Ludwig van Beethoven’in doğumumun 250. yıldönümü tüm dünyada kutlanıyor. Eserleri iki asra direnen Beethoven’in “Neşeye Övgü”sünü, 9. senfonisini, 5. piyano konçertosunu veya hayatı boyunca yazdığı tek opera olan Fidelio’yu kulağı müziğe biraz aşina olanlar zaten biliyordur. Buna rağmen klasik müziğin “pop starı”nın çalkantılı hayat hikâyesinin pek çok ayrıntısı hâlâ gölgelerde kalmış durumda.
250. doğum günü vesilesiyle gelmiş geçmiş en ünlü ve en etkileyici bestecilerden biri kabul edilen Alman piyanist ve bestecinin hayat hikâyesini derledik.
DÜNYAYI DEĞİŞTİREN TARİHİ SÜRECE TANIKLIK ETTİ
Beethoven’ın doğum tarihi tam olarak bilinmiyor; vaftiz edildiği gün olan 17 Aralık 1770 bestecinin doğum günü kabul ediliyor. Bestecinin kısacık hayat hikâyesi yazılırsa şu söylenebilir: Bonn’da büyüdü, 1792’de Viyana’ya taşındı ve 1827’de orada öldü.
Fakat Beethoven, Fransız Devrimi’nden Napolyon’un savaşlarına uzanan ve dünya siyasetini değiştiren önemli bir tarihi sürece tanıklık etti. Belki de bu sebeble Beethoven’ın hayatı karmaşık ve olaylıydı.
BABASI 13 YAŞINDA ÇALIŞTIRMAYA BAŞLADI
Beethoven, ismini dedesinden almıştı. Belçika’nın Mechelen kentinde 1712 yılında doğan dedesi Ludwig Van Beethoven, daha sonra torununun da doğacağı Almanya’nın Bonn kentine taşındı ve burada bir sarayda bas korist olarak çalışmaya başladı. Dede Beethoven, daha sonra aynı sarayın orkestra şefi olarak atandı ve Bonn’un seçkin müzisyenleri arasına girdi. Dede Ludwig’in tek çocuğu, yani Ludwig van Beethoven’in babası Johann van Beethoven de babasının yolundan gitmişti. Aynı sarayda tenor olarak çalıştı, ayrıca klavye ve keman dersleri verdi.
Johann van Beethoven’in arkadaşı Theodor Fischer, anılarında Beethoven’ın babası hakkında şunları yazmıştı: “İyi şarap içerdi, işte bu zamanlarda neşeli ve mutluydu.”
Ancak anlaşılan Johann van Beethoven mutlu olduğu bu anlar dışında sert mizaçlı biriydi. Babası küçük Ludwig’i her zaman zorluyor, ona “seni şimdi tokatlarım,” diyerek bağırıyordu. Daha küçükken bir müzik dahisi olan oğlu Ludwig babasına göre para kazanmalıydı, sanat yapmasa da olurdu. Sonuçta küçük Ludwig daha on üç yaşındayken Bonn’daki bir şapelde çalıştırılmaya başladı ve on sekiz yaşında geldiğinde artık ailesine bakmakla yükümlü olmuştu.
GÜÇLÜ HİMAYE Mİ ÖZGÜRLÜK MÜ İKİLEMİ
Muhtemelen bu zor çocukluğu sebebiyle Beethoven, idealini “sanatımla acı çeken insanlığa hizmet etmek istiyorum” diye açıklamıştı. Bestecinin erken yaşlarda yüksek ahlaki değerler edindiği de biliniyor. Bunda Bonn’un liberal ortamının da etkisinin büyük olduğu tahmin ediliyor. O zamanlar Kant’tan alıntılar yapılıyor ve Fransız Devrimi’ni tartışılıyordu.
Beethoven 24 yaşına geldiğinde, 1794 yılında Fransızlar Bonn’u işgal etti. Kentin liberal ortamından ve özgürlükten eser kalmamıştı ve Beethoven Viyana’da kalmaya karar verdi. Prens Lichnowsky genç besteciyi himaye etti ve onu maddi olarak destekledi. Bu destek genç Beethoven’n müzik kariyeri için önemliydi fakat beraberinde belli bedeller de getirmişti. Fakat şimdi Beethoven’in ‘artık her gün üç buçukta evde gitmesi, daha iyi giyinmesi ve sakallarını kesmesi gerekiyordu.
SANAT DİK KAFALI OLMALI
Ama Beethoven için özgürlüğü çok önemliydi. Lichnowsky bir kez Fransız subayları için çalmasını emrettiğinde sahip olduğu himayeyi riske etmeyi bile göze alarak, “Binlerce prens var ama Beethoven’ın sadece bir tane var!” demişti.
İlerleyen yıllarda Beethoven sanatına ilerlemişti, müziği yeni, ilginç bulunuyor ve takdir ediliyordu, fakat kabul edilmesi zor olmuş. Eleştirilere bakılırsa “bazı eserleri, ancak birkaç kez dinledikten sonra anlaşılıyordu.” Muhafazakâr çağdaşları arasında “çok göze batıyor” ve “tuhaf” bulunuyordu. 2. Senfoni’si “faci” bulnmuş, “Große Fuge” eseri için eleştirmenler “Çin kadar anlaşılmaz” demişti.
Beethoven’a göreyse bu olumsuz eleştiriler, “sivrisinek ısırıklarından” başka bir şey değildi, sinir bozucuydu ama hepsi geçiciydi. Ona göre sanat “dik kafalı” olmalıydı.
KULAK CINLAMALARI NEDENİYLE İŞKENCE ÇEKTİ
Besteci, 1797 yılında, yani daha 27 yaşındayken işitme kaybını fark etti. İşitme kaybı hızla ilerledi ve 1801 yılına gelindiğinde artık yüksek notaları bile duymuyor, kulak çınlaması nedeniyle işkence çekiyordu. 1808’de henüz halka açık konserler verebiliyordu fakat, sağırlığı ilerledi ve 1813’te 7. senfoniyi sesleri duymadan yönetti. 1814’ten itibaren işitme cihazı kullanmaya başladı; 1824’te 9. Senfoni’yi ilk kez bir konserde çaldığında artık alkışları bile duymuyordu.
BÜYÜK AŞKI, ‘MELEĞİ’ GİZLİ KALDI
Biraz geri gidelim: Söylentilere göre 1795 yılında Beethoven şarkıcı Magdalena Willmann’dan hoşlanıyordu ve hislerini açık etmişti. Fakat nedense sonrasında onu “çirkin ve yarı deli” buldu.
Söylendiğine göre ilk evlilik teklifini 1801’in sonunda piyano öğrencisi Giulietta Guicciardi’ye etti. Ama bu talep nihayete ermedi. Josephine Kontes Deym ile uzun ve karmaşık ilişkisi oldu.
Beethoven’ın, evinde bulunan ve “Meleğim, her şeyim, benim,” diye başlayan aşk mektubunu kime yazdığı bilinmiyor. Mektubu Prag’da tanıştığı Josephine Brunsvik’e yazmış olabileceğini söyleyenler de oldu, Antonie Brentano’ya da… Fakat, mektubun kime yazıldığı hiçbir zaman tam olarak belirlenemedi.
1815’te erkek kardeşin ölümünden sonra Beethoven, yeğeni Karl’ın velayetini aldı. Çocuğu, ‘ahlaki olarak bozulmuş olduğunu’ iddia edilen anneden koparmak istedi. Bu Beethoven’in “bir aileye sahip olmak için” son çaresiz girişimdi. Beethoven, Karl’ın “babası” olduğunu hayal ediyordu. Onunla birlikte, “daha yüksek değerlere sahip bir adam” idealini gerçekleştirmek istedi. Bu süre sonra Beethoven, yeğeninin annesine karşı mücadeleyi kaybetti. Karl da amcasının baskılarından şikayetçi olmuştu.
BÜYÜK İDEALLERİ ÖZGÜRLÜK VE ADALETTİ
Beethoven, yazdığı tek opera olan Fidelio’daen büyük ideallerini sahneledi: Özgürlük ve adalet!
Fakat, operanın 20 Kasım 1805’te yapılan galası tam bir hayal kırıklığı oldu. Beethoven Fidelio’yu daha sonra tekrar gözden geçirdi.
Beethoven, 26 Mart 1827’de hayata veda etti. Otopsisinde karaciğerinin küçülmüş olduğu tespit edildi. Beteci sirozdan ölmüştü, son üç ayında bu sebeple şiddetli karın ağrıları çekmişti.
Bestecinin son sözlerinin şöyle olduğu söylenir: “Çok kötü, çok geç!”