Cüneyt Kırdar kendini bildi bileli fotoğraf çeken bir mimar. Pandemi dönemiyle beraber fotoğraf çekmeye iyice yoğunlaşan Kırdar’ın çok geniş bir siyah beyaz film ve dia arşivi bulunuyor. Son yıllarda üretimlerini nü fotoğraflar üzerine yoğunlaştıran Kırdar, geçtiğimiz günlerde Urla’da açılan Kontrast adlı karma sergide Nü serisinden örneklerle yer aldı. İnsan bedenini amatör modeller aracılığıyla siyah-beyaz nü fotoğraflarla yorumlayan sanatçı ile son sergisini ve geçmişten bugüne fotoğrafla olan ilişkisini konuştuk.
Dilerseniz en sondan başlayalım. Yakın zamanda nü fotoğraflardan oluşan She/Her isimli bir sergi açtınız. Bu sergi fikri nasıl gelişti?
Bu sergi aslında dört sanatçı ve üç disiplinin (resim, heykel ve fotoğraf) olduğu Kontrast adı verdiğimiz bir serginin bir ayağıydı. Sergiyi, dört sanatçı arkadaş ile birlikte oluşturduk.
Serginin oluşum aşamasında yeni eser üretimi ya da var olan eserlerden seçme konusunda nasıl bir yaklaşım gösterdiniz?
Benim sergide yer alan fotoğraflarım iki yıl önce yaptığım bir çekimdendi ve ancak sergilenebildiler. Bu fotoğraflar bir amatör model arkadaşımla üç gün süren bir çalışmanın ürünleri. Daha güncel, başka modellerle yaptığım nü fotoğraf çalışmalarım da vardı. Ancak küratör arkadaşımla bu sergideki fotoğrafların tek bir modele ait olması gerektiğini düşündük. Dolayısıyla üç yıl önceki gerçekleştirdiğim çekimden fotoğraflarıma yer verdik.
Türkiye’de alışık olmadığımız türden bir sergi.
Aslındabu tip sergiler yapılıyor; ancak galeriler tarafından bile çoğu zaman riskli görülüyor. Anlaşma yapılmasına rağmen iptal edilen nü fotoğraf sergileri biliyorum. Sanırım benim avantajım, serginin Urla gibi bir yerde açılmasıydı. İstanbul’da böyle sergi açabilir miydim; açıkçası bilmiyorum. Aslında bir bütün olarak bakacak olursak fotoğrafın genel olarak Türkiye’de galerilerde nasıl kendine yer bulduğu ya da bulamadığı konusu da bence bu noktada önemli… Avrupa’da sadece fotoğraf sergilenen galeriler var, biz bunlara ne yazık ki çok uzağız. Sadece fotoğraf kitapları basan yayınevlerinin olduğu ülkeler var. Tüm bu eksiklikler fotoğraf konusunda daha çok yol almamız gerektiğini düşündürüyor bana. Son yıllarda diğer sanat dallarına olan ilgi ne yazık ki fotoğraf söz konusu olduğunda yok. Tabii genel olarak Türkiye’de sanatın yeri de başka bir tartışma konusu.
Biraz da fotoğraf pratiğinizi konuşalım… Fotoğrafçılığa nasıl başladınız?
Son on yıldır hobi olarak eğitimini aldığım mimarlık mesleğini yapıyorum. Fotoğraf ile neredeyse kırk yıldır birlikteyiz. Lise yıllarımdan beri fotoğraflara bakmayı seven birisiyim. İlk fotoğraf makinemi Fransa’ya gittiğim yılda aldım. Bir daha da fotoğraf makinesinden kopamadım.
Dergi 2 ayda bir yayımlanır ve yıllık abonelik, satın alınan tarihte yayımda olan sayı dahil olmak üzere 6 sayı için geçerlidir. Yıllık özel sayı dahil değildir.
Ağırlıklı olarak siyah -beyaz fotoğraflar mı çalışıyorsunuz?
Siyah-beyaz fotoğrafa ilgim aslında biraz da fotoğrafa ilk başladığım yıllara dayanıyor. Tabii yıllarca dia çektim. O yıllarda yani analog dönemde, karanlık odamda kendi filmlerimi kendim yıkar ve kendi baskılarımı kendim yapardım… Şimdi de çekerken aslında her zaman renkli çekiyorum. Sonradan çektiğim fotoğrafları siyah/beyaza çevirip edit ediyorum.
Fotoğraf dilinizi oluştururken nelerden beslendiniz?
Bu alanda yazılmış üç kitap yıllarca başucu kitaplarım oldu; John Berger Görme Biçimleri, RolandBarthes Camera Lucida ve Susan Sontag Fotoğraf Üzerine… Tabii fotoğraf üzerine düşünen ve yazan bu üç önemli yazarın ve bu konuda yazan başka yazarların kitaplarını okudum, sonra bakmaya ve görmeye başladım. Büyük ustaların çektiklerinden çok beslendim. Özellikle Henri Cartier-Bresson, Robert Doisneau, André Kertész , Josef Koudelka ve Sebastião Salgado gibi isimlerden çok etilendim. Son dönemde ise Jean-François Jonvelle ve Jeanloup Sieff beni çok etkiliyor.
Fotoğraflarınızda insanı hep ön planda tutuyorsunuz. İnsan fotoğrafı çekerken neye dikkat ediyorsunuz?
İnsan çekmeyi seviyorum, genelde dışarda çekim yaptığımda kadrajımda insan görmek istiyorum. İnsan fotoğrafa boyut kazandırıyor. Portre çalışmalarım da oluyor, bir türlü bitmeyen çalışmalarımdan biri de bu portrelerle ilgili. Gezmeyi seven biriyim. Gezilerimde de fazla fotoğraf çekiyorum. Sokaklarda çok dolaşırım ve fotoğraflar çekerim. Ama son dönemde kadın vücudu ile çok ilgiliyim, araya başka işler girse de bir süre nü çekeceğim galiba.
Peki, Türkiye’de nü fotoğraf üzerine çalışmak nasıl bir şey? Zorlandığınız oluyor mu?
Son dönemde buna odaklandım. Çok daha önce Fransa yıllarımda çektiğin nü çalışmalarım vardı, onları da gün yüzüne çıkardım. Türkiye’de bu işi yapan fotoğrafçılar var ama büyük bir kısmı moda ve reklam fotoğrafçıları… Onların modellere (zaten çoğu yabancı) ulaşmaları kolay oluyor, bir proje üzerinde çalışırken kendileri için de çekimler yapabiliyorlar. Kendi olanaklarıyla modeller bulup bu işi hakkıyla yapan arkadaşlarım da var hatta bana da model konusunda yardımcı oluyorlar. Türkiye’yi Fransa ile olan yakın ilişkimden dolayı karşılaştırma olanağım oluyor tabii. Şimdi Fransa’da yaşasaydım bir sürü nülerden oluşan sergilerim ve kitaplarım olurdu. Buranın şartları böyle “aile yapımızı” devletimiz belirlediği için bu tarz işler zor oluyor.
Nü çalışırken kurgu ya da rastlantıyı nasıl kurguluyorsunuz?
Kurgulayarak çalışmayı pek sevmiyorum ama yapmam gerekecek galiba. Genelde mekan veya mekanlar belirleyip modeli mümkün olduğunca serbest bırakmaya çalışıyorum. Günlük ev hayatı içinde gibi fotoğraflamayı daha çok seviyorum. Amatör hatta bu işi ilk defa yapanlarla önce biraz zor oluyor ama doğru ilişki kurulunca ve güven sağlandıktan sonra iş kolaylaşıyor.
Biraz diğer fotoğraflarınızdan çalışmalarınızdan ve sergilerinizden söz edelim.
Son yıllarda epey sergi yaptım, “portreler” den oluşan bir solo sergim oldu. Renkli fotoğraflarla bir karma sergiye katıldım. En çok gurur duyduğum bir sergi ise İstanbul/Paris adıyla açtığımız ve duvarları iki büyük ustayla paylaştığım sergiydi. Bu sergide Ara Güler ve Gültekin Çizgen’in İstanbul fotoğrafları ile benim Paris fotoğraflarım vardı. Umarım bir gün bu sergiyi İstanbul’a taşıyabilirim. Asıl önemlisi Kahramanmaraş depreminden bir ay sonra bölgedeydim, orada çok fotoğraf çektim. Önce İzmir Mimarlar Odası’nda sonra da Yunanistan’ın Sakız Adası’na taşıdığım Depremden Bir Ay Sonra adıyla iki sergi yaptım. Özellikle bu serginin depremlerle bizim gibi uğraşan ve her deprem felaketimizde bize elini uzatan komşumuzda açılmasından dolayı çok mutlu oldum.
Güncel kurum kimliklerini ulaştırdıkları takdirde öğretmenlere %20 indirim uygulanır. Abonelik hakkında daha fazla bilgi ve iletişim için: contact@artdogistanbul.com
Öğrencilere özel yıllık abonelikte %20 indirim için Kampüs Paketi sayfamızı inceleyin.