“Müşterek” kelimesi, TDK’da “birden fazla şeyin veya kişinin ortak veya aynı olma durumu” olarak tanımlanıyor. Siz serginin teması ile Bienal’in “Daha Uzaklara” teması arasında nasıl bir müştereklik kurdunuz?
Öncelikle Mardin Bienali direktörleri Döne Otyam ve Hakan Irmak’ın daveti ile “Invited” projesine dahil olduğumu söylemeliyim. Proje kapsamında bir sergi hazırlamaya karar verdiğim aşamada Mardin’e daha da yakınlaşmaya başladım. Mardin Bienali kapsamında ilki 5. Mardin Bienali’nde gerçekleşen “Invited” projesi, bu yıl ilk kez küratörlü bir sergileme modeliyle yapıldı. “Davet edilen”, bir nevi “misafir” edilen bir küratör olarak öncelikle –elbette- dahil olduğum bienalin kavramsal temasını anlamaya çalıştım.
6. Mardin Bienali küratörü Ali Akay’ın küratör metninde yönelttiği “… Bizim özgürlüklerimize set koyan yoğunlaşmaların bizi sarmalayan yapısından çıkma ihtimallerini bulmak ve toplumların küreselleşmiş geçmişine bakmak üzere nereye doğru bakışımızı çevirebiliriz?… Bugün toplumlardaki aile ilişkilerindeki ve teknolojik (yapay zeka, dünyasal, robotlaşma ve enformatikleşme) değişim ve dönüşümleri nasıl örgütleyebiliriz ?…” sorularının cevaplarını düşünmeye başladım. Aslında tüm cevaplar, Mardin’de gizli idi. Mardin kentinin kadim dönemlerden bugüne demografisinde var olan çok katmanlı dil-din-kültürel- sosyal yapının içerisinde gizli olan bir özellik vardı. Bu özellik; tüm farklılıklara rağmen bir arada olabilmeyi, kültürünü bu bağlamda da muhafaza edebilmeyi başarmış, oldukça kadim bir kent bilincinin/tarihinin varlığı idi. Bu bağlamda Mardin, öncelikle “müşterek” olmayı referanslayan ve bu referans noktalarını metaforik olarak ele aldığınızda bienal ana metninde var olan tüm sorulara dolaylı yollarla cevap da veren bir kent.
Bienalde gerçekleşen “Invited: Müşterek/Unified”, öncelikle bienal ile müşterekliğini ana metinde var olan sorulara bu bağlamda da cevap önerisinde bulunarak kurgulamayı amaçladı. Bu kurgu; kente bakmayı, Mardin’in köklerine inmeyi, çok dilli bir kurguda sokağa-kamusal alana taşmayı ve bu yolla sokağın ruhuna da ulaşabilmeyi hedefledi. Bu süreçte ve sonuçta hem sergide kullanılan teknikler, hem mekân kullanımı, hem yapıtların anlatısı, hem sergi alanının geçmişi ile kurulan diyalog hem de izleyen ile kurulan ilişki üzerinden bir cevaplar listesi hazırlama ve sunma önemli idi.
“Müşterek/Unified” başlığı, aynı zamanda bizim Mardin kenti ile kurduğumuz ilişkiyi, eserlerde kullanılan farklı mecraların -geleneksel yöntemlerle üretilmiş seramikten yapay zekâya uzanan- çeşitliliğini ve bu çeşitliliğin uyumunu, dört farklı mekâna yayılan çalışmaların sergi alanları ile kurduğu diyaloğun kapsayıcılığını da temsil ediyor. Serginin bağımsız bir kolektif sanat alanı olan EXIT’de düzenleniyor olmasının da alt metninde yine “müşterek” olmaya bir selam mevcut. Kolektifin bu yaklaşımı odağına alan bir açılış sergisi ile sürece başlaması da ayrıca önemli. EXIT’ in ilerleyen zamanlarda da aynı dinamikle sanatçılara alan yaratabilmesi ve tüm çalışmaların sürdürülebilir olması elbette ki en önemli dileğimiz.
6. MARDİN BİENALİ “GELECEĞE” Sayısı
ArtDog Istanbul basılı dergi satış noktalarını görmek için tıklayın.
Kapak Görseli: Halil Altındere, “Star Wars: Mardin,” 2024, 3D animasyonlu video, 3D Generalist: Utku Turan
PİLOT Galeri’nin izniyle
Mardin’in Derinlerine Araştırma
Sanatçıların hem sizinle hem de birbirleriyle müşterek noktası ne oldu, nasıl bir araya gelindi, getirdiniz? Sizi bir araya getiren ortak nokta neydi?
Öncelikle bizi bir araya getiren “tarihi bilinç” oldu. Özellikle 5. Mardin Bienali’nde Mardin’i derinlikle gezmiştim. Bu sırada elbette kentin büyüleyici kültürel tarihi ile karşılaştım. Küratörlüğünü üstlendiğim sergilerde önceliğim, sergilediğim eserleri/ mekânları/ temaları/ yöntemleri/ … öğretici bir misyonla bir araya getirmek. Bu sergide de önceliğim, Mardin’in derinlerine inerek, kente dair tüm değerleri araştırmak ve keşfettiklerimizi görünür kılmak idi. Bu nedenle, sergiye davet ettiğim sanatçıların bu tarihi duyarlılığa ve araştırma şevkine sahip isimler olmasını önemsedim. Çalışmamız sürecinde yanılmadığımı da anladım. Ahmet Rüstem Ekici ve Hakan Sorar, üretimlerinde arkeoloji-sanat tarihi disiplinine olan ilgileri ile hep takip ve takdir ettiğim sanatçılardı. Cansu Sönmez de özellikle kent-doğa-ekolojiye dair yenilikçi çalışmaları ile oldukça başarılı bulduğum, tarih/araştırma duyarlılığı yüksek bir sanatçı. Sergide yer alan diğer isim de Mehmet Çimen. Mehmet Çimen, Mardinli bağımsız bir sanatçı. Ayrıca benim de çok eski öğrencim. Mehmet Çimen’in sanatsal üretimlerinde ve yaşamında Mardin kenti ile kurduğu bağa tanıklıklarım mevcut. Bu tanıklıklar ve kente aidiyetin önemi nedeniyle de Mehmet Çimen’in bu anlatı/sergi sürecine dahil olması çok önemli idi. Sergi hazırlık sürecinde oldukça verimli ilerleyen araştırma/okuma/birbirimize öğretme toplantıları gerçekleştirdik. Ortak noktamız elbette hepimiz için hep ‘Mardin’ oldu. Aslında biz de bu süreçte ‘Mardin’ ile müşterek olduk.
Eserlerle şehir arasında nasıl bir bağ kurdunuz?
Mardin’e seyahatimiz öncesinde sanatçılarla gerçekleştirdiğimiz okuma-araştırma sürecinin ardından Mardin gezisi yaptık. Gezi öncesinde Mardin’e gittiğimizde görmek istediğimiz tarihi yerler, tanışmak- karşılaşmak istediğimiz kişiler, kentin kültürel-sosyal tarihine dair de deneyimlemek istediğimiz tüm unsurları not etmiştik. Mardin’de Dara Antik Kenti’ni ve 5. yüzyılda inşa edilen Süryanilerin Deyrulzafaran Manastırı’nı gezdik. Deyrulzafaran Manastırı’nın dört bin yıllık bir ‘Güneş Tapınağı’ üzerine inşa edilmiş olması ve iki yapıyı da deneyimlemiş olmamız, üretimlere ilham oldu. Ayrıca, bir manastır yapısının pagan ‘güneş tapınağı’ üzerine inşa edilmesinde de yine ‘müşterek’ bir yaklaşım mevcut. Eski Mardin tarihine dair bilgiler edinebileceğimiz, sözlü tarih çalışması yapabileceğimiz kişilerle karşılaştık, konuştuk. Özellikle bu süreçte Mardin’in çok dilli- dinli yapısı, kültürel katmanlılığı, kültürü muhafaza edebilen yönüne odaklandık, bugüne ulaşabilenlerle yüzleştik.
Güneş ve Şemsiler
Bu odakta Mardin’de halen yaşayan farklı dinlere mensup isimlerle tanıştık, kente dair derin bilgileri, deneyimleri dinledik. Tüm keşif sürecimizde kente dair en önemli sembolik unsurun “güneş” olduğunu anladık, gördük. “Güneş”, kentin planlamasından inanç biçimlerine, mimari yapılardaki sembolik kabartmalara dek her detayda karşımıza çıktı. Örneğin, Mardin’deki sivil-dini pek çok yapıda güneş- su damlası bezemesi göze çarpıyor. Şehirde farklı inançlara mensup isimlerle konuştuk. Özellikle kentin güneş ile kurduğu bağdan etkilenerek ‘şemsiler’in izini sürdük. Günümüzdeki yaşam koşullarına, inanç ritüellerine dair bilgi edindik. Kentin ekolojik -doğa tarihini okuduk. Çalışmalar tüm ifade ettiğim unsurlardan ilham aldı. Sanatçılar çalışmalarını bu karşılaşmaların ardından daha da derinlikle ve büyük heyecanla ele aldılar. Ayrıca Mehmet Çimen’in Mardinli olması da bu süreçte bize önemli katkı sundu. Kılavuzumuz –detaylarda- Mehmet Çimen oldu. Bu noktada profesyonel rehberimiz Lokman Açıl’a da ayrıca teşekkür etmek istiyorum. Bize büyük katkı sundular.
Sergi mekânı olarak eski bir Süryani yapısını kullandınız. Tarihe önem veren bir küratör olarak, yapıyı seçme sebepleriniz ve etkilendiğiniz nokta neydi?
Sergi alanı olarak seçtiğimiz binanın daha önce Süryani bir ailenin yaşadığı ev olduğunu öğrendik. O ailenin ardından yeni sahipleri 30 yıl önce evden ayrılmışlar ve ev bugüne dek kapalı kalmış. Mardin’e yaptığımız ilk ziyarette binanın restorasyon öncesi durumunu görme şansı edindik. Evdeki eşyalar sahiplerine iletilmiş. Fakat bazı minik detaylar bizi çok heyecanlandırdı. Örneğin, evde bulunan tüplü televizyon gibi otuz yıl öncesini bize hatırlatan ev eşyaları, yıllar önce yazılmış minik notlar, ilaç şişeleri… Sergi mekânı, hikâyesi olan eski bir ev. Bina, restorasyonun ardından “Invited: Müşterek/Unified” ile açıldı ve artık EXIT Kolektif olarak faaliyetlerini sürdürecek. Çalışmaların üretiminde Mardin kent kültürü-güneş kültünün izi kadar sergi mekânının hafızası da önemli bir kaynak niteliğinde idi. Bu nedenle sergi dört ayrı mekânda aynı zamanda mekân ile bütün olan mekân yerleştirmeleri şeklinde düzenlendi. Kurulumun son gününe dek mekânın hafızasına dair bildiklerimiz, bize anlatılanlar, ayrıca ekip olarak bizim keşiflerimiz ile de daha da şaşırtıcı boyuta ulaştı. Sergi açılışımızda bulunan eski ev sahiplerinden dinlediklerimizin heyecanımızı daha da artırdığını ifade etmeliyim.
Mardin’in önemli özelliklerinden biri, çok dilli olması. Türkçe her ne kadar “müşterek / ortak” dil olsa da Arapça, Kürtçe ve çok az kalsa da Süryanice de konuşulur. Serginin içine nasıl dahil ettiniz bu dilleri?
Mehmet Çimen’in “Melez Topraklar” çalışmasında mekân yerleştirmesinde bir ses enstalasyonu mevcut. Bu çalışma, tamamen Mardin’in çok dilliliğine odaklanıyor. Çimen, daha turistik olan sokaklardan-caddelerden uzakta olan alt mahallelerdeki en doğal sokak seslerinden aldığı kayıt ile oluşturduğu ses enstalasyonunda sergi alanına dışarının çok dilliliğini taşıyor. Bu enstalasyona Dara Antik Kenti’ni temsil eden ve izleyicinin interaktif katılımı ile ayak izi bıraktıkları bir kum yerleştirme ve bir video eşlik ediyor. Ayrıca, kamusal alanda kullandığımız Ahmet Rüstem Ekici ve Hakan Sorar’ın çalışması olan “Geçici Katman” tekstil çalışmalarında da beş dilli (Türkçe- İngilizce- Süryanice- Kürtçe- Arapça) künyeler kullandık.
Geçmiş ve En Yeninin Uyumu
Sergide kullanılan malzemeler çok çeşitli. Seramik, Mardin toprağı, tekstil gibi yöresel malzemeler yanında videolar da ön planda. Yine aynı şeyi gibi olacak belki ama bu kadar çeşitli malzemenin “müşterekliği” neredeydi?
Daha önce de söz ettiğim üzere, Mardin’in çok katmanlı tarihi-dili-dini-kültürü, güneş ile bağlantılı kent planı-yapılanması, ekolojik unsurları, coğrafi koşulları, bitki örtüsü gibi ilham aldığımız unsurların yanında söz ettiğim üzere ‘müşterek’lik sergi tasarımı-kullanılan malzemeler ve izleyen ile kurulan temasa dek uzanıyor. Sanatçılar geleneksel malzemelerle yapay zekâyı bir arada kullanan bir anlatı dilini kullandılar. Geçmiş ve en yeninin uyumlu birleşiminde aslında ne denli estetik bir dil geliştirilebileceğini deneyimlerle ifade etmek istedik. Elbette kullanılan bu yöntem de alt metninde metaforik bir anlamı barındırıyor. Ne denli farklı olursan ol, uyumlu bileşenlerle yan yana geldiğinde ne derin anlatılar geliştirilebileceği sorgusu bu anlam arayışının odağında yer alıyor. Tam da bu noktada Borsanat’a, Missem Canmutlu’ya teşekkürlerimi sunmak istiyorum. En yeni teknolojik malzemeleri, aygıtları sergi alanına, Mardin’e taşımamıza büyük katkı sundular. Çalışmaların tümünde ileri seviye dijital teknolojilerin kullanılabilmiş olması bu konuda sunulan desteği daha da önemli kılıyor.
Sırada Mini Sergiler
Sergi evet Mardin’in geçmişine eğiliyor, bağlar kuruyor. Ama şunu sormak istiyoruz: Günümüz Mardin’i ve Mardinlilerle ne kadar müşterekleşebildi?
Sergide Mardin’i anlatıyor olmamız, Mardinlilerin ilgisinin oldukça aktif olmasına neden oldu. Mardin’de atölyeleri olan bağımsız sanatçılardan da olumlu dönüşler aldık. Bu bizim için önemli idi. Örneğin, henüz sergimiz açılmak üzereyken evin bulunduğu mahallenin muhtarı olduğunu sonradan öğrendiğimiz bir yaşlı teyzeye sergiyi gezdirdik. Bu bizi sergi henüz açılmadan çok heyecanlandırdı. Ayrıca 08-09 Haziran 2024 tarihlerinde sanatçılarımız Mardin’de EXIT Kolektif’te lise öğrencilerinin de katılımı ile 16 yaş üzeri katılımcılara ücretsiz atölyeler yapacaklar.
Ahmet Rüstem Ekici ve Hakan Sorar “Kentin Katmanlarında Artırılmış Gerçeklik Atölyesi” başlıklı atölyede sergide kullandıkları artivive teknolojisini katılımcılara öğretecekler. Ayrıca Cansu Sönmez de “Doğa ve Sanat Ekseninde Bio Materyal Üretimi” başlıklı atölyede zeytin atığından yapılmış derinin üretimini yine deneyim ve üretim odağında anlatacak. Atölyelerin ardından atölye çıktılarını ‘mini sergilerle’ izleyenlerle paylaşmayı planlıyoruz.
SANATÇILAR ANLATIYOR
Sanatçılar için tek hazırladık: İşinizi (işlerinizi) kısaca anlatabilir misiniz ve eserinizi (eserlerinizi) Mardin ile nasıl “ortaklaştırdınız”?
Şehrin Güneşle İlişkisini ve Optik İllüzyonlarını İnceledik
AHMET RÜSTEM EKİCİ ve HAKAN SORAR
Sanat pratiğimiz, genellikle göz ardı edilen ve ötekileştirilen arkeolojik verilerle çalışmak üzerine kurulu. Geçmiş sergilerimizde Aşıklı Höyük’te toplumsal cinsiyet, Kütahya’da kurbağa biçimli libasyon kapları üzerinden iz bırakma ve ilişkilenme biçimlerine odaklanmıştık. Mardin Bienali’nde, “Invited / Davet Edilen Müşterek” sergisi ile şehrin güneşle olan ilişkisini ve optik illüzyonlarını inceledik. Güneşe, Şemsilere, tapınaklara, izlere ve dokulara odaklandık.
“Hesaplanabilir Döngüde Olan” adlı yapay zeka kelimeden video eserimiz, hologram fan teknolojisi kullanarak ışık, ses ve rüzgar katmanlarını birleştiriyor. Bu teknoloji ile mekânda, izleyiciye adak, dinler ve kurban kültürü üzerinden bir deneyim sunan bir illüzyon deneyimletiyor. Hologram fan üzerindeki her çipe gönderilen verinin kendi döngüsü bu yanılsamayı yeni bir katman olarak mekanda var ediyor. SKYLARK müzik grubu üyesi Kerem Sülün’ün mekâna özgü tasarladığı ses ile bu katmanlı yapıyı destekledik.
“Gölge Yapısı” isimli eserimiz, Mardin toprağının sıkıştırılmasıyla oluşturuldu ve 3D kil baskı pişmiş seramikle güneş saati gibi konumlandırıldı. Analog ve dijitalin birleştiği bu eser, ışık ve gölge oyunlarıyla zenginleşmiş bir yapıya evrildi. Monoearth ve Solidified Design ile iş birliği yaparak toprağın şekillendirilmesi konusunda önemli deneyler gerçekleştirdik. Tapınağımız Mezopotamya’dan ilhamla her yönden girişi bulunan ve açıklığı bol bir yapıda tasarlandı. İçine ise güneş neredeyse hiç girmiyor ve tüm açıklığa rağmen gölgeyi kutsayan bir tapınak olarak mekanda yer edindi. 3D printerdan çamur basmayı Anadolu’da binlerce yıldır şekillenen toprak biçimlerine bir yenisini eklediği için çok değerli buluyoruz. Özellikle sırlamadan, tüm katmanları ve dokuları görebileceğimiz şekilde konumlandırdık. Üretim biçimi olarak hem toprak dolgu ve toprak tahliyeli Güneş tapınaklarına hem de üst üste binen yapılara referans veriyor.
“Theatrum Mundi – The Surface” deneyimimizde, mekânı 3D tarama yöntemleriyle taradık ve restorasyon öncesi geçmişini sanal olarak kurguladık. Bu süreçte mekanda kapatılmış bazı pencereleri fark ettik. Bu pencerelerden ışığı yeniden davet ederek izleyicinin Mardin desenlerini deneyimleyebilecekleri ve mimaride pencere demirlerinin varoluşunu sorgulayabilecekleri bir deneyime dönüştürdük. Artun İmamoğlu’nun katkılarıyla yüzeylerde ışığı yönlendirerek, coğrafi sınırların olmadığı bir düzlemde gölge illüzyonları oluşturduk.
“Geçici Katman” isimli tekstil çalışmalarımızda, hem yapay zeka hem artırılmış gerçeklik kullanarak görünen ve görünmeyen arasındaki bağları kurduk. Bu çalışmalar, Mardin’in dokusundan ilham alarak kamusal alanlarda geçici olarak yer aldı ve AR araçları ile bilgi inşası üzerine bir deneme gerçekleştirdik.
Mardin’de Deyrulzafaran Manastırı’nın güneşle ilişkisini, şehrin taş işçiliğindeki güneş desenlerini ve optik illüzyonları inceleyerek eserlerimizi şekillendirdik. Bu eserler, Mardin’in tarihi ve dokusuyla derin bir bağ kurarak, şehrin katmanlarını sanatla buluşturmayı hedefliyor. Ebru Nalan Sülün’ün daveti ve katkıları, Bor Sanat / Bor Holding’in desteği ve Mardin’de yolumuzun kesiştiği herkes sayesinde bu projeleri hayata geçirdik.
Şemsilerin, Güneşe Tapanların, Güneşin İzini Sürdük
CANSU SÖNMEZ
Çalışmalarımda temel olarak kültürel miras ve doğal elementlerin birleşimini araştırdığımı söyleyebilirim. Invited/Müşterek sergisi için doğa, mimari, tarih ve kültür unsurlarını bir araya getirerek disiplinler arası bir yaklaşımla üç farklı çalışmadan oluşan bir enstalasyon tasarladım. Hepimiz başlangıç olarak kentin katmanlılığını, ruhunu, derinliğini yeni teknolojilerle birleştirerek yenilikçi bir perspektifle ele almaya çalıştık. Mardin’in güneşle olan ilişkisini araştırırken küratörümüz Ebru Nalan Sülün’ün de bahsettiği gibi Şemsilerin, güneşe tapanların, güneşin izini sürdük.
Bu yolda ziyaret ettiğimiz Deyrulzafaran Manastırı’ndan çok etkilendim. Bu etkilenme üzerine Deyrulzafaran Manastırının dört bin yıllık bir güneş tapınağı üzerine inşasından ve yapımında sarı renk vermesi için kullanılan safran bitkisinden yola çıkarak araştırmamı derinleştirdim. Bir bitkinin mimariye etki etmesi, bitki araştırmaları yaptığım bu son dönemde bana ilham verdi. Araştırmamda ismini safrandan alan Manastırın etrafında eskiden bu bitkinin yetiştiğini öğrendim. Şu an her ne kadar safran Mardin’de yetişmese de safranlı çay vb. yiyecekler manastırda ve kentte yaygın. Bitkinin mensup olduğu crocus (çiğdem) ailesi ise Hititler’de baharın gelişinin kutlandığı önemli bir sembol. Baharla birlikte açan çiğdemlerle Hititlerin kutladığı ve güneş tanrıçasına sunu yaptıkları AN.TAḪ.ŠUM (ŠAR) bayramı aşağı yukarı “gök soğanımızı arttırsın” demek. Hititlerden günümüze kalan ritüel Anadolu’da hala “çiğdem gezmesi” olarak kutlanılıyor. Ben de bu kadar kültüre etki eden bir bitkinin türü olan safranın, Mardin’de bugünkü varlığına ve yokluğuna dair açtığım bu sorgulama da mekana safran bitkisinin en değerli kısmı, stigmalarını amorflaştırarak kullandığım seramik, elektronik ve mekanik temelli Robotik Zafaranlarımı yerleştirdim. Safranlar, sirkadiyen döngüleri bozuk, farklı zamanlarda açılıp kapanan kinetik bir kurguda mekana yerleştiler. Seramiklerin yapım sürecinde emeği geçen Mustafa Karaca’ya, Emrah Tunaboylu’ya ve Hakan Dağlı’ya teşekkür etmek istiyorum.
Mekanda tam karşıda konumlanan güneş soyutlamasını, zeytin atıklarından oluşturulmuş biyomateryal deriden ürettim. Soyutlama için güneşin plazma dokusunu, yakından çekilmiş teleskop görüntülerini araştırıp, inceledim. Güneşin fiziki yapısındaki bulgurcuklu dokular bana çorak toprakları ve insan tenini anımsattı. Bu insan tenine ve çorak topraklara benzeyen yüzeyi vegan deriden gerçekleştirme fikriyle yola çıktım. Araştırma sürecimde Anadolu’dan yayıldığı bilinen zeytin gibi değerli bir bitkiden deri üreten Oleatex firmasıyla tanıştım. Ve firmayla iş birliği yaparak mekandaki nişe özgü yerleştirme için yüzey çalışmaları yaptık. Mardin’deki Derik zeytininin varlığı ile örtüşen malzeme seçimi, dokusal ve ışıksal bir kurgu ortaya çıkararak, güneşin giderek daha yaklaştığı bir atmosferi betimledi. Araştırma sürecinde rehberimiz Lokman Açıl’ın kent ile ilgili verdiği bilgilerden biri de güneşi içeri davet etmek üzere kurulu şehrin kuzey kısmında yerleşim olmadığı şeklindeydi. Mardin’in güneşin doğuşunu ve batışını izlemeye odaklı kent kurgusu da çalışmanın metaforunu güçlendirdi. Güneşin yakın görüntülerinin tasviri, güneşten bir parçayı kopartıp mekanın içine davet eden bir pencere açtı. Bu dev yıldızın sürekli değişen yüzeyleri ve ışıklarının etkisinde yaşam bulan dünya ile etkileşimini yakın kadrajda ele almayı hedefleyen çalışmanın ismi Daha Yakın. Çalışma, unutulan doğayı kutsayan, Robotik Zafaranlara bir ışık hüzmesi yarattı. Çalışma, bereketlendiren ve bazen kurutan bu sıcaklığa dair bugünün teknoloji dünyasından bakışımızın daha çevre dostu olması gerektiğini belirten bir uyarıcı niteliğinde mekanda yerini aldı.
Bu ekolojik sunağın tam karşısında konumlanan projeksiyonda ise yapay zeka ile oluşturulmuş bir video yer alıyor. Sirkadiyen Çözülme isimli 2 dakikalık video Nasa’nın çektiği güneş yüzeyinin yakın çekimi, bulgurcuklu doku ile açılıyor. Bu yüzey zeytinle buluşup karışıyor ve güneşten bir parça toprağa düşüp onu bereketlendiriyor. Safrana dönüşen güneşi Deyrulzafaran ile tekrar buluşturduğum sahneden sonra, safranın yok olduğu ya da tohumların saçıldığı gibi algılanabilecek bir ikilik üzerinden ele aldığım son sahne ile video kapanıyor. Bu ikilik, güneşin peşinde bitki, mimari ve doğaya dair yok oluşları, yeniden doğuşları ve yaşamın muğlaklığını temsil ediyor. Kapitalosen çağında insanın yarattığı çözülmelerin birbirine karıştığı video, biyolojik saate olan doğrudan müdahaleyi anlatıyor. Videonun ses tasarımı için SKYLARK müzik grubundan Kerem Sülün’e ve video sürecimde desteklerini esirgemeyen Ahmet Rüstem Ekici ve Hakan Sorar’a teşekkür ederim.
Sonuç olarak, Mardin’in tarihi, kültürel bağlamlarını ve doğal dokusunu eserlerime entegre ederek, bu kadim kentin geçmişi ile günümüz sorunlarını bir araya getiren bir anlatım geliştirdim. Çalışmalarım Mardin’in zengin mirasını çağdaş sanatla buluşturarak izleyicilere yeni perspektifler sunmayı amaçlıyor. Süreçte destekleriyle yol açan Ebru Nalan Sülün’e, Bor Sanat’a, Missem Canmutlu’ya, her problemimize koşturan Ece Çavuşoğlu’na, dostluğu ve rehberliğiyle Mehmet Çimen’e, Exit kolektif mekanının kurucularından Seçkin Acar’a teşekkür ederim. Böyle katmanlı bir kentin sokaklarında birçok kültürle Müşterek olmanın fırsatı için çok teşekkürler.
Geçmiş Gelecek Oldu
MEHMET ÇİMEN
Halihazırda Mardin’de yaşayan bir sanatçıyım. Mardin Bienali’nde ikinci edisyonundan itibaren rol alıyorum. Bu yıl ikincisi düzenlenen “Invited”, Bor Sanat’ın desteği ile, ilk kez küratöryel bir çalışma olarak Ebru Nalan Sülün öncülüğünde yapıldı. Serginin mekanının, Seçkin Acar ile yeni kurmuş olduğumuz Exit kolektifte olacağı bilgisi bizi heyecanlandırdı.
Ebru Nalan Sülün’ün önerdiğim projeyi kabul etmesi, bizleri “Müşterek” sergisinde bir araya getirdi. Mardin Bienali’nde üstlendiğim görevlerin yanı sıra sanatçı kimliğimle Invited’da olma fırsatı için Ebru Nalan Sülün hocama teşekkür ederim. Mardin’e gelmeden araştırmalara başlayan sanatçıların bulgularının derinliği, zenginliği beni çok şaşırttı ve aynı düşüncelerin birbirini takip etme duygusu çok mutlu etti. Şehrin katmanlarını özümsemek için her taşın altına bakıp bir şeyler aradığımız heyecanlı bir süreç geçirdik. Farklı dillerinden ve farklı dinlerinden çok şey öğrendik. Geçmiş gelecek olmuştu. Ebru Nalan Sülün rehberliğinde yeni öğrenmelere kapı aralayan bir serüvene sürüklendik.
Çalışmam “Melez Topraklar”, birkaç katmandan oluşuyor. Birincisi işin sergilendiği mekânın içerisine girildiği an ışık enstalasyonu izleyiciye yön veriyor. Hareket algılayıcı sensörler mekânın içine giren misafirlere tepki verip bu eski yapının ruhunu canlandırıyor.
İkinci katman ise bir ses yerleştirmesi. Mardin kentini deneyimleyen misafirler genelde turistlik mekanları deneyimler, ki bu deneyimledikleri sokak tarihi Mardin’in araç trafiğinin olduğu yerdir. Ve şehirli ticareti o cadde üzerinde yaptığı için ortak dil kullanılır. Misafirler daha alt sokaklara indikçe karşılaştıkları farklı sesleri konu aldım. Ses yerleştirmemde çok dilli ve çok dinli bu sokakların seslerini kayıt altına alıp mekânın içine yerleştirdim, bir nevi bir sokak yarattım. Kürtçe bir ağıt, bir “dengbej”, Süryanice bir ilahi, Arapça bir masal, çocukların oyunları Kürtçe ve Arapça, kelimelerin birbirine geçmeleri…
Sadece insan sesleri değil, Mardin’de yaşayan diğer canlıların sesleri de var. Bir atın, katırın, eşeğin merdivenlerden geçerken ayak sesleri, akşam serinliğinde gökyüzünde çığlık çığlığa uçuşan kırlangıç sesleri, bir güvercin, bir serçe sesi…
Üçüncü katman bu sesleri duyarken insanların mekânın içinde dolaşmaya başlamasıyla oluşuyor. Ziyaretçiler, farkında olmadan zemine yerleştirilen toprağa ayak izleri bırakıyorlar. Bu dinleyici, birden bir performansın parçası oluyor. Bir önceki misafirlerin bıraktığı ayak izlerine basıyor ve onların izlerini siliyorlar. Onlardan sonra gelecek misafirler onların izini silecek. İzlerin sürekli değiştiği, dönüştüğü zeminde devingen, geçici bir katman oluşuyor.
Dördüncü ve son katman ise Dara Antik Kentinin işe olan etkisinin anlatımıyla gerçekleşiyor. Dara Antik Kentinin bir bölümü kaya mezarlarının olduğu alan ve her gün yüzlerce turist ağırlıyor. Mezar odalarının açık bölümlerinde gezen ziyaretçiler mekânın içinde bulunan toprağın üstüne ayak izlerini bırakıyorlar. Süreçte birbirine geçen o izlerin bazen iç içe geçip farklı bir motif oluşturduğunu fark ettim ve macro fotoğraf çekimlerini yaptım, o detayları yapay zekayla bir araya getirip bir video ürettim. Ve aynı o kaya mezarının benzeri bir nişin içine yerleştirdim. Dara antik kentinden aldığım küçük bir örnek toprağı zeminime yerleştirdiğim toprağa ekledim. Dara’daki toprak; bitki, böcek kalıntılarının toza dönüşüp içine hapsettiği fosil bir toprak, aynı zamanda kaya mezarı olduğu için iskelet kalıntılarından, insan bedeninden parçaları da barındırıyor. Bir şekilde her ziyaretçi o bedenlerin üzerinde yürüdü. Dara Antik Kentinin Kralı Darius o toprağa basmıştı, şimdi siz basıyorsunuz ve bizden sonraki nesil bu toprağa basacak cümlesiyle her şeyin gelip geçiciliği sadece toprağın kalıcılığını vurguladığım enstalasyon, çağdaş anlatımla vanitasa gönderme yapan etkileşimli bir çalışma.