Pera Müzesi‘nin izleyiciyle buluşturduğu, ‘kitsch’ kavramına dair sorular sorarken ‘beğeni’yi masaya yatıran “Zevk Meselesi” sergisi, 8 Ağustos tarihine kadar devam edecek. Serginin küratörü Ulya Soley, aralarında Gülsün Karamustafa, Volkan Aslan ve Farah Al Qasimi’nin de yer aldığı sanatçıların işlerini bir araya getiren “Zevk Meselesi”ni ArtDog Istanbul’a anlattı.
-
Volkan Aslan, Suna ve İnan Kıraç Vakfı’nın üç ana koleksiyonundan biri olan Kütahya Çini ve Seramikleri’nden ilham alarak sergiye özgü bir yerleştirme üretti. Aralarında kedi ve kuş kafalı insan figürleri, insan kafalı hayvan figürleri var. Aslan’ın eserleriyle Kütahya Çini ve Seramikleri koleksiyonundaki parçaların bazıları birbirlerinden ayırt edilemeyecek düzeyde benzerlik gösteriyor. Burada orijinal ve kopya, sanat ve zanaat ayrımına olumlu bir bakış açısı getirilmek istendiğini söyleyebilir miyiz?
Volkan Aslan’ın “Seni Gördüğüme Sevindim” (2021) başlıklı yerleştirmesinin, sergi fikrini ortaya çıkaran kaynaklardan önemli bir tanesi olduğunu söyleyebilirim. Aslan’ın önceki çalışmalarında da çeşitli yerlerden topladığı buluntu objelere, porselenlere rastlayabilirsiniz. Bu çalışmalar Pera Müzesi’nde sergilenen Kütahya Çini ve Seramikleri Koleksiyonu ile ilişki kuran, tuhaf bir akranlık taşıyan çalışmalardı. Aslan ile bu serginin odaklandığı konular üzerine uzun zamandır bir diyalog içindeyiz. Bu anlamda Müze’nin koleksiyonundan yola çıkarak sergiye özgü bir yerleştirme üzerine çalışması çok değerli. Çok temelde, “Seni Gördüğüme Sevindim”, Müze koleksiyonunun ve Aslan’ın işlerinin potansiyel olarak birbirlerinin yanında iyi hissetmesiyle ilgili. Kalıplaşmış ikili düşünce sistemlerini ortadan kaldırmak çok iddialı ve gerçekçi olmayan bir yaklaşım olurdu; daha ziyade karşıt düşünmeye şartlandığımız veya alıştığımız bazı kavramların kesiştiği alanlar olduğunu, bu kavramların yan yana da durabileceğini hatırlatmayı hedefliyor diyebiliriz.
Tanımlaması Güç Bir Kavram: Kitsch
-
Zevk meselesi, “Kitle kültürünü hafif, banal ve aşağı görmek yerine, güncel sanatın bu kolektif kültürle ilişkilerine yakından bakarak aralarındaki bağları keşfetmeye çalışmak, süregelen sınıflı toplumsal yapıyı biraz olsun sarsabilir mi? Beğeniyi sınıfsal bir gösterge olarak tanımlamamak mümkün olabilir mi?” gibi sorulara yanıt arıyor. Bu bağlamda serginin ‘kitsch’ tanımı üzerindeki önyargıyı yıkmayı hedeflediğini söyleyebilir miyiz? Zevk Meselesi bu kavrama nasıl bir bakış açısı getiriyor? Sizce bugün ‘kitsch’ sanatın neresinde ve sizin için ‘kitsch’ nedir?
Endüstri devrimi sonrası Almanya’da ucuz ve popüler resimleri veya eskizleri betimlemek için kullanılan kitsch sözcüğü, zamanla çeşitli dillerde çevirisi yapılmaksızın kendine yer bulan karmaşık bir kavrama dönüşmüş. Kitsch üzerine yazan görsel kültür çalışan akademisyenler veya sanat tarihçilerinin her biri öncelikle yazılarına kitsch’in ne kadar tanımlaması güç bir kavram olduğunun altını çizerek başlıyor ve genelde belli objeler veya görseller üzerinden kitsch’in doğasını betimlemeye çalışıyorlar. Benim için de kitsch’i tanımlamak bir o kadar güç, bu yüzden ben de sergi metnimde kitsch’in durağan bir tanımını yapmaktan, onu bir kalıba sığdırmaktan özellikle kaçındım. Clement Greenberg 1939’da “Avangard ve Kitsch” başlıklı önemli bir makale kaleme alıyor ve kitsch’i “yüksek sanat”ın karşısına konumlandırarak dönemin eril ve seçkinci sanat üretimini destekliyor ve yüceltiyor. 1960’lardan itibaren ise özellikle feminist sanatın sesinin yükselmesiyle beraber bu bakış açısı etkisini kaybetmeye başlıyor. 60’lardan sonra kitsch üzerine yazılanların hemen hepsi, artık kitsch’in dinamik doğasını kabul ediyor ve onu sanatın karşısında konumlandırmak yerine sanatla arasındaki diyalektiğe odaklanıyor. Benim de ilgimi çeken ve Zevk Meselesi sergisi aracılığıyla odaklanmak istediğim tam olarak bu diyalektik ve karşılıklı ilişki. Bu bağlamda kitsch bir protesto veya aktivizm yöntemi denebilir: toplumsal cinsiyet ayrımcılığına ve ırkçılığa karşı, yüksek sanatın tarihi boyunca bastırdığı sesleri yücelten ve özgürleştiren bir araç.
Cezaevlerinde Hala Devam Eden Bir Gelenek
-
Sergide dağınık halde sergilenen ve ‘melankolik kitsch’ kavramıyla bağlantı kuran cezaevi işi boncuk koleksiyonu, ‘kitsch’ nesnelerin derin hikayeleri olabileceğini de gösteriyor. Koleksiyonun hikayesinden bahseder misiniz?
Sergiye dağılan cezaevi işi boncuk koleksiyonu, 1900’lerin başından ’90’lara kadar cezaevlerinde mahkumların yaptığı çeşitli boncuk işlerinden oluşuyor, koleksiyon Taylan Aygün’e ait. I. Dünya Savaşı’nın ardından İngiliz esir kamplarında hüküm giyen askerler tarafından başlatılan bu gelenek, bugün Türkiye’deki cezaevlerinde hala devam ediyor. Cam ve opalin boncuklarla cüzdan, çanta, sigaralık, kolonya kabı veya çesitli süs eşyaları üreten mahkumlar, bu nesneler aracılığıyla dışarıdaki yakınlarına mesaj gönderebiliyor veya onları satarak gelir elde edebiliyor. Detaylı ve dikkatli bir isçilik gerektiren bu boncuk işleri, mahkumların vakit geçirebilmesine de yardımcı olan bir pratik. Celeste Olalquiaga’nın tanımladığı melankolik kitsch kavramı, her birinin taşıdığı kişisel tarih ve daha geniş baktığımızda temsil ettikleri durum, yani tutuklu olma, özgürlüğün kaybedilmiş olma hali üzerinden yansıyor. Sergi, güncel sanat bağlamında kitsch’e bakarken, bu koleksiyon aracılığıyla da güçlü bir hikâyeye sahip gündelik nesnelerde kitsch’in izini sürmeye devam ediyor.
Deneyime Tat ve Kokuyu da Dahil Ediyor
-
Sergide, Doğu’da akşamdan kalmaya iyi geldiği düşünülen turşu suyunun Batı’da bir sporcu içeceği olarak pazarlandığını öğreniyoruz. Sanatçı kolektifi Slav and Tatars’ın “Turşu Politikaları Serisi” ziyaretçilere otomattan turşu suyu sunarak kültürel farklılıkları ortaya koymak için bu içeceği kullanıyor. Serginin sadece görsel duyuları değil tat duyusunu da kullanması bir yenilik olarak kabul edilebilir mi?
Slavs and Tatars’ın sergide yer alan “Dönmek” başlıklı çalışması, fermantasyonun karşıt gibi görünen çürüme ve saklama kavramlarıyla aynı anda ilişkilenmesine ve bir sporcu içeceği şişesini çağrıştıran logosuyla turşu suyunun farklı coğrafyalardaki kullanım pratiklerine dikkat çekiyor. “Brine and Punishment” [Turşu Suyu ve Ceza] adlı turşu suyu otomatı ise sanatçıların tasarladığı şişelerde ziyaretçilere turşu suyu sunuyor. Bu otomat ile turşu suyunun yalnızca imgesinin değil kendisinin de sergiye dahil olması elbette işe önemli bir boyut kazandırıyor. Bu eserin yanı sıra sergide yer alan iki video işinin de kendine özgü kokuları var. Dolayısıyla sergi hem turşu suyunun tadı hem de diğer odalardan yayılan kokular aracılığıyla görsel bir deneyimin ötesine geçiyor diyebiliriz.
-
Yıllardır ‘kitsch’ kavramı üzerine yaptığı işlerle tanınan Gülsün Karamustafa sergide, Kaplaniye, Karpuz Halısı, Uçuş ve Sarmal başlıklı eserleriyle yer alıyor. Sergi için Karamustafa’dan ilham alındığını söyleyebilir miyiz?
Gülsün Karamustafa’nın sergide yer alması gerçekten çok önemli bir katkı. Sanatçının sergide yer alan çalışmaları 1980’lerin başına tarihleniyor. Bu anlamda sergide yer alan yakın tarihli diğer eserlerle kurduğu güçlü diyalog çok dikkat çekici. Gülsün Karamustafa’nın 2013 yılında SALT’ta gerçekleşen kapsamlı sergisi ve Barbara Heinrich’in yazdığı “Güllerim Tahayyüllerim” kitabı da serginin ilham kaynakları arasında. Sanatçı çalışmalarında Türkiye’den beslenen bir görselliği oldukça küresel bir dile aktararak işliyor. Gerçekten evlerden çıkan kumaşları, buluntu objeleri bir araya getirerek oluşturduğu kolajları, bugün üzerine konuştuğumuz beğeni kavramının gündelik hayatta ve müzede nasıl açılımları olabileceğini de gösteriyor. Aşina olduğumuz bir görselliği farklı bir noktaya taşıyıp karşılaşmayı beklemediğimiz bir ortamda yeniden sunuyor diyebilirim.
“Eğitimli Göz Olmayı Öncelik Haline Getiriyoruz”
-
Sergiyle ilgili olarak “Zevk Meselesi, zevkleri daha kapsayıcı bir gelecek için tartışmaya açmayı hedefliyor” yorumunu yaptınız. “Zevk Meselesi” sergisi sizin için bir anlamda özgürlük mü demek?
Öğrenilmiş beğenilerin bizleri sınırlandırdığını düşünüyorum. Bir şeyleri daha iyi anlayabilmek için onları bazı kalıplara sığdırmak/oturtmak ve kategorize etmek zorunda hissedebiliyoruz. Beğenileri de bu şekilde sınıflandırıyoruz ve karşılığında sınıflı toplumsal yapıyı güçlendiren bir kavramı daha benimseyip kabullenmiş oluyoruz. Neyi beğendiğimizin bizi toplumda konumlandırdığı bir yer oluyor ve bu yüzden öğrenilmiş beğenilerin peşinden giderek “eğitimli bir göz” olmayı önceliklendirebiliyoruz. Eğer bu kalıp yargıları biraz olsun esnetebilirsek, karşıt düşünülen kavramların kesişim kümelerine odaklanabilirsek, bunların düşündüğümüzden çok daha iç içe geçtiğini fark edebiliriz. Zevk Meselesi, bir anlamda bu kesişim kümelerine daha yakından bakmamıza fırsat tanımayı hedefliyor.
-
Sergide Brezilyalı sanatçı Bruno Miguel’in 60’ların Brezilyası’nda önemli misafirler için saklanan fincan ve tabakları bit pazarlarından topladığı malzemelerle heykellere dönüştürdüğünü görüyoruz. Burada alt/üst sınıf gibi karşıtlıklara işaret ediliyor. Sizce bugün ‘kitsch’ kavramı sadece alt kültüre özgü müdür?
Beğeni, yüksek ve aşağı kültürün sınırlarını, tam olarak tarif etmeden göstergeler üzerinden belirlerken, kitsch bu sınırları esnetiyor ve iki taraf arasındaki gri bölgeyi genişletiyor. Aslında serginin bu konuyu irdeleme sebebi de tam olarak bu. Bu anlamda yüksek/aşağı kültür, üst/alt sınıf veya içgüdüsel ve sonradan öğrenilen beğeninin iç içe geçtiği bir görsel dil şekilleniyor. Miguel’in eseri, başlığını 60’ların sonunda Brezilya’daki diktatörlük döneminde Tropicalia hareketinin bir parçası olarak kurulan Os Mutantes grubunun “Panis et Circenses” [Ekmek ve Oyunlar] şarkısının sözlerinden alıyor.
Heykellerin her biri, sanatçının müzayedelerden veya bit pazarlarından topladığı porselenleri köpük, tel, kâğıt hamuru gibi malzemeler ve çarpıcı renkler kullanarak dönüştürdüğü, yapay ve doğalı, taklit ve gerçeği aynı anda çağrıştıran melez formlarda sunuluyor. Zamanında en önemli misafirler için saklanan ve belki de çok az kullanılan fincan ve tabaklar, sanatçının kurguladığı bu coşkulu ormanın parçası haline geliyor. Brezilya’nın kolonyal geçmişiyle Rio de Janeiro’da gerçekleşen ve tarihi 17. yüzyıla dayanan Rio Karnavalı’nın renkli dünyasını bir araya getiren yerleştirme “Ulaşılması güç sınıfın temsili porselenler ve kitle kültürü tarafından benimsenen neon renkli palmiyeler, yemek masasında bir araya gelebilir mi?” sorusunu soruyor.
Queer-Feminist Yaklaşımın Etkisi
-
“Zevk Meselesi”nde Pierre Commoy ve Gilles Blanchard’dan oluşan sanatçı ikilisi Pierre et Gilles’in queer kültürüne dair işleri yer alıyor. Sizce Kitsch queer kültüründe önemli bir yer tutuyor mu?
Öncelikle, kitsch’in 1960’lar sonrası geçirdiği dönüşüm, feminist sanatçıların yükselişiyle oldukça bağlantılı. 60’larda aşırılıktan ve ironiden beslenen, kitsch ile de oldukça yakın bulduğum camp kavramı üzerine yazan Susan Sontag, queer ve camp arasında doğrudan bir ilişki olduğunu savunuyor. Kitsch’in bugün sanatı şekillendiren ve cool kitsch gibi bir kavramı oluşturmaya yetecek gücünde queer-feminist yaklaşımın etkili olduğu göz ardı edilemez. Erkek egemen modernist yaklaşıma karşı güzellik, tarz ve beğeni gibi kavramları tartışmak için yeni çoğulcu bir yaklaşım şekilleniyor. Bu doğrultuda da Sontag’ın da dediği gibi “yüksek” ve “aşağı” kültür ayrımı giderek anlamsızlaşıyor. Popüler kültür imgelerini sanat tarihinden alıntılarla harmanlayan Pierre et Gilles, queer kültürün camp estetiğini yücelten, akışkan toplumsal cinsiyeti öne çıkaran görsel bir dil kullanıyor. Sanatçılar, moda, popüler kültür ve eğlence sektöründen queer figürleri büyük boyutlu, çok renkli, çiçekli ve boncuklu portreler aracılığıyla anıtsallaştırarak modernizmin ördüğü duvarları sarsıyor.
Çok Sesli Bir Sergi
-
Bu kadar renkli ve birbirinden iddialı işleri bir arada sunmak zor oldu mu?
İşlerin her biri tek başına çok güçlü, zengin bir altyapıya, hikâyeye sahip. Bir araya geldiklerinde ise kendi hikâyelerinin yanı sıra, başka bir hikâyenin daha parçası oluyorlar veya daha farklı söylemem gerekirse, başka bir hikâyeyi daha anlatmak için aracı oluyorlar. Zevk Meselesi’nin mümkün olduğunca farklı seslerin yükseldiği çok sesli bir sergi olması önemliydi. Bana kalırsa sergide yer alan işlerin çok sesli olmaları birbirlerini dinlemeyecekleri veya bastıracakları anlamına gelmiyor, tıpkı herkesin haklarına ve özgürlüklerine saygı duyulan bir ortamda herkesin özgürlüğünü sonuna kadar yaşayabilecek olması gibi.
“Bilinmezlikler İçinde Sergiye Odaklanmak İyi Geldi”
-
Bir küratör olarak pandemi sürecinden nasıl etkilendiniz? “Zevk meselesi” sergisini oluşturma sürecinde salgının rolü nasıldı? Pandemi döneminde sanatçı ve sanat sever ilişkisinin nasıl bir yere evrildi?
Serginin araştırma süreci 2018 yılında Bangkok’ta gerçekleşen küratöryel bir araştırma programında başladı. Dolayısıyla pandemi başladığında sergiyle ilgili çalışmalarımda epey yol almıştım. Mart ayından itibaren sanatçılarla ve kataloğa katkıda bulunan yazarlarla iletişimimin en yoğun olduğu dönemde hepimizin evlerimize kapanmış olması iletişimimizi hızlandırdı diyebilirim. Elbette salgının toplumsal psikoloji üzerinde göz ardı edilemeyecek olumsuz etkileri oldu ve olmaya devam ediyor, ben de kişisel olarak oldukça zorlandım. Fakat etrafımda dikkatimi dağıtan başka hiçbir konunun olmayışı, projeye yoğun bir şekilde odaklanmamı sağladı. Sanatçılardan da bu anlamda sık sık olumlu yorumlar duydum, bilinmezliklerle donanmış bir dönemden geçerken odaklandığımız, beraber üzerinde çalıştığımız bir sergi olması bizlere iyi geldi.