Çalıştırılan köpekler hakkında en eski referanslar Viking kaynaklarına kadar uzanıyor. Viking kültüründe çalışarak ya da refakat ederek insanların gözünde değer kazanan köpekler, birlikte yaşadıkları kişinin yanına gömülme şansı(!) kazanıyordu. Üstelik İskandinav mitolojisinde, köpek bekçiliğin/çobanlığın/avcılığın/iz sürmenin ötesinde, yer altı dünyasında da bir rehber vazifesi görüyordu.
Avrupa’da insan eliyle tasarlanmış çok sayıda çoban köpeği, isimlendirilerek ve sınıflandırılarak günümüze kadar ulaştı. Bu hayvanlar koyun ya da sığır gütme yeteneklerinin yanında muazzam zekalarıyla da dikkat çektiler ve zamanla farklı işlerde çalıştırıldılar. Özellikle Birinci Dünya Savaşı yıllarında, insan için hayati önem taşıyan varlıklara dönüştüler. Yaralılar için tıbbi malzeme taşıyor, iz sürüyor, alarm veriyor ve bu şekilde cephedeki sayısız askerin hayatını kurtarıyorlardı. Hatta ağır yaralıların ölmelerinde huzur verici ve sakinleştirici bir etkileri olduğu bile biliniyor. İkinci Dünya Savaşı sırasında ise Amerikan halkının orduya bağışladığı ev köpekleri, belli eğitimlerden geçirilerek cephede keşif amaçlı kullanıldı. İnsanlarından düzinelerce fazla kat kokuya duyarlı reseptöre sahip köpekler, düşmanın kokusunu önceden alarak hizmet verdikleri ordulara büyük avantajlar sağladılar. Cephelerde çalıştırılan bu köpekler, neredeyse bir kilometre uzaklıktan bir kokuya kilitlenebiliyordu. Köpeklerin bu sıra dışı gücü, Kore ve Vietnam gibi insanlık suçlarıyla dolu savaşlarda da kullanıldı.
Büyük Acılara Maruz Bırakıldılar
Savaş köpekleri, aldıkları yeni eğitimlerle güvenlik köpeklerine dönüştürüldüler. Koruma, uyuşturucuyla mücadele ve arama kurtarma gibi görevleri günümüzde başarıyla sürdürüyor ve tüm dünyada milyonlarca kişiyi kendilerine hayran bırakarak ‘kahramanlaştırılıyorlar’.Köpeklerin sömürülmesi, elbette sadece savaş cepheleriyle sınırlı kalmadı. Tartışmalı sonlara sahip uzay araştırmalarından korku filmlerini aratmayan laboratuvar deneylerine kadar farklı işler için aklımızın alamayacağı kadar büyük acılara maruz bırakıldılar. Dünyanın çeşitli coğrafyalarında etleri yenildi, kürkleri ve kemikleri farklı amaçlar için kullanıldı. Dahası eğlence endüstrisinde de diğer hayvanlar gibi acımasızca kullanıldılar. Tütü giydirilmiş, iki ayağı üzerinde yürüyen köpekler, oradan oraya atlayıp zıplayarak, kendileri muhtemelen büyük acılar çekerken bilinçsiz izleyicileri kahkahaya boğdular.
Sovyetler Birliği, 3 Kasım 1957’de Moskova sokaklarında bulunmuş küçük ve melez bir köpek olan Laika’yı taşıyan Sputnik 2’yi uzaya fırlattı. Bu olay dünya tarihinde bir dönüm noktasıydı. Meyve sinekleriyle başlayan uzay çalışmaları, astronotlaştırılan bir köpekle yeni bir boyut kazanmış oldu. Tüm dünyayı heyecana boğan bu olay Laika’nın dönüş yolunda ölümüyle sonuçlandı. Laika, heykelleri ve kitaplarıyla efsaneleşti, bir modern kültür ikonu haline geldi. Böylece kuyruğunu sallayarak sokaklarda mutlu bir yaşam süren bu küçücük köpeğin, muhtemelen ağır bir şoka girerek, nefes alamadan, acılar içindeki ölümü de halının altına süpürülmüş oldu.
Hayvanlara bakışımızdaki türcülük ve ikiyüzlülüğümüz, konu köpekler olduğunda adeta katlanıyor. Binlerce yıl önce insana avcılık faaliyetinde yardımcı olmak ve karşılığında yemeği paylaşmak için yaklaşan bu muazzam hayvanların genetik zenginliği, zaman içinde farklı büyüklükler, renkler ve şekillerde çoğaltılarak bir metaya dönüşmelerine neden oldu. Hayvanların kendileri için yaratıldığına ve üstün varlıklar olduğu yanılgısına düşen insanlar bu sömürüyü günümüze dek sürdürdü. Köpekler modern dünyada, insansız yaşamını sürdüremeyecek, bağımlı canlılar haline getirildiler.
Türkiye’de özellikle son dönemde yaşam hakkı savunucuları ve karşıtları olarak bölünen iki grubun köpekler için karşı karşıya geldiğine tanıklık ediyoruz. Köpeklerden nefret eden, yok edilmeleri, sokaklardan ve şehirlerin etraflarındaki arazilerden kazınmaları gerektiğini düşünen, azımsanamayacak kadar çok insan var. Bunların arasında bir köpekle yaşayanların da olması, insanı daha da derin bir dehşete sürüklüyor. Bu durumu belki de türcülüğün türcülüğü olarak açıklamak daha doğru. Yaşam hakları ihlal edilen ve ellerinden alınan, kafalarına kürekle vurularak, zehirlenerek, yakılarak, tecavüze uğrayarak, ağaçlara asılarak, bacakları kesilerek öldürülen köpeklerle sorunlu ilişkimiz, depremin yarattığı toplumsal şok sonrasında yeniden ama farklı bir şekilde gündeme geldi.
O Artık Yok
Tıpkı 20. yüzyılın kanlı savaş günlerinde olduğu gibi, onların arama-kurtarma amaçlı kullanılıyor olması yeniden gündeme geldi. Depremde enkaz altında kalan insanların kurtarılması için dünyanın dört yanından yardıma gelen ekiplere eşlik eden köpekler, gece ve gündüz çalışarak sayısız kişiyi hayata döndürdüler. Bu köpeklerden biri de Meksika ekibine eşlik eden Proteo’ydu. Ana akım medyanın hızlı bir şekilde kahramanlaştırdığı ve milyonlarca kişiyi ekran karşısında buluşturan Proteo’nun beklenmedik ölümü, köpeklere karşı sergilediğimiz toplumsal ikiyüzlülüğün en çarpıcı örneklerinden birinin ortaya çıkmasına neden oldu. Birkaç ay öncesine kadar köpeklerin acılar içinde ölümünü umursamayan ya da kayıtsız kalarak izleyen yüz binlerce kişi onu onurlandıran paylaşımlar yapmaya başladı. Şiirler, illüstrasyonlar, fotoğraflar, gözyaşları, ağıtlar… O artık yok. Bundan sonra başka felaketlerde yeni insanlar kurtarmak için yeni Proteo’lar üretilecek, yetiştirilecek ve çalışmaya hazır hale getirilecek. Fakat hiçbir köpeğin çalışmak isteyip istemediğiyle ilgili onayı alınamayacak. Köpekler genetik bir kodlanma neticesinde kuşaktan kuşağa geçen, insana besledikleri sonsuz aşkın kurbanı olmaya devam edecekler. Öte yandan eklemek gerek: Proteo, şanslı bir köpekti. Sevildi, bu sevgiyi hissetti. Acı çekmedi, konforlu bir hayatı oldu. Sadece Türkiye’de değil, dünyanın farklı noktalarında çok sayıda insanın hayatını kurtardı… Onun kadar şanslı olmayan, sokaklarda ya da şehir dışlarındaki arazilerde doğan, yapayalnız yaşayan, dışlanan sayısız köpek var. En az Proteo kadar hayranlık uyandıran özelliklere sahip bu hayvanları hiçe saymak, kısırlaştırmanın önemini ve bir devlet politikası haline dönüşmesini umursamamak, sosyal medyanın tüm bilinçlendirici parametrelerine rağmen, ırkçı bir bakış açısıyla satın almaya devam etmek ve merdiven altı üretimi teşvik etmek ne yazık ki sona erecek gibi görünmüyor.
Hal Herzog, Sevdiklerimiz Tiksindiklerimiz Yediklerimiz (YKY, 2019) adlı kitabının ön sözünde bir arkadaşından şöyle alıntı yapıyor: “İnsanların hayvanlara dair düşünme biçimlerindeki biricik tutarlılık, tutarsızlığın ta kendisidir.”
Şiirsel Adalet
Proteo ile ilgili çarpıcı bir sosyal medya paylaşımına imza atan BurHak* grubundan Cansu Özge Özmen’in konuyla ilgili görüşünü aldık: “Medyada ve sosyal medyada yayınlanan birçok insan-hayvan etkileşimi, romantize edilerek hayvanların insanlar için pragmatik nedenlerle kullanımını meşrulaştırıyor. Son haftalarda bu etkileşimlerden en çok rastladıklarımız ise enkaz altından insanların kurtardığı evcil hayvanlar ve enkaz altında kalan insanların bulunmasına destek olması için kullanılan arama kurtarma köpekleri. Hayvan haklarını önemseyen birçok insan deprem öncesi dönemde, medyada düzenli aralıklarla gördüğümüz köpek düşmanı haberlere cevaben bu görüntüleri paylaşıyor. Bu paylaşımlarla ima ettikleri ise hayvan düşmanlarının da bir gün hayatlarını arama kurtarma köpeklerine borçlu olabilecekleri gerçeği… Bu şiirsel adalet kokan senaryo, kuşkusuz gerçekleşebilir. Köpeklerden nefret eden ve onların itlaf edilmesini isteyen kişi, enkaz altında kalabilir ve hayatını bir köpek kurtarabilir. Dolayısıyla o da köpeklere karşı tavrını değiştirebilir. Ancak bu imada da gerçekleşmesi umulan senaryoda da bir tutarsızlık var. Öncelikle bu ima -belki bir çeşit beddua- hayvanların rızaları dışında kullanılmasını normalleştiriyor. Eklemek gerekir ki, hayvanların ve çocukların rızalarının alınması hiçbir zaman mümkün değil. İkincisi ise hatalı bir varsayıma dayanıyor. Köpek tarafından hayatı kurtarılan kişinin tüm köpeklere karşı tavrını değiştireceği varsayımı. Bir arama kurtarma köpeğine minnet duymak ve onlar hakkındaki düşüncelerin değişimi, bu köpeğin insana sağladığı faydaya göre şekillenir. Dolayısıyla bir arama kurtarma köpeği ‘işe yaradığı’ ya da insan hayatını kurtardığı için değer kazanır. Buradan hareketle de hayvan fayda sağladığı sürece değerli görülecektir. Sokak köpekleri bu değerlendirme sistemine göre işe yaramazdır. Arama kurtarma köpeklerinin insan kurtarma işlevini öne çıkarmak da bu hayvanların hissedebilir ve kendilerine ait dünyalarının oluşu, iradeleri ve duyguları olan canlılar oldukları için değil, işe yaradıkları için değerli bulunduklarını onamak anlamına gelir.”