kurulan ilişkisini ve kent bağlamında nasıl bir anlam ifade ettiklerini İstanbul Bienali Direktörü Bige Örer ile konuştuk.
-
İstanbul Bienali’nin kent ile kurduğu ilişkiyi mekânlar üzerinden nasıl yorumlarsınız?
İstanbul Bienali her edisyonda kentteki farklı mekânlarda sergiler ve programları düzenliyor. Dünyadaki birçok bienal gibi İstanbul Bienali için de sabit bir mekânımız yok ama bu durumu kentin farklı mahalleleriyle ve mekânlarıyla yeni ilişkiler kurmak adına olumlu bir pratiğe dönüştürüyoruz. Bienallerin kavramsal çerçeveleri ve sanatçıların yapıtlarıyla ilişki kurabilecek mekânları araştırıyoruz. Bu uzun soluklu araştırma sonucunda her seferinde İstanbulluların bile ilk defa ziyaret edeceği ve keşfedeceği mekânlar gündeme geliyor.
-
Hemen hemen her edisyonda ilk kez bienal kapsamında ziyarete açılan mekânların yer almasının merakla karışık bir beklenti yarattığını söylemek de yanlış olmaz. Bu kez de bienal izleyicisiyle ilk kez buluşacak mekânlar var. Bunları nasıl belirlediniz?
Her bienalde mekânları belirlemek bizim için de heyecan verici bir süreç. Mekân araştırmalarımız hiç bitmiyor ve her seferinde izleyiciler için yeni bir karşılaşmayı mümkün kılacak, kentle kurulan ilişkiyi tazeleyecek alanları süreçlerimize dahil etmeyi önceliklerimizden biri olarak tanımlıyoruz. Bu yıl İstanbul’un tarihi yarımadasında, Çemberlitaş’ta bulunan, uzun yıllar boyunca hat ve cilt sanatçısı Emin Barın’ın çalışmalarını yürüttüğü stüdyosunu ilk kez bienal kapsamında izleyicilere açacağız. Türkiye’de hat sanatının akademik anlamda ilerlemesini sağlamış ve nice öğrenci yetiştirmiş bir profesör olan Emin Barın’ın kolektif üretime atfettiği önem ve gelenek ile estetik modernitenin yaratıcı bir şekilde kaynaştığı mirası, bu mekândaki sunumlarla da birebir örtüşüyor. 19. yüzyılın sonunda Anadolu Yakası’na enerji verecek havagazı üretimi için kurulan ve 1993’te kapanan Hasanpaşa Gazhanesi, mahalleliler tarafından verilen uzun soluklu bir mücadele ve İBB’nin yürüttüğü çok yönlü restorasyon projesi sonucunda 2021’de Müze Gazhane’ye dönüştürüldü. Bienal grup sergilerinden birinin bu mekâna yayılması ve çeşitli programların burada gerçekleşmesi, bienalin önemli bir aksının Anadolu yakasına taşınması açısından bizim için çok önemliydi. Ayrıca Müze Gazhane’ye yürüme mesafesinde olan arthereistanbul da farklı dillerde savaş üzerine yazılmış metinlerin bir araya geldiği bir kütüphane ve etrafında örülen bir programla izleyicileri bekliyor. Bir diğer mekân The Çinili Hamam. Mimar Sinan’ın en erken tarihli hamamlarından biri olan bu mekanda 12 yıldır restorasyon çalışmaları devam ediyor. Gelecek sene itibariyle yeniden özgün işlevine kavuşmadan önce ilgilenen herkesin bu büyülü mekânı keşfetmesini istedik. Zeyrek’teki bu mekânda izleyicilerin eserlerle beraber müthiş bir mimari örneğini tecrübe etmelerini sağlamak bizim için önemliydi. Müze-hamam kompleksi olarak faaliyete geçecek mekânı ziyaret ettikten sonra UNESCO Kültür Mirası Listesi’ne girmiş mahallede yürüyüş yapmak, Zeyrek Kitabevi’nde bir okuma molası vermek de bienal deneyiminin bir parçası olmasını arzu ettiğimiz etkinlikler.
-
’17. İstanbul Bienali sergi alanlarının, sadece birer mekân olarak değil bulundukları mahalleler ve o mahallelerle kurdukları ilişki üzerinden de öne çıkacağı’ belirtiliyor. Bu neden önemli?
Bu bienalle ilgili çalışmalara 2020 yılının başında, Covid-19 pandemisinin Türkiye’de de etkisini göstermesinin hemen öncesinde başladık. Yalnızca internet üzerinden bir araya gelebildiğimiz ve bilgi paylaşabildiğimiz bir dönem geçirdik. Gelecekle ilgili plan yapmak zordu ve zamanın ruhuna uygun bir bienali nasıl gerçekleştirebileceğimizin yollarını arıyorduk. Bu noktada bienalin fikirlerinin, projelerinin İstanbul’un çeşitli mahallelerine yayılabileceği bir kurgu üzerine düşünmeye başladık. Tek bir buluşma noktası yerine bienal sergi alanlarının kente yayılmasının izleyicilere özel bir deneyim sunacağına, yürüyerek yeniden kenti keşfetmeye bir davet yapmanın önemli olduğuna inandık.
-
Çeşitli performansların yer alacağı Zeytinburnu Tıbbi Bitkiler Bahçesi’ni nasıl keşfettiniz?
Zeytinburnu Tıbbi Bitkiler Bahçesi de bu bienalde ilk kez izleyiciyle buluşacak mekânlar arasında. Bienal katılımcılarından Mariah Lookman bienalde insanların dinleneceği, tazeleneceği, düşüncelere dalacağı ve şifa bulacağı bir alan yaratmak istedi. Bu mekânın bir hastanenin bahçesinde ya da yakınında konumlanmasını hayal ediyordu. Biz de bienalin ardından da bu alanın sürdürülebilir olabilmesi için hali hazırda işleyen bir bahçe olmasının daha anlamlı olacağını düşündük. Zeytinburnu Tıbbi Bitkiler Bahçesi, Türkiye’de türünün ilk örneği ve tarihi hastanelerin yakınında konumlanıyor. 700’ü aşkın tıbbi bitki ve onların insan sağlığı üzerindeki rolünü paylaşan mekânın bu proje için uygun olduğuna karar verdik. Sanatçı, küratörler ve bahçe yönetimi de bu öneriyi memnuniyetle kucakladılar.
-
Bienali ağırlayacak mekânlardan bir diğeri Merkez Rum Kız Lisesi. Geçmiş edisyonlarında da tarihi okullar yer alıyordu. Bu okulların bienal mekânları arasında olması tarihi ve kültürel olarak nasıl bir anlam taşıyor?
Merkez Rum Kız Lisesi, 19. yüzyılın sonunda yoksul kız çocuklarının eğitim alabilmesi için kurulmuştu; 1999’da yeterli öğrenci olmadığı için maalesef kapandı. Önceki bienallerde de Feriköy Rum Okulu ve Galata Rum Okulu başta olmak üzere tarihi ve kültürel olarak değerli eğitim kurumlarını bienal mekânları olarak kullandık. Bu okulların kamusal alan olarak kente kazandırılmasının ve içinde sanatsal faaliyetleri, bilgi üretimini mümkün kılan farklı kullanım potansiyellerini işaret etmenin önemli olduğuna inanıyoruz.
-
İstanbul Bienali’nde yer alan mekânlar üzerinden, katılımcılarla, izleyicilerle birlikte kenti farklı bir bakışla ve çok katmanlı olarak yeniden görmek, üzerine düşünmek gibi bir motivasyon olduğu açık. Peki bu yıl ortaya konulan sorular arasında yer alan “Bienal bir gazete olabilir mi? Yeniden tasarlanmış bir arşiv olabilir mi?” sorularını da bu bağlamda olabilir mi?”
Evet, İstanbul Bienali’nin mekânları, katılımcılarla ve izleyicilerle beraber kenti çok katmanlı olarak yeniden görmeye, kentteki hassas sesleri can kulağıyla dinlemeye, farklı duyularla yaşadığımız kentin tarihini, coğrafyasını, ekosistemini, gıdasını yeniden düşünmeye davet ediyor. Bienalin katılımcılarının kendi yerel dünyalarında sürdürdükleri uzun soluklu araştırmaların sonuçlarını İstanbul’da farklı mekânlarla izleyiciyle buluşturmak yerelde kurulan ve kurulacak diyaloglar için de kolaylaştırıcı bir alan sunuyor. Aslında sadece fiziksel olarak sergilerin gerçekleşeceği mekânlardan da bahsetmiyorum; aynı zamanda örneğin bienal katılımcılarından Cooking Sections’ın Arnavutköy’de düzenleyeceği Manda Festivali kentin tarım ve hayvancılık faaliyetlerinin örgütlendiği alanlar üzerine de sorular sormaya davet ediyor.
Bienal Mekanları
The Çinili Hamam
Fatih’in Zeyrek semtinde bulunan Çinili Hamam, Osmanlı hamam mimarisinin en önemli örneklerinden. 1540–1546 yılları arasında, Kaptan-ı Derya Barbaros Hayrettin Paşa tarafından Mimar Sinan’a ısmarlanan yapı, sanatçının bilinen en erken tarihli hamamları arasında. 18. yüzyılda bölgede yaşanan depremler ve yangınlar sonrasında hamamın duvarlarını kaplayan ayırt edici mavi-beyaz İznik çinileri tahrip olmuş ve Parisli bir antikacı tarafından satılarak Avrupa’nın en önemli müzelerinin koleksiyonlarında yerini almış. Bu çinilerin bir kısmı hâlâ hamamın erkekler kısmının sıcaklık bölümünde görülebiliyor.
Zeytinburnu Tıbbi Bitkiler Bahçesi
2005’te açılan Zeytinburnu Tıbbi Bitkiler Bahçesi Türkiye’de türünün ilk örneği. Marmara Denizi’ne çok uzak olmayan bir mesafede, farklı dini gruplara ait mezarlıkların ve tarihi hastanelerin yakınında konumlanan bahçe, modern tıp ile çeşitli şifa gelenekleri arasında, hissi ve manevi bir kavşakta yer alıyor. Bahçe, 1597 yılında faaliyete geçen Yenikapı Mevlevihanesi ile 15. yüzyılda yaşamış İslam âlimlerden, 41 çeşit baharat ve ottan yaptığı mesir macunuyla meşhur Merkez Efendi’nin kurduğu Halveti dergâhına yürüme mesafesinde. Yaklaşık 14 dönüme yayılan bahçede 700’ü aşkın tıbbi bitki bulunuyor.
Küçük Mustafa Paşa Hamamı
Haliç’in karşı kıyısında, Fatih mahallesinde bulunan ve 1477’de inşa edilen Küçük Mustafa Paşa Hamamı İstanbul’un en eski hamamlarından biri. 1990’ların ortalarından bu yana kullanılmayan hamam ilk olarak 2015’te 14. İstanbul Bienali’ne ev sahipliği yaptı. İstanbul’un tam ortasında yer alan ama kendine has ritmini koruyan Fatih, şehir surlarından kalan duvarlarla çevrili eski yerleşim yerleri ve pek çok mimari mirası bünyesinde barındırdığı için İstanbul’un en tarihsel semtlerinden biri olma özelliğini taşıyor. Şehrin en saygın yapılarından biri olan, 1454 yılında kurulan ve kırmızı duvarlarıyla dikkat çeken meşhur Rum Okulu, Fener mahallesinin yakınında konumlanıyor. Küçük Mustafa Paşa Hamamı’nın yakın çevresinde bulunan, bugün Gül Camisi olarak bilinen 9. yüzyıldan kalma Doğu Ortodoks Kilisesi, Bizans dönemine ait, İstanbul’da varlığını sürdüren en önemli dini yapılardan biri.
Barın Han
Barın Han, İstanbul’un tarihi yarımadasında, Çemberlitaş’ta 5 katlı bir binaya yayılıyor. Uzun yıllar boyunca hat ve cilt sanatçısı Emin Barın’ın stüdyosu olan mekân 2019’dan beri sergilere, sanatçı atölyelerine ve buluşmalara kucak açıyor. Emin Barın, Türkiye’de hat sanatının akademik anlamda ilerlemesini sağlamış ve nice öğrenci yetiştirmiş bir profesör. Ankara Gazi Terbiye Enstitüsü Resim-İş Bölümü’nden mezun olduktan sonra Almanya’nın en iyi stüdyolarında Latin hat ve Avrupa cilt teknikleri üzerine çalıştı (1937–43). Onun sanatında geliştirdiği yeni yaklaşımlar ve ofisinde yıllarca düzenlediği, dönemin önde gelen isimlerinin takip ettiği “Perşembe Buluşmaları”, gelenekle estetik modernitenin yaratıcı bir şekilde birbiriyle kaynaştığı bir miras bıraktı. Barın’ın kolektif üretime atfettiği önem, 17. İstanbul Bienali kapsamında bir araya gelen sergilere de yansıyor. Mekân, İstanbul Bienali kapsamında ilk kez kullanılacak.
arthereistanbul
arthereistanbul 2014’te, savaş yüzünden Suriye’yi terk eden sanatçılar tarafından kuruldu ve bugüne kadar yerinden edilmiş pek çok sanat üreticisine İstanbul’da bir araya gelebilecekleri, çalışmalarını sürdürecekleri ve sergileyebilecekleri bir alan sağladı. Kadıköy’ün Yeldeğirmeni Mahallesi’nde, bir binanın üç katına yayılan mekânda ses kayıt stüdyosu, karanlık oda, sergi ve atölye alanları yer alıyor. Giriş katındaki çok amaçlı salonda düzenli olarak film gösterimleri yapılıyor. Mekânın bir sahibi de her köşesinde karşınıza çıkacak kediler.
Müze Gazhane
Hasanpaşa Gazhanesi, 19. yüzyılın sonunda Anadolu Yakası’na enerji verecek havagazının üretimi için kuruldu. O dönemde şehrin sokaklarının aydınlatılması için açılan birçok gazhaneden biri olan Hasanpaşa Gazhanesi, havagazına talebin bitmesiyle 1993’te kapandı. 130 yıllık gazhane, mahalleliler tarafından verilen uzun soluklu bir mücadele ve İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nin yürüttüğü çok yönlü restorasyon projesiyle dönüştürülmesi sonucunda 2021’de, İstanbul’a bir müze ve ortak alan olarak kazandırıldı. Hasanpaşa Mahallesi’nin kalbinde konumlanan, bugünkü adıyla Müze Gazhane, sergi ve müze alanları, sahneleri, kütüphaneleriyle yirmi dört saat açık bir çalışma ve etkinlik alanı sunuyor.
Metro İstanbul Yaklaşım Tüneli Taksim
Taksim Gezi Parkı’nın altında yer alan Yaklaşım Tüneli Taksim, bugünkü adıyla M2 Yenikapı-Hacıosman Metro Hattı’nın 1992 yılında temeli atılan Taksim istasyonunun inşaatı sırasında yapılan ve halen açık tutulan tünellerden bir tanesi. 200 metre uzunluğunda, 4 metre genişliğinde ve 4,5 metre yüksekliğindeki bu tünelin bir ucu en yoğun kullanılan raylı hatlardan birine, diğer ucuysa şehrin en hareketli noktalarından biri olan Taksim-Harbiye’ye açılıyor.
Merkez Rum Kız Lisesi
19. yüzyılın sonunda mimar Dimitrios Panayiotides tarafından inşa edildi. Yoksul kız çocuklarının eğitim alabilmesi için kurulan okul 1999’da yeterli öğrenci olmadığı için kapandı. Bugün okulun bakımını sağlayan bir aileye ev sahipliği yapan binadaki sınıflarda bir dönemin belleğini taşıyan araç gereçler, tablolar ve haritalar hâlâ muhafaza ediliyor. Binanın dar bir kapıdan geçilerek ulaşılan giriş katı İstanbul Bienali’ne ev sahipliği yapıyor.
Birçok bitkiye kucak açan bahçe şehrin tarihinden sessiz kalan bir kesiti canlandırıyor. Merkez Rum Kız Lisesi Beyoğlu’nun merkezindeki iki ana hat olan İstiklal Caddesi ile Sıraselviler Caddesi arasında kalıyor.
Performistanbul (PCSAA)
Uluslararası performans sanatı platformu Performistanbul, performans sanatçılarını tek bir çatı altında birleştirmek, projelerle buluşturmak, üretimlerini desteklemek ve bu alana görünürlük sağlamak amacıyla 2016’da kuruldu. Galata’nın dar sokaklarında ilerlerken karşınıza çıkan tarihi bir yapıda yer alan Performistanbul, aynı zamanda performans sanatının eğitimi ve gelişimi üzerinde önemli bir etkiye yol açma gayesiyle kurulan Türkiye’deki ilk Canlı Sanat Araştırma Alanı’nı meydana getiren zengin bir arşive de ev sahipliği yapıyor. Bu alandaki üretimlerin izlenebildiği, arşivin incelenebildiği oluşumun çatısı altındaki bir diğer unsur ise 2020’den beri sadece canlı sanata odaklanan bir sanatçı misafir programı.
Pera Müzesi
Pera Müzesi’ne ev sahipliği yapan tarihi bina 1893’de mimar Achille Manoussos tarafından Bristol Oteli olarak inşa edildi. Suna ve İnan Kıraç Vakfı, mimar M. Sinan Genim tarafından yenilenen bu neo-klasik binayı 2005 yılında çağdaş donanımlı bir müze olarak ziyarete açtı. Pera Müzesi, Beyoğlu’nun kalbi sayılan İstiklal Caddesi’ne çok yakın bir noktada bulunuyor ve içinde Suna ve İnan Kıraç Vakfı’nın üç büyük koleksiyonunu barındırıyor: Oryantalist Resim Koleksiyonu, Anadolu Ağırlık ve Ölçüleri Koleksiyonu ve Kütahya Çini ve Seramikleri Koleksiyonu. İstanbul Bienali 2015’ten beri Pera Müzesi’yle iş birliği hâlinde süreli sergi alanlarını bienal projelerini sunmak için kullanıyor.