Modern zamanların en distopik günlerini yaşıyoruz. Bir virüs geldi ve çok övündüğümüz “ileri” sistemimizi altüst etti, bildiğimiz dünya düzenini sarstı. Pandemiden bütün sektörler ve insanlar çeşitli derecelerde etkilendi ve etkileniyor fakat bütün varoluşunu birebir seyirciyle ilişki üzerine kurulmuş performans sanatları en ağır darbelerden birini aldı. Seyircisiz bir tiyatro düşünülebilir mi? Sahneler kapalı kaldığı sürece neler olacak, tiyatrolar nasıl yaşayacak, alternatif tiyatro izleme biçimleri neler olacak-bir daha ne zaman salonlara geri döneceğiz, dönebilecek miyiz ve döndüğümüzde neler değişmiş olacak? Hepsi kendi alanlarında çok başarılı ve üretken dört tiyatro insanına korona ve sonrasında tiyatroyla ilgili düşüncelerini sorduk.
Berfin Zenderlioğlu
Şermola Performans-Yönetmen, Oyuncu, Dramaturg
“Tiyatronun zaman, dil ve seyirciyle hemhal olma arayışları…”
Tiyatro kendi özgürlük alanını yarattıktan sonra, hiçbir iktidar mekanizması ya da siyasi odak, sanatı ve sanatçıyı bu şekilde kuşatıp evlere kapatamamıştı. Çağımızın yeni hastalık biçimi olan virüslerin yarattığı mutasyon, görünen o ki tiyatrocuları, tiyatro sahnelerimizi ve seyircimizi büyük oranda olumsuz bir şekilde etkileyecek. Zaten tamamen seyirci desteğiyle ayakta kalan, inatla yoluna devam eden özel tiyatrolar, birer birer sahnelerini kapatmak ve oyunlarını iptal etmek durumunda kaldılar.
KÜLTÜR POLİTİKASIZLIĞI
Ülkeyi yönetenlerin kültür-sanat politikasızlığından yakınan bağımsız tiyatrolar, maalesef ki böylesi bir süreçte de ticari kurum muamelesi görüp, şu ana kadar hiçbir iyileştirme ve maddi destek alamadan iktidar nezdinde gözden çıkarılabilecek kurumlar arasında yerlerini aldılar.
DİREN TİYATRO
Korona virüsü ile birlikte, evlerde iletişimi türlü performanslarla yakalamaya çalışan tiyatro gurupları ve tiyatrocular aslında böylesi dönemlerde sanatın iyileştirici ve rehabilite eden yönünü yeniden açığa çıkarıyor. Seyirciyle hayat bulan, canlı ve interaktif olan tiyatro, diğer sanat dalları gibi bu karanlık günlere karşı yeni bir dil arayışı içerisine girip bir direniş alanı yaratıyor kendisine. Şimdilik bunun arayışları dijital medya ve instagram üzerinden yapılmaya çalışılıyor. Umudumuz en kısa sürede canlı ve gerçek olan sahnelerde, mekanlarda, seyircimizle sanaldan uzak, doğal bir iletişim yakalayabilmek. Öz’e dönmek.
GERÇEKLİK ZEMİNİ KAYDI
Gerçeklik zemininin bu kadar kaydığı, etrafımızdaki hayatın neredeyse her anının bir kurgusallığa dönüştüğü bu dönemde, yaşadığımız topraklarda ve tüm dünyada da sanatı nereye oturtacağımızın arayışı halindeyiz. Ne için tiyatronun yanı sıra, nasıl bir tiyatro yaptığımızın, özellikle güncel ve sahne sanatları gibi dilini, kurgusallığını alımlayıcısıyla tam da şimdiki zamanda paylaşan, sanat dallarında yeni bir dili nasıl oluşturduğumuz önem kazanacak.
DEVLET ACİL DESTEK OLMALI
Devletin acilen bu dönemde, diğer dünya ülkelerinin yaptığı gibi özel tiyatroların ayakta kalabilmesini sağlayabilecek ekonomik desteği oluşturması gerekiyor. Kurum ve bağımsız tiyatrolar arasında hakkaniyetli bir dağılıma gidilmeli; tiyatroyu profesyonel anlamda icra eden sanatçılar, kültür ve sanata ayrılan fonla desteklenmelidir.
Yeşim Özsoy
GalataPerform’un Kurucusu, Oyun Yazarı, Yönetmen, Oyuncu, Yapımcı
“Zor zamanlar geliyor… Özgürlüğü, daha büyük bir realitenin gerçeklerini hatırlayacak yazarlara – şairlere, vizyonerlere- ihtiyacımız olacak.” (Ursula le Guin, 20 Kasım 2014)
Şu yaşadığımız süreçte “gelecek” kelimesi ve ifade ettiği kavramlar, açılımlar, şu anda belki de her zaman olduğundan daha çok bizi ilgilendiriyor ve büyük bir muamma olarak karşımıza dikiliyor. Bu sebeple GalataPerform olarak salgın ve tüm yaşadıklarımızı dikkate alarak bu senenin temasını “gelecek” olarak belirledik.
TİYATRO AYAKTA KALIR
İçinde bulunduğumuz atmosferin içinde, elimizden geldiğince, ilham veren, zenginleştiren, üreten ve seyircimizle ne olursa olsun farklı bağlar kurmayı araştıran bir yapıyla devam etmeyi tercih etmenin şart olduğunu düşünüyorum. Bu noktada tiyatro sanatının ne olduğundan ya da ne olmadığından çok, teatral olanın nerede ve nasıl yeniden yaratılabileceğini ve sürdürülebilirliğini düşünen bir bakış açısını yaratma sorumluluğumuz var bence. Tiyatro tarihin her döneminde özellikle kırılma noktalarında ayakta kalmış ve büyük değişimler yaşamıştır. Dünya tarihine ve coğrafyasına baktığımızda teatral olanın arayışını binlerce farklı şekilde görmek mümkündür. Bu dönemler de bir kırılma noktası arz etmesi açısından kanımca büyük değişimlere gebedir.
YILMAMAK LAZIM
Eski formlara tutunmak yerine var olan denklemlerin içinde hem seyirciyi hem de tiyatro sanatıyla uğraşan kişiler olarak bizleri içinden geçtiğimiz bu fırtınada yeni seyir ve tiyatro biçimlerine açacak bir düzlem yaratmanın önemine değer veriyorum. Her ne olursa olsun yılmamak ve yeni şeyler söylemek zamanı.
Nedim Saban
Tiyatrokare-Yönetmen, Oyuncu
“Bütün dünyanın perdeleri aynı anda kapandı.”
Mart ayında başlayan salgının adını koyana kadar, Dünya Tiyatro Günü geldi ve tarihte çok uzun bir zaman sonra bütün dünyanın perdeleri aynı anda kapandı.
Geçenlerde Amerikalı bir oyuncunun yazısında 11 Eylül saldırısından iki gün sonra bile daha çok eğlence sektörü sayılan müzikallerin bile perde açtığını okudum. İkinci Dünya Savaşı’nda bombardıman uçaklarının saldırılarında tüm Avrupa’da perde açan tiyatrolar, Türkiye’deki darbe dönemlerinde gece 24’de sokağa çıkma yasağının bitişine yetişmeye çalışarak evlerine koşturan seyirciler gördük. Hatta ben 13 Eylül 1980’de AST’ın Kenter Tiyatrosundaki bir turne oyununa gitmiştim seyirci olarak. Ancak bu kez durum farklı. Sadece kendimizin değil, seyircimizin de sağlığı sözkonusuydu, perde mutlaka kapanmalıydı.
ŞU AN SÖZ SIRASI DOĞA’NIN
Böyle bir şoku herkes farklı yaşayabilir saygı duyarım. Herkes sosyal medyadan varlık göstermeye çalışıyor, tabi ki bu da bir varoluş mücadelesi. Özellikle oyuncularda yeni tiyatro ve televizyon döneminde gözde olmak, unutulmamak kaygısı var. Bu da çok doğal, sektörde ağır bir işsizlik var. Sanatçının teslimiyeti de kabul etmemesi sözkonusu. Ancak şu an için söz sırası doğada, sanki doğayı dinlemek daha doğru.
TİYATRO DİJİTALE KİTLENMEZ
Ben tiyatronun özlenmesinin gerektiğine inananlardanım. Kendimce iİnsan soluğunun en arka sıradan bile en yoğun biçimde duyumsanması olarak tanımlayabileceğim sanatımızı dijitale kilitlemek uzun vadede çok sakıncalı. Radyo tiyatrosu nostaljisini yaşatmak tatlı olabilir ama şu an bir gereklilik olan “evdekal” çağrısı, uzun vadede asosyal, apolitik ve en önemlisi duygu, düşünce yoksunu bir kitlenin yaratılmasına dönüşmemeli.
SANAT TUZAĞA DÜŞMESİN
Kapitalist düşünce iflas etti ama bu virüse tutunarak yeni tüketim alışkanlıkları icat etme peşine düştü. Sanat bu tuzağa düşmemeli. Bu kötü günler bittiği zaman sanatçı sokağa çık, çıkarken de bir arkadaşınla çık çağrısı yapmalı.
Tarihimizin en büyük talihsizlikleri, sözgelimi Birinci ve İkinci Dünya Savaşlarında tiyatro biçem değiştirdi. Sanatçı dünyayı farklı gözle gördü, farklı biçimde anlatmak ihtiyacını duydu içgüdüsel olarak. Günlük dil, imgeler ve metaforlar anlamını yitirmişti, sahneye de bu tasa yansıdı zaten. Hatta sahne düşüncesi bile terk edildi ama bütün bunlar tiyatronun gücünün artması, etkisinin yükselmesini sağladı. Tiyatro, özüne döndü, ilkel insan güdülerini, kaybedilen şenlik duygusunu yakalamaya çalıştı, sadeleşti. Bu süreçte tiyatro tabii ki yeni anlatım kaynakları içinde dijitalleşmeye de yer verecek, ama asla online’a kilitlenmemeli. Teknoloji ile sosyal medyayı da ayırmak gerekiyor, her yeni model akıllı telefon teknolojik bir ilerleme değil, tam tersine bir yalnızlaşma, bir asosyalleşme modeli. Yeni bir bağımlılık ve tüketim alışkanlığı tasarısını modernleşmek olarak tanımlamayalım. Her yenilik modernlik demek değil.
BİRAZ ÖZLEYELİM BİRBİRİMİZİ
Bu zor günler sonunda, tiyatro da her haliyle varolacak ama sosyal mesafe kuralları, esneme filanla olacak şey değil bu, salgının her anlamda azalması, insanların korkularını yenmesi gerekiyor. Almanya’da 1000 kişilik tiyatroda 200 kişi sosyal mesafede oturmuş, bunun hem bizim deyimimizle “oyunun aşağıya geçmesi” açısından tadı yok, hem de zaten yalnızlığa, yoksunluğa ve yoksulluğa itilmiş özel tiyatrolar için hiç imkanı yok. Sanat mesafe tanımaz derken birbirimize 1 metre mesafe uzaktan mı konuşacağız? Biraz özleyelim birbirimizi, seyirci de bizi özlesin. Yasakları aştığımızda, birbirine sarılmayı unutan insanların en basit aşk sahnesi karşısındaki heyecanlarını düşünebiliyor musunuz? Şu anda eski filmlere bakıp bakıp birbirine korkusuzca dokunan insanlara öykünüyoruz. Sahnede bunu yapabileceğimiz günlerin hasreti var şimdi.
Mehmet Ergen
İstanbul Şehir Tiyatroları Genel Sanat Yönetmeni
“Pandemi tiyatronun ne kadar olmazsa olmaz olduğunu gösterdi.”
Korona zamanında tiyatro şimdilik internet üzerinden hem sanatçının hem de seyircinin birbirlerine, kendilerini hatırlattıkları bir süreç içinde sürüyor.
Evlerimize kapandığımız bugünlerde herkes okuduğu eserlerle edebiyatın, dinledikleriyle müziğin, seyrettikleriyle sinemanın, tiyatronun ne kadar olmazsa olmaz olduğunu bir kez daha idrak etti sanıyorum. Bu sanat kollarından tabi ki en çok yıpranan tiyatro oldu. Şimdilik ekranlardan iki taraflı bir hasret giderme var ancak uzun dönemde sağlık koşullarını yerine getirerek salonları yeniden doldurmak zorundayız.
TİYATRO DİJİTAL OLAMAZ
YouTube ve benzeri kanallardan eski oyunlar yayınlanıyor. Arşiv olarak hiçbir zaman yeterince hazırlıklı olamadığımız için çoğu kayıt yeterli kalitede değil ne yazık ki. İlerde bunları daha nitelikli çekmek için düşünmeye başladığımızda da kafamızın içinde iyi çekilmiş oyunlar değil, filmler oluşmaya başlıyor.
Dijital ortamda yeni akımlar da denenmesi olumlu ancak kolektif tüketilen ve üretildiği anda tüketilmek gibi özel bir koşulu olan tiyatro sanatı, salonların açılmasını beklemeye devam edecek gibi görünüyor. Çünkü bu iş canlı seyirci ile aynı odada olmadan aynı heyecanı vermiyor.
MESAFELİ SEYİRCİ VE OYUNCU
Korona sonrasında salonlarda seyircinin oturma biçimleri ve kapasite çok konuşuluyor. Özellikle koltuklar arası mesafe ve oyuncuların aralarındaki mesafe. Ancak en riskli alanlar fuaye, gişe ve tuvaletler. Klima sistemlerinin de yeniden düşünülmesi gerekiyor. Ayrıca daha kontrollü sahnelemeler de yapılsa, burada esas risk oyunculardan çok sahne arkasında çalışanlar için var.
SOKAKLAR SAHNE OLABİLİR
İstanbul Şehir Tiyatroları olarak eğer sağlıklı koşullar sağlanırsa büyük bir hızla ve daha büyük bir enerjiyle projelerimize kaldığımız yerden devam edeceğiz. O zamana kadar, zaten işgal ettiğimiz sosyal medya ortamı dışında, parklar, bahçeler, meydanlar ve hatta kamyonlar bizim sahnemiz olabilir mi diye alternatif projelere kafa yoruyoruz.