Aşağıda okuyacağınız söyleşi 2013 yılının Ekim ayında Radikal gazetesinin eki olan Radikal Kitap’ta “Nasıl Okursunuz?” söyleşi dizisi kapsamında yayımlanmıştı. Mehmet Güleryüz’ün Cihangir’de bulunan evine gitmiş, söyleşinin formatı gereği kitaplığını karıştırmış ve “Okur Mehmet Güleryüz”ü konuşmuştum. Arşivde kalan bu söyleşi vesilesiyle onun kitaplara ve edebiyata olan tutkusunu da hatırlatmak istedik. Söyleşinin Radikal Kitap’ta yayımlanan başlığına sadık kalınmış, yazı içindeki fotoğraflar da söyleşinin gerçekleştiği gün çekilmiştir.
“Başbakan, Paul Auster Okumuş Olsaydı Keşke”
Yıl 1946. Kadıköy’de eski, ahşap bir ev. Evin içindeki merdivenlerin bitimindeki sofada cam dolaplı büyük bir kütüphane. Kitaplıkta büyükbabanın ve zamanında onunla yaşayıp daha sonra ayrılan dört çocuğunun kitapları var. “Müşterek kitaplık” diyor, o zaman yedi-sekiz yaşlarında. Babasıyla sık sık bu eve ziyarete gidiyor. Her gittiklerinde de o kütüphaneden kitaplar alıyor ve böyle başlıyor okuma serüveni. Öyle bir anlatıyor ki sanki yediği yemek büyütmemiş ya da giydiği kazak-pantolon değil ısıtan. Onu büyüten, ısıtan sadece kitaplar… O anlatıyor ben zihnimde canlandırıyorum o çocuğu.
Şimdi 75 yaşında ve gözleri parlıyor 68 yıl öncesindeki kitaplarla büyüyen o meraklı çocuğu anlatırken. Şanslı. Kitap okuyan, kitabın kutsandığı, okumaya yazmaya müthiş bir önem verildiği bir ailede büyümüş. Mehmet Güleryüz’le birlikteyim. Evinin salonundayız, etrafımız hem açık hem de yine cam dolaplı kütüphanelerle çevrili. Başka odalarda var kitaplarla dolu ama bulunduğumuz salon bile kafi her şeyi anlamaya. “Şimdi sana anlattıkça, o yılları düşündükçe hatırlıyorum diyor ve ekliyor “Bir de müşterek kitap okurduk”. Heyecanla, “Hadi anlatın” diyorum… “O zaman televizyon yok, radyo yok. Büyükbabamın Kadıköy’deki evinde toplanılır, okuma seansları yapılırdı. Bir kişi okur, diğerleri dinlerdi. Bir romanı dinlemek, o sessizlik içinde hayal etmek müthiş bir şeydi. Mesela Korkunç İvan’ı dokuz yaşında filan o okumalardan öğrendim. Yine Mahmut Makal da o zamandan kalma. Bir de şiir okurduk. Babam bana şiirler ezberletir, aile yakınlarımız bize ziyarete geldiğinde onlara şiir okuturdu. En çok da Ahmet Haşim…”
Kendi kitap keşifleriniz nasıl başladı?
Çok erken yaştan itibaren merakım hep tarih oldu. Tarih mecmualarına aboneydim. Babam kendi seçtiğim dergilere abone yapmıştı. Tarihle ilgili kitapları, romanları bulmaya çalışırdım hep. Kitap kiralardım hep.
Kitap kiralamak derken…
Şöyle; o zamanlar Kadıköy’de Altıyol’un ordan yukarı çıkan yolda bir tütüncü vardı. Geceliğine kitap kiralardı. Oradan gizli gizli kitap kiralardım. Geceliği 10 kuruşa. Arsen Lüpen serilerini Michel Zevago’nun kitaplarını oradan alırdım. Mesela Pardayanlar’ı o zaman keşfetmiştim. Fransa tarihiyle ilgili birçok şeyi öyle öğrenmiştim.
Az önce gizli gizli kitap kiralardım dediniz, neden gizli?
Babam romanları hafif küçümserdi. Kültürel gelişimim için gerekli görmezdi. Bizim evdeki kütüphanede pek öyle romanlar yoktu. Pardayanlar gibi romanlar babam tarafından kabul edilen romanlar değildi. Bir de benim derslerim çok kötüydü.
Yakalandınız mı hiç?
Tabii. Düşünsene dersleri hiç iyi olmayan bir çocuk saatlerce kafasını bir kitaptan kaldırmıyor. Şüpheli bir durum var. Görülmüş şey değil. Ne yapıyor onca saat? Ders kitabının arasına gizlediği romanları okuyor… Güzel günlerdi…
“Ben Kendime Okuyorum”
Evde gizli roman okuyor, okulda ise gizli resim yapıyor. Sonra Milli Eğitim Bakanlığı’nın yayımladığı Rus ve Fransız klasikleriyle tanışıyor Güleryüz. Bu arada da tiyatro giriyor hayatına. Bolca oyun okuyor. Kitaplarla büyüyor ve zamanı geliyor kendine ayrı bir kitaplık yapmanın. “Hastalıklı bir durum” diyor gülerek. Eski baskı, orijinal kitapların peşine düşüyor. Hem yurtdışında hem İstanbul’da müzayedelere katılıyor, kapışıyor ve genellikle de istediği kitabı da alıyor. “Benim hazinem bu kitaplar” diyor.
Şu ara ne okuyorsunuz?
Tarih. Şu anda üç kitap okuyorum. Bir yandan Paul Auster, bir yandan Osmanlı ve Hıristiyan ilişkileri üzerine bir kitap… Alain Blondy çok önemli bir tarih yazarı. Kitabın adı Chretiens et Ottomans… Bu kitabın Türkçeye çevrilmesi gerekli. O kadar önemli ilişkilendirilmiş ki… Mesela Akdeniz havzasıyla bütün ticari ilişkilerin, savaşların birbirleriyle olan bağlamları… Karşılaştırmalı bir tarih okuma fırsatı oluyor.
Diğer kitap ne?
Bonaparte et L’egypte adlı bir kitap. Bu son Mısır hikâyesini anlayabilmek için önemli bir kitap. Napolyon’un Mısır seferini anlatıyor. Arapların gözünden Mısır tarihi, Fransız kaynakları ve Napolyon seferi üzerinden anlatılıyor. Bizi çok ilgilendiriyor. Bugünkü problematiğin dibinde neler olduğunu anlamınızı sağlıyor. Bugün Mısır üzerinden konuşulacaksa bu kitabın okunması gerekiyor.
Çok güzel, birçok kitap, çocukluktan bugüne başrolde hep kitaplar var. Sizde hâlâ muazzam bir okuma iştahı görüyorum ve utanarak soruyorum; neden bu kadar çok okuyorsunuz?
Merak. Benim gözüm ve kafam hep iş istiyor. Kitaplar hayatımda olmak zorunda. Yanlış anlama “şunu okudum, bunu okudum” davasında da değilim. Ben kendime okuyorum. Önceliklerim, bilmek istediklerim var. Tarih de okuyorum, polisiye de.
“Cebimde Paul Auster’ın Fotoğrafı Var”
Yakın zamanda bir de Saatleri Ayarlama Enstitüsü’nü okumuş. “Çok yeni ve iyi geldi” diyor. Sonra takıntılı olduğu yazarları anlatıyor. Biri Salman Rushdie. Hemen her şeyini okumuş. İkincisi ise Paul Auster… “Cebimde fotoğrafı bile var” diyor. Şaşırıyorum. “Fotoğrafını yanınızda mı taşıyorsunuz” diye soruyorum. Gülüyor, tabii artık teknoloji diye bir şey var. Cep telefonunun fotoğraf galerisini açıyor. Bir süre fotoğrafı arıyor. “Aaa diğeri nerede? Silmişim yanlışlıkla herhalde, Tühh, görüyor musun? Bari bunu saklayayım” diyor ve Paul Auster’ın fotoğrafını gösteriyor.
Siz mi çektiniz bu fotoğrafı?
Evet, Paris’te. Aynı otelde kalıyorduk. O da lobide röportaj veriyordu. Kulak misafiri oldum. Gidip tanışamadım ama fotoğrafını çektim.
Neden yanına gidip tanışmadınız?
Tabii gidip konuşabilir, tanışabilirdim ama o kadar sevdiğiniz bir yazarı görünce heyecanlanıyorsunuz.
Auster’a bu kadar hayranken Başbakan Erdoğan ve Auster polemiği olduğunda ne düşünmüştünüz?
Keşke Başbakan Paul Auster okumuş olsaydı diye düşündüm. Başbakan adına üzüldüm. Tabii çok sevdiğiniz bir yazara hakaret edildiği için de üzülüyorsunuz. Başbakan adına kısmetsizlik diyeceğim. Ona Paul Auster’ı tanımak, bilmek nasip olmamış demek. Zaten biliyorsun biz sanatı çok kolay harcayan bir ülkeyiz. Acıklı bir şey…
“Araba Parasına Kitap”
Büyük, cam dolaplı ve kilitli bir kitaplık görüyorum. “Hazinem” dediği kitaplar burada. Yavaşça anahtarı çeviriyor, kapak açılıyor. “Kokusu bile başka” diyorum, “İşte benim hastalığım” diyor. Kitapların hepsini müzayedelerden toplamış. En eski kitap kaç tarihli diye soruyorum. Papa II. Pius’un kitabını çıkarıyor. Basım tarihi 1532. Kitabın adı Asiae, Evropae. Latince yazılmış.
Giovanni Sagredo’nun Memorie Istoriche De Monarchi Ottomani kitabını gösteriyor. O da 1574 basımı… “Bak” diyor, “Osmanlı hanedan adı geçiyor ama millet olarak Türk diye yazıyor…” Ardından The History of The Turks adlı bir kitaba bakıyoruz. 1679 basımı. “Bu kaynaklardan Osmanlı tarihini okumak çok farklı” diyor Güleryüz.
Kitapların sayfalarının hepsi bembeyaz. Güleryüz’e göre asitsiz kağıt oldukları için böyle yüzlerce yıl beyaz kalabiliyorlar. Bu arada kırmızı kapaklı kocaman bir kitap çıkarıp, göğsüne bastırıyor, “İşte bu benim en büyük hazinem…” Heinrich Schliemann imzalı Troie kitabı. İlk sayfasında Schliemann’ın el yazısı var. “Kime imzalı biliyor musun” diyor ve gösteriyor: “Kitap Osman Hamdi Bey’e imzalanmış…”
Gözlerim kocaman açılıyor. Güleryüz kitabı yeniden göğsüne dayıyor; “Araba almayıp, bu kitabı almıştım. Düşün, bir araba parası ama benim önceliğim bu işte…”