Murat Germen, Kopma, 2021, 2 adet 15’er hücreli hazır ahşap kitaplık, 5 mm foreks üzerine sıvanmış 30 adet 30x30 cm folyoya basılmış fotoğraf, zemin üzerine yatay yerleştirme 161 x 161 x 20 cm (2 parça)

Kim Var İmiş, Biz Burada Yoğ İken – Karacaoğlan

//

Karacaoğlan’ın bu dizelerini Aşıklı Höyük Dostları Derneği Başkanı Ferhat Boratav ile konuşurken ondan duydum. Gerçekten bugün çok bilinmeyen Orta Anadolu’nun en eski köyü olan, pek çok ilkin yaşandığı Aşıklı Höyük sadece arkeolojik bir kazı alanı değil. Dönüp dersler çıkaracağımız bir insanlık mirası.

Aksaray’ın Gülağaç ilçesinde, Hasan Dağı ile Melendiz Çayı arasında yer alan Aşıklı Höyük, Orta Anadolu’nun bilinen en eski köyü. 10 bin 500 yıllık tarihe sahip Aşıklı Höyük, avcı toplayıcı dönemden yerleşik tarım düzenine geçişin hemen her aşamasının izlenebildiği bir kazı alanı. İlk beyin ameliyatının yapılması, koyun ve keçinin ilk kez evcilleştirilmesi gibi pek çok ilkin de yaşandığı bir arkeolojik yerleşim yeri.

Kazı çalışmalarının 32 yıldır devam ettiği Aşıklı Höyük’ün tarihi hâlen keşfedilmeyi beklerken, kazı çalışmalarını desteklemek, kültürel mirasın özellikle yerel halk tarafından benimsenmesini ve korunmasını sağlamak ve kazı alanının tanınırlığını artırmak için çalışan Aşıklı Höyük Dostları Derneği’nin çabalarıyla 10 bin 500 yıllık tarih sanatla buluştu. Derneğin ‘Sanat ve Arkeoloji Projesi’, T.C. Kültür ve Turizm Bakanlığı tarafından Avrupa Birliği’nin mali desteği ile hayata geçirilen “Ortak Kültür Mirası: Türkiye ve AB Arasında Koruma ve Diyalog-II (CCH-II) Hibe Programı” kapsamında desteğe değer bulundu. Universitat Autònoma de Barcelona (UAB) ve University of Dundee (UD) ile birlikte planlanan ve yürütülen disiplinler arası proje; sanat, tarih, sanat tarihi, arkeoloji ve antropolojiyi bir araya getirerek, Aşıklı Höyük’ü tanıtma amacını taşıyor.

Proje kapsamında, farklı ülkelerden sanatçıların ürettiği eserlerle, Aşıklı Höyük’teki yaşam, insanlık tarihindeki önemli gelişmeleri de aktaracak şekilde sunuluyor. 4 Şubat’ta Aşıklı Höyük izleğinde Tarihi Hüsrev Kethüda Hamamı’nda açılan sergi daha sonra İspanya ve İskoçya’ya gidecek. Türkiye, İngiltere, İspanya, ABD ve Kolombiya’dan 13 sanatçının farklı disiplinlerde ürettiği eserlere yer veren sergide çalışmaları yer alan sanatçılar Özgül Arslan (Türkiye/UK), Eva Bosch (Katalonya/UK), Şahin Domin (Türkiye), Ahmet Rüstem Ekici (Türkiye), Leyla Emadi (Türkiye), Stephen Farthing (UK/ABD), Murat Germen (Türkiye), Osman Nuri İyem (Türkiye), Blanca Moreno (Kolombiya), Dillwyn Smith (UK), Hakan Sorar (Türkiye), Anita Taylor (UK) ve Emre Zeytinoğlu (Türkiye).

Eva Bosch, Evde ışık ve karanlık (Aşıklı Höyük’ten iç mekanlar), 2015-2021, Video enstalasyon, 10 dak. 25s., döngü Değişken boyutlarda. David Berger’ın (UK) teknik desteği ve üretim yardımıyla Asya Algül’ün görüntüsü izni ile kullanılmaktadır.

Fırat Arapoğlu ve Gary Sangster küratörlüğünde hazırlanan sergide yer alan eserler, sanatçıların Aşıklı Höyük kazı alanındaki deneyimlerinin izlerini taşıyor.

Kazı çalışmalarının başında olan arkeolog Prof. Dr. Mihriban Özbaşaran, Aşıklı Höyük Dostları Derneği Başkanı gazeteci Ferhat Boratav ve bu serginin küratörlerinden olan sanat tarihçisi, eleştirmen Fırat Arapoğlu ile konuştuk.

  • Aşıklı Höyük çok uzun yıllardır kazılıyor değil mi? En başa, keşfedilişe dönsek…

Mihriban Özbaşaran: İlk 1963’te ilk keşfediliyor ama keşfedilmesinden sonra uzunca bir süre çalışma yapılmıyor. Keşfeden Pensilvanya Üniversitesinden bir öğretim üyesi. Amacı Hitit anıtlarını aramak, onu ararken höyüğü görüyor, tarih öncesi bir yerleşim olduğunu anlıyor; uzmanlık alanı olmadığı için bir çalışma yapmıyor. O sırada Konya Ovasında çalışan ovasında çalışan İngiliz arkeolog James Mellaart’a haber veriyor.

Okumalar yapılıyor, karbon 14 örnekleri alınıyor ve bunun neolitik döneme ait bir yer olduğu anlaşılıyor ve yayın yapılıyor. Büyük ilgi çekiyor o dönemde o dönem tüm gözler Çatalhöyük üzerinde.

  • Peki sonrası?

1989’a kadar başka çalışma yapılmıyor. Aşıklı’nın gündeme oturması yakınındaki barajın sularının yükseltilme kararıyla ilgili aslında. Sular yükseldiği zaman Aşıklı’nın altı metresi su altında kalacak, tamamen yok olmayacak ama kerpiç mimari olduğu için büyük tahribat görecek. 1989 yılında arkeolog Prof. Dr. Ufuk Esin bölgede ilk kazıya başlıyor. Ben doktora öğrencisi olarak o ekipte yer aldım. O günden bugüne devam etti. 1989’dan 2000’lere kadar Esin Hoca devam etti. 2000’lerde su ihtiyacından, global ısınmaya varıncaya kadar bir takım meseleler gündeme gelince su yükseltilmesinden vazgeçildi. Kurtarma kazısı niteliğinden çıktı hal ve daha farklı bir anlayışla kazılmaya başlandı. Esin Hocanın projeyi devrettiği tarihler- 2006’ya denk gelir- uluslararası ekiple kazılara başladığımız yıl.

  • Çok kabaca sorsam nedir Aşıklı’nın önemi?

M.Ö: İnsanlık tarihine baktığımız zaman yaşam biçimlerinde büyük kırılmaların olduğu bir dönem Aşıklı’nın tarihlendiği dönem. İki buçuk, üç milyon yıldır doğada hazır bulduğunu tüketerek yaşayan insanların yerleşerek tarım ve hayvancılığa başladığı dönem… Aşıklı bu geçişin nasıl olduğunu gösteriyor. Önemi buradan geliyor. Avcı toplayıcı, tüketici yaşam biçiminden üretici yaşam biçimine geçiş… Göçerlikten, yerleşikliğe geçiş. Geçişler tarihte çok önemlidir.

Ferhat Boratav: Çok uzun bir dönem aynı yerde insanların oturmuş olması açısından önemli bir yer. O dönemde yerleşim yerlerinin çok azı 1000 yıllık bir yerleşim gösterir. Böylece dönüşümün her evresini aynı yerde izleyebiliyorsunuz.

M.Ö: Göçerlik bitmiyor, aynı şekilde üretime başlıyorlar ama avcılık toplayıcılık hiçbir zaman bitmiyor.

Osman Nuri İyem, Evcilleştirme, 2021, 2 odalı enstalasyon, karışık medya 208 x 366 cm.
  • Toplayıcılıktan kastınız nedir?

M.Ö: Toplayıcılık doğada hazır olarak bulunanları toplayarak beslenmeleridir. Yerleşiklik başlıyor ama eskiden gelen geleneklerini de uzun süre sürdürüyorlar. Avlanma sürüyor, hareketlilik sürüyor. Koyun keçi evcilleştiriyorlar, tavşan avı hiç bitmiyor.

  • Nehir kenarına yerleşmek akıllıca bir seçim değil mi?

M.Ö: Melendiz nehrinin kenarını seçmelerinin sebebi, bozkırın içinde önemli bir yer olması. Bunun yanı sıra obsidiyen yatakları var. Bütün aletlerini bu hammaddeden yapıyorlar. Kapadokya volkanik bir bölge. Bütün hammadde çevrede. Çok yakında tuz var, hayvanlar için tuz olmazsa olmaz. Hem ham maddeye, hem suya çok yakın. Çevresindeki topraklarda tarım yapabiliyorlar. Bitki yetiştirebiliyorlar, tarım sonra gelecek… Nehri kendileri için düşünmemek lazım sadece, nehre su içmeye hayvanlar geliyor, böylece avlanıyorlar. Balık yediklerini biliyoruz. Gerçekten çok akıllıca seçilmiş bir konum.

  • Günümüz insanının Aşıklı’dan öğreneceği çok şeyler var aslında değil mi?

M.Ö: Yapamadıklarımızı görüyoruz, özlem duyduklarımızı görüyoruz. Doğayla çok barışık yaşıyorlar, dengesini bozmuyorlar. Nüfus etkeni var, bizim kadar kalabalık değiller. Doğayla karşılıklı bir alışveriş içindeler, dengeyi bozmuyorlar. Sömürme yok, mülkiyet yok sahiplenme, hükmetme yok!

  • Şunu merak ediyorum. 32 yıl bir bölgede çalışmak arkeoloji için normal midir?

Çok uzun bir süre değil. Bu tür mikro arkeoloji yapılan yerlerde genelde bu sürelerde çalışılır. Daha çalışacak, bilmediğimiz çok şey var. Her bulgu yeni bir soruya yol açıyor. Bitmez tükenmez bir araştırma alanı. Her yıl aynı heyecanı duyarak işe başlıyoruz. Heyecan bitmiyor, çalışmak da bitmiyor. Ekonomik sıkıntılar olduğu için olması gerektiğinden biraz yavaş gidiyor olabilir belki.

  • Aşıklı’nın sanatla buluşması nasıl oldu? İlk fikir nasıl gelişti?

Eva Bosch Çatalhöyük’te çalışan Katalan bir sanatçı. Bosch, Aşıklı’da çalışmak istediğini söyledi. Kerpiç evlerdeki ışık sorununu izlemek için buraya geldi. Biz onun gelişiyle, ışığın evin içinde günlük saat görevi gördüğünü düşünmediğimizi fark ettik. Daha sonraları ışıkta gölge oyunları gösterdi, çocuklar için ilginç bir oyun olabileceğini fark ettik. Bunlar sanatı çok fazla düşünmediğimizi yüzümüze vuran etkinliklerdi aslında. Çok disiplinler arası çalışan bir ekibiz ama sanatın eksik olduğunu Eva Bosch’un gelmesiyle anladık. Sanatı neden o güne kadar düşünmedik ayrı bir soru.

Osman Nuri İyem, Evcilleştirme, 2021, 2 odalı enstalasyon, karışık medya 208 x 366 cm.
  • Neden sizce?

Belki Çatalhöyük’teki gibi boğa başları ve benzeri figürler bu bölgede olmadığı için. O bakımdan insanların düşünceleri, sembolizm ikinci planda kaldı. Eve Bosch ardından Emre Zeytinoğlu, Fırat Araoğlu derken proje genişledi.

Fırat Arapoğlu: Sergi fikrini biz bulmadık aslında, sergi bizi buldu.

  • Ferhat Bey neyin altını çizmek lazım?

F.B: Aşıklı kazısının getirdiği bilimsel araştırmalar kendi mecrasında sürüp gidecek. Bizim sergiyle başlattığımız ve umarım başka projelerle devam ettirebileceğimiz mesele, arkeoloji ve sanat arasındaki iletişimi sürdürmek. Ben Aşıklı’da hep sanat katmanı olsun istiyorum. Kazının çalışmalarının süregittiği sürece, bir de bugünden o güne bakan bir katman olsun. Ve bugün bu sergiye gelenler eminim ki o katmanın insanın zihinlerinde ne çok pencere açtığını görecekler. Bugünden baktığımızda neler görüyoruz. Nasıl bir dünya hayal ediyoruz bu sergi ona bir cevap olacak ve umarım yeni kaynaklar bularak böyle bir damarı sürdürebiliriz. Umarım bu örnek Türkiye’de benzer çalışmaların yapılmasına örnek olur. Gerçekten arkeoloji açısından zengin bir ülkede yaşıyoruz ama bu zenginlik bugünün yaratıcı güçleriyle çok ender olarak bir ilişki içine girmiş. Burada kastettiğim ören yerlerinin kapısındaki dükkanlardaki imitasyon hediyelikler değil. Bunun ötesine geçmesi lazım bu anlayışın- arkeoloji ve sanatın birleşmesinin ne kadar çığır açıcı bir şey olduğunu bu sergide görüyoruz… Umarım başkaları da bu yolda devam eder. Hepimiz için çok zenginleştirici bir deneyim.

  • Aslında arkeoloji memlekette eksik anlaşılıyor değil mi?

F.B: Arkeoloji kesinlikle sadece turizmin bir platformu olarak anlaşılmamalı. Arkeoloji kendi başına roman, hikâye, sergi, görsel sanatlar konusu olabilir. Kendi başına pek çok şeye ilham verebilir. Çünkü hayal kurabiliyorsunuz. Aşıklı’ya baktığınız zaman hayal kurabiliyorsunuz.

Ben arkeolojiyi Cumhuriyetin kurucu bilimlerinden biri olarak görüyorum. Bu topraklar kendine kimlik belirlemeye başladığında arkeolojiyle uğraşmaya başlamış- geriye bakmış kimlik bulmak için. Bugün için de geçerli aynı şey, bugün geriye bakıştaki sürekliliği kaybettik. Anadolu’da Aşıklı’dan eskiye giden yerler de var. Bu süreklilik içinde bakmamız, tümünü benimsememiz lazım. En büyük eksikliklerimizden birisi Endüstriyel Arkeolojinin gelişmemiş olması. 19. Yüzyıl hatta daha öncesinde Osmanlı topu nasıl döküyordu, bunun yapıldığı yerler var, bir kısmı bulundu. Mesela dokuma… Dolayısıyla yapılacak çok şey var ve umarım bizler gibi dernek oluşumlarıyla bunu anlatmayı başarırız. Geçtiğimiz kazı sezonu aşıklıda hasır örnekleri bulundu, hasır örme o bölgede hâlâ yapılan bir şey. İkisini birleştirmek lazım, yeni tasarımlarla birleştirerek canlı tutmak lazım örneğin.

Ahmet Rüstem Ekici & Hakan Sorar Katmanlar, 2021
Dijital Çizim, Tekstil baskı, Artırılmış gerçeklik animasyon 120 x 240 cm
  • Arkeoloji anlaşılmıyor, değerinin hâlâ bilinmiyor olması üzücü.

M.Ö: Arkeoloji insan bilimi olduğu için bana göre antropolojinin bir parçasıdır. Toplum bilimidir. Dolayısıyla yelpaze o kadar geniş ki. Ferhat Hocanın dediği gibi tekstilden çevreye, evcilleştirmeye her şeyi kapsıyor. Dolayısıyla günümüzde turizm olarak görülüyor arkeoloji ama bunun çok ötesinde bir yerde hem toplum hem insan için.

  • Fırat senin için ne ifade ediyor arkeoloji ve sanatın bir araya gelmesi?

Fırat Arapoğlu: Anadolu kalkışması, uyanışı gibi İstanbul dışındaki projeler beni çok heyecanlandırıyor. Almanya’da yılda 10 bine yakın sergi açılıyor, aklınıza gelmeyecek kasabanın bile müzesi var. Bizde İstanbul’a hatta İstanbul’un belli akslarına sıkışmış durumda güncel sanat. Beyoğlu, Karaköy, Beşiktaş hattından bahsediyoruz sanat deyince.

İlginizi çekebilir:  Tılsım

Emre Zeytinoğlu hem güncel dili yakalayabilen hem de Türkiye’nin dört bir yanın gezen bir anlatıcı. Nesne üzerine kurgusal bir hikâye yazar. Gözlemlediği desenin hikâyesini yazar. Sadece üreten bir sanatçı değil ürettiğinin üzerine düşünen bir sanatçı. Eva Bosch ile yazıştık ve projeye dahil olduk. Çağdaş sanatta “encounters” dediğimiz kavram çok önemli; eskiyle yeninin; modernle çağdaşın arkeolojik yapılarla yeni eserlerin buluşması gibi. Ana sorun burada şu; sanatçılarla arkeologlar nasıl bir araya gelir.

Eğlenceli sorulardır bunlar, üzerine düşünmek için acaba benzer yanları farklı yanları nedir. En temel metodolojimiz analojidir. Biz bu projeyi oluştururken aynı zamanda temmuz ayında kolokyum yaptık. Arkeologlar sanatçılar küratörler kendi perspektiflerinden aldıkları ilhamı anlattılar. Arkeologlar güncel sanata bakışlarını paylaştılar.

  • Sanatçılar ve arkeologların benzer ve farklı yanları var mıdır?

Her iki disiplin için de görsel önemlidir. İkincisi materyal. Mekânsallık; arkeologlar bir mekân taraması yapıyor, sanatçılar da. Arşiv; arkeologlar için de, sanatçılar için de arşiv önemli. Birçok sanatçının çok sıkı arşivleri var. Genelde sanatçıların depolarında durur- doğru zaman geldiğinde bir kolajın parçası olurlar. En temelinde insan olmanın yani kendimizi tanımanın kökeni. Sanatın temel noktaların biri varoluşumuzu sorgulamaktır. Bunu farklı perspektiflerden yorumlamaktır. En nihayetinde her iki disiplinde de bir şeyi keşfetme, koruma ve kamuya sunma konusu var.

Arkeoloji müzeciliğe çok benziyor. Keşfetme, kapsama, sunma. Arkeoloji, müzecilik ve sanat tarihi birbiriyle çok örtüşüyor. Sanatçıların dirsek temasıyla kendi aralarındaki bilgi alışverişi neticesinde ortaya 13 proje çıktı. Neticede disiplinlerarası bir proje olarak tanımlamayı seviyorum bu projeyi. Zordur disiplinlerarası çalışma. Edebiyat, resim, arkeoloji, biyoloji ve nicesi gibi birçok alanın bir araya geldiği bir proje. Biz de sanat alanından bu projeye dahil olduk.

  • Serginin ana meselesi nedir?

Sergimizde en temel sorumuz şu, bir arkeolojik kazıdan elde edilen buluntuları görünür kılıp nasıl coğrafyayı yorumlayabiliriz. Alt amaçlarımız serginin görünür olması, Land-art yani arazi sanatı bizim ülkemizde çok gelişmiş bir tür değil. Tarlada yürüyüş yapıyoruz deseniz tutuklanma riskiniz var. Bu eksikliği biraz olsun Aşıklı Höyük sergisiyle kırabileceğimizi hayal ediyorum. Yurtdışında arkeoloji ve sanat ilişkisi daha fazla.

Mekânımız harikulade oldu, Ortaköy Kethüda Hamamı, işlerin kendini gösterebilmesini sağlayacak. Alt amaçlarımızdan biri kazı alanını, derneğini görünür olmalarına katkıda bulunmak. Sanatçılar cephesinden bunu söyleyebilirim.

  • Sergide hangi tür işler yer alacak?

F.A: Projenin interdisipliner doğasıyla örtüşecek şekilde izleyiciler birçok farklı türden işler görecek. Video projeksiyon, heykel, dijital artırılmış gerçeklikle üretilen çalışmalar, dijital işler fotoğraf desen ve resim.

  • Peki, tema?

Aşıklı höyük bölgesinin terk edilmesi önemli mesela. Halkın burayı terk etmesi bir doktora tezinin konusu. Bu doktorayı yazan kişi Osman Nuri İyem’in de arkadaşıymış. Bunlar hoş karşılaşmalar. Mesela heykeltıraş arkadaşımız Şahin bu terk etmeyi konu edinen bir heykel üretti. Leyla Emadi, terk etmeyi konu edinen bir enstalasyon yaptı.

Murat Germen hem gece hem gündüz fotoğraflar çekti, hem de drone uçurdu. Zaman ve mekân ilişkisi ona ilham oldu ve bir tür görsel kütüphane olarak isimlendirebileceğim bir çalışma üretti. Osman Nuri İyem sosyolojik bir yaklaşımla bir öykü yazıyor. Eva Bosch’un ışık gölge üzerine çalışması, Stephen Farthing’in metinleri… Sanatçılar kendi perspektiflerinden konuya yaklaşıyor. Ortaya çok dilli bir sergi çıktı. Kendi adıma olması gerektiği gibi bir sergi. Sadece göze değil, kulağa ve bedensel aktiviteye dayalı bir sergi olmasına çalışıyoruz.

Blanca Moreno, Hayvan Tesisi, 2021,
Keçi derisi parşömeni üzerine mürekkep ve pigment 100 x 500 cm
  • Bu sergi İskoçya ve İspanya’ya da gidecek değil mi?

F.B: Keşke sonra Aksaray’a gelebilse sergi. Yerel yetkililerden çok destek gördü bu proje. Çok severek benimseyerek ilgilendiler. Daha da genişleyebilir sanat üretimleri. Birinin o sessizlikte oturup bir beste yapmasını gönülden arzu ederim. Karacaoğlan’ın dediği gibi, “Kim var imiş biz burada yok iken,” diye soruyoruz. Arkeologlar bunun için çalışıyor, sanatın bakışıyla daha da zenginleşecek bu.

  • Sorum şu sabah kalktıktan yatana kadar bu insanlar ne yapıyordu. 24 saatlerini ne kadar biliyoruz?

M.Ö: Saat yok o dönemde. İş bölümünde bir uzmanlık paylaşımları var, birileri temizlik yapıyorsa, diğerleri ava gidiyor, bazıları sepet yapıyor, diğerleri toplamaya gidiyor.

  • Su mesela, nasıl taşıyorlar?

Kap olmadığı yani çanak çömlek olmadığı için suyu taşımak için ya deri kaplar yapıyorlar, ya da hayvan midelerini temizleyerek kap olarak kullanıyorlar. Kafataslarını, kaplumbağa kabuklarını çanak gibi kullanıyorlar. Su taşımak başlı başına çözülmesi gereken bir sorun o dönemde. Sürekli kerpiç yaptıkları için kerpiçe sürekli su gerekiyor, sürekli nehir kenarında yapılmaları lazım. 500-600 seneden sonra orası bir tepe oluyor, o tepeye suyu çıkarmak, bidon, kap yokken çok zor bir şey. Zorluğu bugünkü anlamda düşünmemek lazım ama yine de çok zor. Evlerde su tutmaları gerekiyor, pişirme kaynatma var mı yok mu diye çalıştık uzun süre.

  • Var mı?

Bunlar çok iyi sepetçi, o sepetlerin içini kerpiç toprağıyla sıvadığınız zaman dört beş saat suyu sızdırmadan tutuyor, bu sırada içine ateşte kızdırılmış taşları atıyorlar suyun içine, su kaynıyor, taşları alıp buğday, mercimek atıp haşlıyorlar.

  • Ne yiyorlar?

Balık, küçük hayvanlar, kaplumbağa, tavşan yiyorlar. Yaban sığırı özel zamanlarda tercih ediliyor. Toplu yemeklerde, törenlerde tercih ediliyor. Koyun, keçi hem evcilleştirilme aşamasında hem yabani olarak var. Az da olsa geyik, domuz gibi hayvanlar avlanıyor.

  • Ritüelleri var mı?

Ölü gömme ritüelleri var. Yaşadıkları evin tabanlarının altına. Belli kişiler. Yaşayan nüfusun tümünü bulmadık taban altlarında. Nüfus yüzlerce kişi, biz 1000 yıl boyunca yaşayanlardan 102 kişinin mezarını bulduk. Çoğu kadındı.

  • Neden evlerinin altına gömüyorlar?

Ölüden ayrılmamak ve birlikte yaşama fikri ön plana çıkıyor. Çukura ölüyü yatırdıktan sonra doldurup aynı yerde yaşamaya devam ediyorlar. Başka eve geçmiyorlar.

  • Hiyerarşi var mı?

Orta Anadolu’da hiyerarşiyi işaret eden bir bulgu yok. Aşıklı ’da hiç yok. Topluluk içinde farklılaşma yok. Binalarda, ölü gömme geleneklerinde yok, her şey aynı. Çok uzun bir süre kolektif bir yaşam var, 800 yıl boyunca. Sonra yavaş yavaş bir farklılaşmadan söz edebiliyoruz. Bunu ölü gömme uygulamalarındaki yanlarına konan eşyalardan söyleyebiliyoruz. Bina uygulamalarında gruplar ve mahalleler ortaya çıkmaya başlıyor. Son 200-300 senede bir takım bireyselleşme eğiliminden söz edebiliriz.

Ahmet Rüstem Ekici & Hakan Sorar, Katmanlar, 2021, Dijital Çizim, Tekstil baskı, Artırılmış gerçeklik
animasyon, 120 x 240 cm.
  • Herhangi bir liderleri olduğuna dair bulgu var mı?

Lider yok, tamamen eşitlikçi bir yaşam tarzı. Bir yönetici, herhangi bir hiyerarşik durum sınıflar tabakalar yok.

  • Savunmaya dair neler var?

Savunmaya ait bir şey yok. Barışçıl bir toplum izlenimi veriyor. İskeletler üzerinde yapılan çalışmalarda sadece birinin dizinde birinin kalçasında kemikten ok ucu yaralanması tespit edildi. Onun dışında şiddete yönelik bir şey yok. Ok ucu tahribatı oyun sonucunda olmuş olabilir, kaza da olabilir. Şiddet olmayabilir. Son derece barışçıl bir toplum. 1000 yıl boyunca böyle yaşıyorlar.

  • Sanat ya da zanaat üretimi hakkında neler biliyoruz?

Zanaat üretimi var. Opsidiyen aletlerden tutun, bileziğe varıncaya kadar. Sepetçilik, dericilik var. Giysilerin hepsi deriden. Tekstil var. Burulmuş iplik bulundu. Sazın içindeki liflerin kesilerek oluşturulmasından elde edilmiş.

  • Evlerinin kapıları damda değil mi?

Damdan giriyorlar. Zeminde kapı yok. Dörtgen plan öncesinde yuvarlak planlı evleri var. Bu evlerin hepsi toprağa açılmış çukurlardan oluşuyor. Dörtgen olduğu zaman da yukardan girmişler, o konsept değişmemiş zaten mimaride süreklilik var. Evleri birbirinin üstüne yapıyorlar. Teknolojide devamlılık var. Değişimler çok az ve yavaş.

  • Değişimin az olmasının nedeni nedir?

Aşıklı’ya özgü bir şey. Başka yerde bu yok. O toplumun kimliğini oluşturma süreci. Eskinin bir sonraki kuşağa aktarılması. Evlerin üst üste yapılmasının nedeni de o. Hep bir aktarım var. Bu bilinçli yapılan bir şey, eskinin aktarımı.

  • Evlilik diye bir kavram var mı?

Tam tersi aile, eş gibi kavramların olmadığı bir dönem. Buluntular gösteriyor ki-aynı aileden kardeş olan iki kişi farklı evlerde oturuyor. Aile kavramı bugün bildiğimiz anlamda değil.

  • İlk beyin ameliyatı 25 yaşında bir kadında yapılmış değil mi?

Evet. Zaten ortalama yaş 30. 55 yaşında bir erkek, 65 yaşında da bir kadın iskeleti bulundu. En yaşlılar bunlar.

  • Güneş doğduğunda uyanıp, karanlık çökünce mi uyuyorlar?

M.Ö: Günlük tempoları doğrudan güneş ışığına bağlı.

  • Kişisel anlamda Aşıklı Höyük size ne ilhamlar verdi?

F.B: Ören yerlerine gittiğimde hep Karacaoğlan’ın söyledikleri gelir aklıma: kim var imiş biz burada yoğ iken. Bu soruyla bakmak ve bunu görebilmek bana zevk veriyor. Heyecanımı açıklayan nokta Aşıklı’nın çok sade, süssüz bir yer olması. Süssüz olması hayal etmeyi teşvik ediyor. Sadelik insanı hayal kurmaya teşvik ediyor. Beni en çok bu etkiledi.

F.B: Beni en çok heyecanlandıran kolektif yaşam meselesi. Emek gücü arasında kadın erkekte farklılık yok, elit sınıf yok. Bir tür üst sınıf yok. Sınıfsız toplum ve devletsiz dünya arzusunun binlerce yıl önce vuku bulmuş erken dönem hali gibi geliyor bana. Ayrıcalıklı bir sanatçı sınıfı yok ortada, belki de hepsi sanatçıydı. Beni Aşıklı ile yakınlaştıran unsur sanat diye ayrıcalıklı bir üretim alanına ilgi duymamaları.

  • Aşıklı Höyük’te sanata bildiğimiz anlamıyla rastlamıyoruz.

F.A: Görünen o ki- sanat ve sanat olmayan arasındaki kavramsallaştırma gündeme dahi gelmemiş Aşıklı’da. Sanat bir iktidar aracı olarak kullanılmamış.

M.Ö: Gerçekten böyle bir baskı yok o nedenle böyle bir ifade tarzı da olmayabilir.

Seminer Dizisi

25 Şubat 2022 Cuma gününe kadar Tarihi Hüsrev Kethüda Hamamı’nda ziyarete açık kalacak sergiye paralel olarak, 4 – 22 Şubat 2022 tarihleri arasında bir dizi seminer düzenlenecek. Sanat ve Arkeoloji Projesi Seminer Programı Postane binası, Galata’da gerçekleşecek, ayrıca YouTube üzerinden canlı yayınlanacak.

Previous Story

İstanbullu ve Tel Avivli Müzisyenlerden İş Birliği

Next Story

Sergio Leone Filmleri İstanbul Film Festivali’nde

0 0,00
02_ArtDog_CD_Logo_RGB_Black

BÜLTEN

Türkiye ve dünyadan haftalık kültür-sanat haberleri, inceleme yazıları, sergiler ve etkinlikleri takip et.

Bülten aboneliğinde ArtDog Istanbul’un gizlilik sözleşmesini kabul etmiş olursunuz.