Kısıtlı Mekanda Flanörlük, Yavaşlama ve Gelecek – Korhan Gümüş

Kavramın doğasındaki “avarelik” kısıtlı mekanda yerine getirilemese de aynı kavramın kilometre taşlarından “durup düşünerek olayları değerlendirmeyi, ince zevklerin keyfini çıkarmayı ve günü dermeyi” görece yavaşladığımız bu dönemde nasıl becerebiliyoruz? Peki yavaşladık mı sahiden? Yoksa aynı etkinlikleri dört duvar arasında gerçekleştirerek yalnızca mekanlarımızı mı sınırlandırdık? Dijital iletişimin, sanal etkinliklerin öneminin arttığı aşikar, her şey bittiğinde bizi nasıl bir kültür ortamı bekliyor?

Kültür dünyamızda farklı alanlarda üreten isimlerin Covid 19 salgınıyla birlikte bu sorulara verdikleri yanıtlar, kültürel algı ve rutinlerinde olan değişimlerle birlikte, kısıtlı mekanda flanörlük, yavaşlama ve salgın sonrası kültür ortamının geleceği gibi konularda düşünmemize aracı oluyor.

Korhan Gümüş MİMAR

“Flanörlük sanal sınıfa mensup insanların bir yetisidir.”

Bir gününüzü nasıl geçiriyorsunuz?

Evde ne mi yapıyorum? Diyebilirim ki daha az stresli bir hayatım oldu. Artık toplantılarla, yolda zaman kaybetmiyorum. Kendimi oyalayacak yemek, tamirat, temizlik, bahçe işleri gibi işlerden kurtulabilirsem, oturup çalışabiliyorum. Hayatım boyunca hep bir tatil olsa da çalışabilsem diye hayal etmiştim. Şimdi, korkunun ve haberlere kilitlenmenin alt üst etmediği zamanlarda biraz daha düzenli bir hayatım var. Geçmişte belki de bağımsız işlere profesyoneller, kariyer yapmak isteyen kişiler pek tenezzül etmediği için istenmeyen işler, kurulamayan ilişkiler hep üzerimize yıkılıyordu. Onlarla uğraşmaktan çalışmaya zaman kalmıyordu. Şimdi en azından ben kendi hesabıma diyebilirim ki hayatımda ilk defa oturup düşünebiliyorum, çalışabiliyorum. Artık bu işlerle uğraşmam fazla gerekmiyor. Zannedersem sorduğunuz sorular da bu söylediklerime açıklık getirecek.

Evde “flaneur” olunabilir mi?

Elbette ki olunabilir. Hem de en alasından. Flanörlük zannedersem zaman ve mekanı özgürce kullanma yetisine sahip olmak demek. Herkes flanör olabilir mi? Emekçiler için biraz değil, bayağı zor. Flanörlük, sanal sınıfların hem elde ettiği, hem de reddettiği bir sınıfsal bir ayrıcalık. Daha doğrusu sanal sınıfsal bir konum karşısındaki öznel bir tercih. Hükmedici bir söyleme, bir pozisyona uzak durma hali. Emekçilerin uzaktan çalışma imkanı olmadığı gibi, flanör olmaları da imkansız demeyeyim, zor. Zannedersem flanör olma ihtimalleri hiç yok. İşsiz kalabilirler, zamanlarını orada burada geçirebilirler. Ama asla flanör olamazlar. Onlar kendilerinden istenilen işleri yaparlar veya işleri yoksa yapamazlar.Flanörlük dediğim gibi sanal sınıfa mensup insanların bir yetisidir. Onların uygulamalara bağımlı olmaktan vazgeçebilme yetisidir. Çünkü sanal sınıfta yer alanlar kendi ellerinde başkalarının ellerini, kendi emeklerinde başkalarının emeklerini görürler. Başkalarının yapacakları işleri tasarlarlar. Buradaki paradoks şurada: Sanal sınıfta yer alan kişiler size şaşırtıcı gelebilir ama geleneksel dediğimiz zamanlardan kalan işleri yapanlardır. Doğrusunu söylemek gerekirse emekçilerden yalnızca tekrara dayanan işleri yapmaları istenir. Ama onlar asla zanaatkarlar gibi imgeler üzerinde çalıştıklarını göstermezler. Sanal sınıfın bütün hüneri yaptığını saklamasındadır.Bu durum, yani gizlenmiş bir “yeni-zanaatçılık” yalnızca sanal sınıflara tanınmış bir ayrıcalıktır. Bu ayrıcalıkları ile imgelerin başkalarının yaptıklarının yerine geçmesini sağlarlar. Mesela mimarlar, tasarımcılar, plancılar. Ama görüntü tam tersinedir. Çünkü onlar kendi yaptıklarını değil, yapmadıklarını gösterirler. Niye? Çünkü onların yaptıkları başkalarının yaptıklarına hükmeder. Onların, emekçilerin üretimdeki izlerini siler, ele geçirirler. Kendimden örnek vereyim: Benim oturup bir kaç saniyede çizdiğim bir çizgi emekçiler için bir ay çalışılacak bir duvar yerine geçebilir. Ama ben bina yaptığımı zannederim ve söylerim. Asla yaptığımın yalnızca çizmek ya da üzerine konuşmak olduğunu söylemem. O zaman büyü bozulur. Yaptığım işin yalnızca hayal kurmak olduğu anlaşılır.

Yavaşlamanın psikolojisi hakkında ne düşünüyorsunuz?

Eğer yavaşlamak mesela bir mimarın her çizdiğinin inşa eylemine dönüşmemesi anlamına geliyorsa, evet. Ama bu bence daha çok çalışmak anlamına gelebilir. Düşünün şimdi bir kamu dairesinde çalışan şehir plancısını. İşe gitmiyor, ya da bekliyor çünkü faaliyetler durmuş ya da ertelenmiş oluyor. Komik değil mi? Asıl şimdi çalışması gerekmiyor mu? Oysa tıpkı doktorların durumu gibi olmasını beklerim. Böyle bir ortamda sanal sınıftan insanların daha çok çalışması gerekiyor. Çünkü bir kriz çok boyutlu ve yalnızca sağlıkbilimsel bir yaklaşımla çözülemeyebilir. Ancak yavaşlamak yetmez, onu söylemek gerekir. Bu krizin ileriki safhaları bu beklentinin yanlış olduğunu gösterecektir diye korkuyorum. Niye yavaşlasınlar? Kamu yönetimleri zaten çalışmıyordu. Sanal sınıflar arkalarına kamu gücünü alarak haraç almaktan başka ne iş yapıyordu? Yasaklar koymaktan, rüşvet almaktan, şiddet uygulamaktan başka bir iş bilmeyen ve kamu imtiyazlarına sahip olan sanal sınıftan insanlar yavaşlasalar ne olacak? Zaten bir iş yapmıyorlardı ki?

İlginizi çekebilir:  Galeriler Yeni Deneyimlerin Peşinde - Ferda Dedeoğlu / Ferda Art Platform

Corona salgınının kültür sanat ortamını nasıl etkileyeceğini düşünüyorsunuz?

Salgının kültür ve sanatı etkileyeceği muhakkak. Ama nasıl? Bu etki yalnızca etkinlik biçimlerini geçici olarak değiştirmekle, yeni “tüketim” alışkanlıkları yaratmakla sınırlı gibi olabilir mi? Okullarda örneğin, sanat eğitiminde uzaktan eğitim yapmak için çaba gösteriliyor. Oysa uzaktan eğitim çoktan gerçekleşmişti. Ama haberleri yoktu. Belki de kariyer fırsatlarını, kamu imkanlarını tekellerine aldıkları için farkına varmamışlardı.

Ben kendi öğrenciliğimden beri biliyorum. Okulda zaten eğitim imkanı yoktu. Üniversitedeki hocalar bilmeden öğrenciler olarak biz dünyanın her yerindeki yenilikleri, tartışmaları, kuramsal meseleleri yakından izliyorduk. Okulda bunlardan haberi olmayan hocalara anlatıyorduk. Hocaların eğitimi öğrencilere kalmıştı, bir çok okulda.

Kültür ve sanat da zaten çok farklı mecralardan akıyor artık. Bu dolaşım biçiminin sanatı da etkilediği, dönüştürdüğü muhakkak. Ama etkiden başka bir şeyi daha anlıyorsak, yani sınırsız ve sonuçsuz bir şekilde paylaşımını, bu ayrıca üzerinde durulması gereken bir şey. Çünkü neoklasik dünyada sanat ayrı bir yerde duruyordu hayattan. Bilim ve sanat ayrı, hatta karşıt varlıklar olarak iş görüyorlardı. Bence burada bir değişimin olmakta olduğunu söyleyebilirim. Aradaki mesafe kapanıyor.

Ayrıca şunu da ekleyebilirim: Güncel sanat Türkiye gibi ülkelerde tam tersine bir etki oluşturuyor. Popülist siyasetin onu seçkinlerin, küçük bir azınlığın uğraşı gibi göstererek kamusal alandan dışlanmasına. Sanki burada bir işlev kırılması yaşanıyor ve böylece sistem kendisini yenileyebilecek en önemli imkanı kaybediyor. Filantropi alanına izole edilen güncel sanat, entelektüel üretim, araştırma gibi alanların kamusal alana çıkmadan sorunun çözülmesi mümkün değil. Neoklasik dünyanın, kapitalist modernleşmenin tıpkı Dünya Savaşları döneminde de anlaşıldığı gibi ayakta kalamayacağı çok açık.

Dönüşüm kapıda… 

Bunu ne yaparsak yapalım erteleyemeyiz. Kendimi bildiğim bileli şu işlevsel ya da araçsal dünyanın dışındaymış gibi duran kültür ve sanat kavramını sorgulamışımdır. Bilimle sanatın aynı praksislere sahip olmalarına rağmen neden ayrışmış gibi gözüktüklerini düşünmüşümdür hep. Uzaktan çalışma konusu da bence bu çelişkiyi bağrında barındırıyor. İnsani eylemselliklerin temsil edici ve temsil edici olmayan şekilde ayrıştırılması bu sembolik şiddetin oluşturduğu bir algı. Sembolik eylemsellikler ile sembolik olmayan eylemsellikler ayrımı. Kökensel olarak insani eylemselliklerin böyle kalıcı bir özelliği olabilir mi? Sembolik dünyayı kapalı tutan her türlü işlevselci nesneleştirme eylemi bu şiddetin bir ürünü. Düşünsenize elinizdeki imtiyazı kullanmak yerine hiç önemsemiyorsunuz. Ama siz ciddiye almayınca daha tuhaf bir şey oluyor. Sizin yaptıklarınızı herkes daha fazla ciddiye alıyor. Hatta hiç bir şey yapmazsanız, daha da çok… Belki güncel sanatın, tasarımın kökenleri de burada aranabilir.

Previous Story

“Post-Pandemi Döneminin Şifreleri: Sadelik, Tasarım, Dayanışma ve Tasarruf”

Next Story

Kısıtlı Mekanda Flanörlük, Yavaşlama ve Gelecek – Beyza Boynudelik

0 0,00
02_ArtDog_CD_Logo_RGB_Black

BÜLTEN

Türkiye ve dünyadan haftalık kültür-sanat haberleri, inceleme yazıları, sergiler ve etkinlikleri takip et.

Bülten aboneliğinde ArtDog Istanbul’un gizlilik sözleşmesini kabul etmiş olursunuz.