Kendini Arayan Beyoğlu…

Muhafazakar iktidar partisinin neredeyse 20 yıldır yönetimi altında kalan, mekanları sürekli değişen, insanları aynı kalmayan, hızla kimliksizleşen ve yok olan Beyoğlu’nu yeniden kazanmak mümkün mü? 31 Mart yerel seçimleri sonrası herkesin merak ettiği “Beyoğlu eski günlerine dönebilecek mi” sorusunu gazeteciler, akademisyenler, sanatçılar ve yazarlara sorduk.

/

Her geçen gün sahip olduğu renklerinden bir parça koparsa da İstanbul’un atar damarıydı Beyoğlu… Kimileri sadece gelip, geçti kimileri ise “müdavimi” oldu. Ama her kesin hafızasında mıh gibi çakılı durdu. Şimdilerde ise Türkiye toplumunun içinde bulunduğu sosyal, siyasal ve ekonomik dönüşümün adeta özetini sunan bir Beyoğlu var karşımızda. Hızla kimliksizleşen, değerlerini yitiren, kültürel ve sanatsal bağlarından koparılan ve yok olmak üzere olan… Fakat son günlerde Beyoğlu’nda Pandora’nın Kutusu yeniden açıldı. Kadim Beyoğlu’nun içinde bulunduğu dönemi, geçmişinin, dönüşümünün ve geleceğini Beyoğlu üzerine yazan, düşünen, konuşan ve üreten isimlerle değerlendirdik.

“Kentin Kalbiyle Oynamak Hayır Getirmez”

Tuğrul Eryılmaz

Gazeteci

“Beyoğlu’nun kültür, eğlence hatta sanattan koparılması hepimizi dehşete sürükledi. Şu an gittiğimiz her güzergâh ya baklavacı oldu ya nargileci ya da kebapçı… Tamamen belli bir tür turist kültürünün kurbanı oldu Beyoğlu. Ben eski Beyoğlu’na yetiştim. Başka bir dönem ve kültür vardı o yıllarda. Gayrimüslim azınlık vardı. Bunlar şık insanlar, sahici İstanbullulardı. Asıl hikâye de burada başlıyor zaten; yok 6-7 Eylül dediler, yok Kıbrıs harekâtı dediler bu insanları kaçırdılar. Beyoğlu’nun asıl ruhu onlardı ve şimdi onlar yoklar. Var olanların da sayıları çok çok az. Benim mahallem Cihangir’de bir tek bir Rum komşum var. Bir yerin halkı azınlığa düşerse oranın kültürü, var olan her şeyi azınlığa düşer. Sineması azınlığa düşer… Bugün Beyoğlu’nda sinema arar olduk. Beyoğlu’nda tiyatro arar olduk. Zamanında biz Ferhan Şensoy’a kızardık ‘modern değil, komik komik şeyler yapıyor’ diye… Şimdikiler Ferhan Şensoy’a kurban olsunlar. Son 15 yılda altüst oldu Beyoğlu. Burası sanki artık İstanbul değil! Düşünsene sen Doğu Roma İmparatorluğu’nun başkentisin, ne kadar gurur verici bir şey. İnsan Doğu Roma’nın başkentinden Kuveyt’in bilmem ne şehrine dönüşür mü? İşte bu tablo acıklı geliyor insana…

“Umudumuz Yeni Belediye Başkanı’nda”

“Herkes istediğini istediği gibi yapsın tabii. Ama ne olur bana ve benim şehrime dokunmasın. Adına ne derseniz deyin, Constantinopolis deyin, İstanbul deyin, Fatih’in şehri deyin ama dokunmayın. Bu kent bizden önce de vardı, bizden sonra da olacak. Beyoğlu da bu kentin kalbi. İstanbul’un kalbi. Hiçbir ülkenin, hiçbir kentin, hiçbir insanın kalbiyle oynamak kimseye hayır getirmez.

“Umudumuz şu anda Beyoğlu Belediye Başkanı İnan Güney’in bizlere verdiği sözleri tutması. Beyoğlu’nu neyi kırdılarsa eski haline getirelim demesini bekliyoruz. Güvenimiz çok mu, hayır yok! Ama yine de inanmak istiyoruz. Buraya geldiğinde verdiği sözlerin bir kısmını tutmasını bekliyoruz.

“Ah Beyoğlu Vah Beyoğlularla Olmuyor Artık”

“Beyoğlu’nda yaşayanların öncelikle geçmişlerinin ne olduğunu iyi bilmesi lazım. Öyle yarım yamalak bilgilerle, ah Beyoğlu vah Beyoğlularla olmuyor artık. Yaktık, bitirdik Beyoğlu’nu ve bunun da her aşamasıyla yüzleşmek zorundayız. Şurada şu vardı bakın artık yok, neden yok diye sorgulamamız lazım. Londra’da sen kalk Piccadilly Circus’a bir çivi çak bakalım ne oluyor! Kimden izin aldınız diye kıyamet kopar. Biz ne yazık ki Emek Sineması’nı aç gözlü korkunç insanlara kaptırdık. Bırakın Constantinopolis’i, ecdadımızı o kadar severiz onlardan kalanı bile koruyamadık.”

“Beyoğlu’nda Sanat Kültür Ortamı Kesintiye Uğradı”

Yahşi Baraz

Sanat Galericisi / Yayıncı

“Benim gençliğimde 1950’li yıllarda, İstanbul’da sosyal hayat dediğinizde akla bir tek Beyoğlu gelirdi. Bu sosyal hayat içerisinde restoranlar ve sinemalar vardı. Sinema o yıllarda çok popülerdi. Kaliteli Amerikan ve Fransız filmleri izlerdik. Ancak resim sanatı diye bir şey yoktu, galeri yoktu, resim merakı da yoktu… 60’lı yıllarla birlikte küçük hareketlenmeler de başladı. Beyoğlu’nda Şehir Galerisi açıldı. Burası Galatasaray’a doğru yürürken sağ tarafta kalan derme çatma bir galeriydi. Fakat bizim için çok önemliydi. Daha sonra Tünel’de Alman Kültür Merkezi açıldı. Başında Robert Anhegger adında çok entelektüel bir Alman vardı. 1960’larda Ömer Uluç ve Yüksel Arslan sergileri de burada açıldı. Salih Acar, Erdoğan Değer gibi bugün pek hatırlanmayan isimlerle birlikte bu iki yeri takip ederdim. Kültür sanat dünyası o yıllarda daha çok akademi ve hocalarının etrafında şekillenirdi, fakat onlar da çok içe dönüktüler. Bedri Rahmi’nin hiç unutmadığım bir cümlesi vardır; “Türkiye’de sanat Beyoğlu’ndan Kadıköy’e geçememiştir,” demişti. Hakikaten de öyleydi. Daha sonraki yıllarda yine belediye tarafından Taksim Sanat Galerisi açıldı. 1974’te, ölümüne yakın bir tarihte Bedri Rahmi Eyüboğlu’nun Amerika’da yaptığı soyut resimleri de burada sergilenmişti. Bu sergi açılırken hepimiz müthiş heyecanlıydık. Sergideki resimlerin hepsinin satılacağını düşünmüştük; fakat hiçbir şey satılmadı. Kısacası çok hareketli bir kültür sanat ortamı yoktu şehirde. 1970’lerde Beyoğlu Kuledibi’nde açılan koleksiyonerler ve sanat meraklılarının sık uğrak yerlerinden antikacılar da hatırlanmalı o yıllara dair. Onlar da şehrin sanat hafızasında önemli bir yere sahiptir.”

“Varlık Vergisi ve 6-7 Eylül Olayları”

19. yüzyılın sonu, 20. yüzyılın başında Beyoğlu sanat ve eğlencenin merkeziydi. Rumlar, Ermeniler, Yahudiler, İtalyanlar, Fransızlar, Beyaz Ruslar kısacası farklı etnik gruplar burada varlığını sürdürüyordu. Beyoğlu’nda onların şekillendirdiği, onlarla var olan bir kültür sanat ortamı vardı. Ancak 1942’deki Varlık Vergisi’yle bu ekalliyet ülkeden ayrıldı. Sonrasında1955’te yaşana 6-7 Eylül olayları da bu süreci hızlandırdı. Bu iki olay tüm ülkenin olduğu gibi Beyoğlu’nun da sistemini bozdu. Beyoğlu’ndaki sanat ve kültür kesintiye uğradı. Daha sonraki yıllarda taşradan gelen daha arabesk ve daha lümpen kesim buraya yerleşti. Bizim toplumumuzda ise sanat ne yazık ki hiçbir zaman hak ettiği değeri göremedi. Dolayısıyla da Beyoğlu sonraki yıllarda hiçbir zaman tam manasıyla bir sanat merkezine dönüşemedi. Kimi dönemler ufak sıçramalar yaşadı, ancak o seviyeyi hiçbir zaman yakalayamadı. Zaten yaşanan bu iç göç dalgası karşısında Beyoğlu’nda böyle bir kalite tutturmak pek mümkün olamazdı.”

“Kültür ve Sanatın Halkta Bir Karşılığı Yok”

“Beyoğlu’nda daha sonra Asmalımescit’te Tünel’de ve Mısır Apartmanı’nda yeni sanat galerileri de açılmaya başladı. Kitapçılar açıldı. Yapı Kredi’nin bazı katkıları oldu, sergi salonları açtı. 1997’de Borusan Sanat Galerisi açıldı, daha sonra kapandı. 2000’lerin başında Burhan Doğançay Müzesi’ni kuruldu. Pera Müzesi açıldı. Yine İş Bankası Müzesi, Vehbi Koç Vakfı’nın İstiklal Caddesi üzerinde Meymaret Han’da açtığı çağdaş sanat alanı; tüm bunlar Beyoğlu açısında çok olumlu sonuçlardı. Fakat toplumun bir tarafında kültürel bir sıçrama yaşanıyor; diğer tarafta toplumun önemli bir kesiminde bu yapılanlar hiçbir şey ifade etmiyor. Ne yazık ki bizde bu iki ayrı kutup sürekli çarpışıyor ve lümpen kesim her türlü daha ağır basıyor. Türkiye’de bugün bir arabesk müzik albümü milyonlarca satabiliyor, Türkiye’nin en meşhur soyut resmi ise zor satılıyor.”

“En Mühimi İnsan Kalitesi”

“Sanırım herhangi bir şehir ya da semt için en mühim olan şey insan kalitesidir. Bölgede yaşayan insan aktörünü düzeltmediğimiz sürece ne Beyoğlu düzelecektir ne de İstanbul. Bu düzeltme de ancak eğitim seviyemizin yükselmesiyle mümkün. Kültür, edebiyat, şiir, resim, heykel burada yaşayan insanların ilgisini çekmeye başladıktan sonra belki bir değişim yaşanabilir. Fakat bu noktada hükümetlerin de pek bir şey yapabileceğini sanmıyorum. Çünkü bizim hükümetler ne yazık ki hep cehaletten beslendiler. Tabii halkın da bu noktada tercihleri önemli. Edebiyat Avrupa’da, Rusya’da gelişiyor. Bu halktan gelen belirli bir istek doğrultusunda oluyor. İngiltere’de müzelerin geçmişi çok eskilere dayanıyor. Bu müzeler halktan gelen talep doğrultusunda kuruluyor ve önünde hala uzun kuyruklar oluşabiliyor. Ne yazık ki bizim toplumumuzda böyle bir istek yok henüz.”

“Sanat İçin Yeni Bir Alan Yaratılmalı”

“Benim şahsi görüşüm Beyoğlu’nun bir kültür merkezi niteliği taşımadığı. Bu nedenle de ‘illa Beyoğlu’ diye de bir şeyi tutturmayı da pek olumlu görmüyorum. Tabii şu da var; Beyoğlu’nda bugün sanatın ve kültürün gelişmesine katkı sunan ve bu konuda ciddi bir yatırım yapan bir kesim var. Benim bu noktadaki tek eleştirim şudur: Türkiye’nin halihazırdaki sanat ortamı, çok daha iyi ve bu işin planlanmış mekanları hak ediyor. Çünkü Beyoğlu artık böyle bir oluşuma uygun ve kaldırabilecek durumda değil. Bu tüm dünyada da böyledir. İnsanların sadece sanat için gittiği alanlar yaratılmıştır. İstanbul’un da böyle bir alana ihtiyacı olduğunu düşünüyorum. Beyoğlu’nun arka sokaklarında hala ciddi uyuşturucu ve seks ticareti sürdürülüyor. İstiklal Caddesi’nin durumu da ortada. Böyle bir ortamda sanat üretmek ve sanat izlemek zor. Benzer bir örnek New York’daki Chelsea’dir. Burada bir sanat merkezi oluşturmadan önce tüm bunlar temizlendi. Ama ne yazık ki bugün Beyoğlu’nda bunu yapabilecek durumda değiliz. Yaptık diyelim, bu kadar kalabalığı ne yapacağız? Böyle bir ortamda sanat üretmek güç. Belki Dolapdere’de böyle bir ortam oluşturulabilirdi ancak bunun için de geç kaldık. Beyoğlu büyük paraların döndüğü bir yere dönüştü. Türkiye’deki bu fukara sanat, buradaki kapital ile mücadele edebilecek durumda değil artık.”

“Beyoğlu’nun Üzerindeki Gölge Kalktı”

Ayşe Çavdar

Gazeteci / Akademisyen

“Beyoğlu, yaşımın yettiği kadar hatırladığım eski bir zamanda, mesela 30-40 yıl kadar önce, güvenli bulmadıkları ve yeterince altyapı görmedikleri için orta sınıfın yaşamak için tercih etmediği, bu nedenle görece daha ucuz olduğundan sanatçı ve entelektüellerin tercih ettiği bir yerdi. Çünkü daha az para kazandıklarından, burada daha az para harcayarak yaşamlarını sürdürebiliyorlardı ve birbirlerini de oralara çekiyorlardı. Derken orada yeni moda bir hayat tarzı oluşturdular. Bir tür şıklık oluşturdular. Böyle olunca orta sınıfların genç kuşakları da bundan nasiplenmek istediler ve kalabalıklaştı. O kalabalık da yatırımcıları çekti. Dünyanın her yerinde işleyen bir süreç bu, adına mutenalaştırma diyoruz. Sonrasında artık sanatçı ve entelektüel kesim orada yaşayamaz hale gelir. Derken orta sınıf için de orası çekici olmayan bir yere dönüşür. Yeni modaların oluştuğu yeni yerler bulurlar ve o tarafa doğru çekilirler. Bütün bu süreçte de belediyeler, merkezi idareler vs. bu dönüşümler esnasında ortaya çıkan rantı bölüştürmeye uğraşırlar. Özetle anlatmaya çalıştığım tüm bu süreç aslında birkaç aşamadır. İşte bu açıdan bakınca Beyoğlu tüm bu süreci, son 20 yılda çok hızlı bir şekilde yaşadı. Şimdi biz Beyoğlu’nda bu sürecin bir anda yıkım aşamasına geldiğini görüyoruz.

“Beyoğlu bir anda kültürel alışverişin değil, ticari alışverişin alanı haline geldi. Beyoğlu’ndaki kültürel alışverişin kıymetini ne yerel yönetim bildi ne de merkezi idare. Bilmenin de ötesinde Beyoğlu’ndaki o havayı, o atmosferi kendi siyasi projesine yönelik bir tehdit olarak gördü. Gezi’de de bunu iyiden iyiye hissettirdi ve Beyoğlu’nu hızla ticarileştirdi ve susturdu. Çünkü Beyoğlu’ndaki kültürel atmosfer orayı siyasal iletişimin, siyasal alışverişin de mekânı kılıyordu. Toplumun her kesiminden insanlar oraya kendi seslerini duyurmaya ya da başka sesleri duymaya geliyordu. İnsanlar siyasi dertlerini orada birbirlerine anlatabiliyorlardı. Bu da bir tanışıklık bir hareketlilik yaratıyordu Beyoğlu’nda. Beyoğlu kimliğinin bir parçasıydı. Bunu bertaraf ettiler ve Beyoğlu’nu hızla saf ticaretin mekânı haline dönüştürüldü. Fakat bir de kentin hafızası diye bir şey var ki, o hep galebe çalar. En sonunda o gelir ve en sonunda hep o kazanır. Yani kolay değildir kentin bir mekânının hafızasına müdahale etmek. Başakşehir’i bir kültürel alışverişin mekânı haline getirmek ne kadar imkânsızsa, Beyoğlu’nu da salt ticari bir kalıpta tutmak o kadar imkânsızdır.”

“Beyoğlu Ruhu Geri Dönecektir”

“Beyoğlu’nun bir tarihi var, insanlığın hafızasında bir yeri var. Kitaplarda, romanlarda, filmlerde bir yeri var… O hafıza tabii ki kendini tazeleyecek ve o ruh geri dönecektir. Şunu söylemiyorum. Eskiye döner mi? Hayır, dönmez. Zaten dönmesin de. Beyoğlu kendini yeniden kurabilir. Bir şekilde kendi hafızasıyla konuşup bunu yapabilir. Çok kısa bir zaman içerisinde de yapacaktır. Kolay değil, 25 yıl boyunca muhafazakâr belediyelerin elindeydi. Sosyal, kültürel ve mekânsal sermayesi o kadar büyükmüş ki tükenmedi. Hafızasının coğrafyayla ve toplumsal dokuyla kurduğu ilişki sahiciymiş ki geri çağırdı kendini. Ben bu seçim sonucunu Beyoğlu açısından böyle değerlendiriyorum. Aslında 2014’te seçimlerinde de kazanılabilirdi Beyoğlu. 2019 demiyorum bakın, 2014’te bile aslında doğru bir aday tercihiyle alınabilirdi Beyoğlu. Kaderi belki taaa o zamanlarda dönerdi, 10 yıl boyunca süren yıkım da hiç yaşanmamış olurdu.”

“Kentsel Mekanların Kendi İntikam Süreçleri İşler”

“Bu sürece öyle bir anda gelinmedi. Tarlabaşı’nı tüm itirazlara karşın yıktılar ve hâlâ yapamadılar. Toplumsal, kentsel muhalefet ne dediyse, bu yıkımın nasıl bir felaketle sonuçlanacağını öngördüyse hepsi oldu. Oradaki yapıları yıkıp yerine kocaman devasa şeyler yaparak orayı öldürdüler. Aslında bir katliam işlediler Tarlabaşı’nda. Bu tür devasa müdahaleler beş yıl içerisinde değilse bile on yıl içerisinde yapanların elinde patlar.

“Kentlerin, kentsel mekânların kendi intikam süreçleri vardır. Şimdi o işliyor Beyoğlu’nda. Kimsenin o intikamı almasına gerek kalmaz. Mekân suçluyu işaret eder ‘Aha bu yaptı’ der ve onu iflah etmez bir daha. Bedrettin Dalan’a da olduğu gibi. Dolayısıyla Beyoğlu’nda bence CHP’nin kazanması kadar 25 yıldır orada devam etmiş olan muhafazakâr yerel yönetimin oy verilmeyerek cezalandırılması da önemli. Bu da mekânın karmasının işlemeye başladığının bir göstergesidir.”

“Sonuçları Tahribatı Örgütleyenler İçin Hiç Kolay Olmayacak”

Muhafazakâr yerel yönetim yenildi. Beyoğlu’nun üzerindeki gölge kalktı. Şimdi elimizde olmadan kazıyacağız buradaki hafızayı. Eskiden neydi, şimdi ne? Eski alışkanlıkları hatırlayacak, ama yetinmeyecek ve yeni alışkanlıklar üretmeye başlayacağız Beyoğlu’nda. Buradan ayaklarını kesmiş olanlara ‘bir gidelim ne değişti’ demeye, eskiden izler aramaya başlayacaklar ve yeni izler bırakacaklar. Şimdiye kadar mekânda ne olup bittiği saçılacak etrafa ve cezalandırma süreci de asıl o zaman başlayacak. Kusura bakmasınlar hiç, o işleri yapan aktörlerin sersefil olduklarını da göreceğiz. Çünkü çok ağır bir tahribat yaptılar Beyoğlu’nda. Dolayısıyla sonuçları bu tahribatı örgütleyenler için hiç de kolay olmayacak. Bu bir yüzleşme sürecine dönüşecek. Örneğin, İstiklal Caddesi’nin hemen girişinde siyasi iktidarın bir zafer olarak gördüğü Taksim Camii, o dönemsel zaferi değil, sonunda o zaferin nasıl bir yenilgiye dönüştüğünün en büyük hatırlatıcısı olacak.”

“Kültür Üreten Beyoğlu’nda Israr Etmek Gerek”

Yaşar Adnan Adanalı

Şehircilik Uzmanı / Akademisyen / Postane Kurucu Direktörü

“Kent kültürü statik değildir, zamanla dönüşür. Bu dönüşüm de her zaman istediğimiz şekilde gerçekleşmez. Bir taraftan da kentler her zaman kendiliğinden dönüşmez. Dışarıdan ve çoğu zaman da tepeden müdahalelerle bu dönüşüme yön verilmeye çalışılır. Örneğin 20. yüzyılın 2. yarısı boyunca Beyoğlu’ndaki gayrimüslim nüfusun azalması, mülksüzleştirilmeleri ve dolayısıyla Beyoğlu kültürünün dramatik bir şekilde dönüşümü 6-7 Eylül Pogromu gibi organize müdahalelerin sonucuydu. Veya kentin yoksullarına, ötekilerine, göçmenlerine her zaman kucak açmış Tarlabaşı’ndaki dönüşüm kendiliğinden başlayan bir soylulaştırma sürecinden ziyade, tepeden bırakılan 5366 sayılı kentsel yenileme kanunu ve çok güçlü aktörlerin yıkım, yerinden etme ve inşaat projesiyle mümkün oldu. Yine kültürel üretim merkezi olarak Beyoğlu’nun tüketim merkezi olarak Beyoğlu’na dönüşümü de son yıllarda hayata geçirilen yeni AKM, Grand Pera AVM, Galataport, Haliç Port gibi mega projelerle kolaylaştırıldı.”

İlginizi çekebilir:  Damien Hirst ve Sanat Eserinin Tarihlendirilmesi

“Beyoğlu’nun İstiklal Caddesi gibi heterojen, özgür ve asi kamusal mekanları sermayenin insafına bırakıldığında tektipleşme, iktidarların merhametine bırakıldığında ise baskıcı uygulamalar ile evcilleştirilme tehdidi ile karşılaşıyor. Beyoğlu’nda eylem her zaman esnafın, kültürel hayatın dostu olmuştur. Toplumsal ve siyasal hareketler Beyoğlu’nda, özellikle Taksim, Galatasaray ve Tünel Meydanı’nda ifade ve gösteri özgürlüklerini eyler, sonra da kentin kültürel ve sosyal hayatına karışırlardı. Burada kurulan kamusal alan, sadece İstanbul’un değil, tüm Türkiye’nin sivil ve siyasi gündemini belirler, demokrasiye mekan olurdu. Neredeyse 10 yıldır tüm bu meydanlar yasaklarla anılıyor. Ülkenin demokrasi seviyesi de ortada. Beyoğlu’nu Beyoğlu yapan, hepimizin hafızalarında yer etmiş işletmeler, lokantalar, kitapçılar, eğlence yerleri, kültür/sanat mekanları, sinema ve tiyatrolar buranın kültürünü canlı tutan, sürekli yeniden üreten yerler sermayenin insafında bir bir azaldılar. Aslında bu mekanların ürettikleri değeri sadece para ile ölçemememiz gerekiyor. Dolayısıyla yaşamaları için sadece piyasanın insafına da bırakmamamız.”

“Yaşamak İstediğim Beyoğlu’nu Kurmak İçin Mücadele Veriyorum”

“Ben Beyoğlu’nda nostaljik bir yerden eskiyi aramıyorum. Ama geçmişle yüzleşmek, bugüne ve geleceğe de bu yüzleşme üzerinden bakmak istiyorum. Çünkü o eski güzel günlerin de o kadar güzel olmayan tarafları olduğunu biliyorum. Beyoğlu’nda yaşıyorum, Beyoğlu’nda çalışıyorum ve üretimlerimin bir kısmını da Beyoğlu üzerine yapıyorum. Yani yaşamak istediğim Beyoğlu’nu kurmak için bir mücadele veriyorum. Etrafımda da çok sayıda insan var bu mücadelenin içinde olan. O yüzden bu ‘geleceğe dönüş’ hikâyesi bizim açımızdan edilgen bir süreç değil. Bunun öznesi hepimiziz.

“Mekanın içinde olmak, onu anlamak, gözlemlemek, dönüşümleri fark etmek, bazen öfkelenmek, eyleme geçmekle alakalı. Yanlışları dile getirmek, olmasını istediklerim için mücadele etmek canlı hissetmemi sağlayan kanallar. Ancak bazen bu canlılık, kayıp hissiyle bir rekabete de girişiyor. Son dönemde İstiklal boyunca çok sayıda jenerik parfümcü, tatlıcı, Maraş dondurmacısı, takıcı, döviz bürosu, ara sokaklarında da nargileci açıldı. Bu mekanların ‘Beyoğlu’nu Beyoğlu yapan yerler’ olduklarını veya Beyoğlu kültürüne bir değer kattıklarını düşünmüyorum. Hatta kendi kullandığım, sevdiğim mekanların yerlerine açılıyor çoğu. İşte kayıp hissi de buradan kaynaklanıyor. Kayıp hissinin ağır basmaması için hatırlamaya, yüzleşmeye ve mücadele etmeye devam ediyorum.”

“Beyoğlu Bir Kültürel Üretim Merkezi ve Yaşayan Bir Yer”

“Ben şehircilik uzmanıyım. Yıllardır daha adil, yaşanabilir, ekolojik şehirler için araştırmalar yapıyor, projeler geliştiriyor, mekanlar kuruyorum. Benim için ‘şehir’ dendiğinde ilk aklıma gelen yerler arasında Beyoğlu geliyor. Kimlikli, çok kültürlü, sınıfsal olarak heterojen, etkileyici bir kentsel dokuya ve güzel binalara sahip, yürünebilir, karma kullanımlı, yoğun ama boğucu olmayan, kamusallığı güçlü bir yer. Her gün milyonlarca insanı kendine çeken İstiklal Caddesi’nin hareketliliği ile hemen caddeye açılan her biri ayrı karakterde onlarca dar sokakta kendinle baş başa kalabilme imkanı eşsiz. Beyoğlu kültürünü değerli kılan, bahsettiğim kentsel doku ve kent kültürünün kültürel üretim ile iç içe geçmesi. Beyoğlu temelde bir kültürel üretim merkezi ve yaşayan bir yer. Son yıllarda cadde boyunca açılan ve ‘kültür tüketicilerini’ hedefleyen kurumsal kültür sanat merkezleri ve müzelerden çok daha değerli olan, işte bu kültürel üretim altyapısıydı. Yayın evleri, dergi ofisleri, dernek merkezleri, dans stüdyoları, kayıt stüdyoları, sanatçı stüdyoları, tiyatrolar, zanaatkarlar ile bu alanlarda üretim yapan insanların yaşadığı mahalleler, kültürü sürekli yeniden üretiyordu. Bu yapı taşında ısrar etmek lazım.”

“Biz Kaybolmadık, Sokak Aralarında Yaşıyoruz”

Gaye Boralıoğlu

Yazar / Gazeteci

“Neredeyse kırk senedir Beyoğlu’nda oturuyorum. Hatıralarımda bir değil bin tane Beyoğlu var. Herkes “eski” Beyoğlu’ndan bahsediyor ama bir sürü eski Beyoğlu var aslında. Çok değişen bir yerdir Beyoğlu. Türkiye kadar değişkendir. Tünel’de oturuyorum, ilk taşındığım zamanlarda Galatasaray’dan aşağısı tamamen karanlıktı. Hiç sokak ışığı yoktu. Ara sokaklar pavyonlar ve birahanelerle doluydu. 9’dan sonra oralarda yürürsem yadırganırdım. Şöyle bir cümleyle bile karşılaşmıştım: “Hem bu saatte sokağa çıkıyorsun hem de bize laf ediyorsun!” Bu yıllarca böyle sürdü. Ancak 90’ların sonunda yavaş yavaş aydınlanmaya başladı. Güzel kafeler, müzikholler, rock barlar filan açıldı. Sonra 2010’ların son yarısında yeniden kararma başladı. Bu seferki bilinçli bir yok etmeydi. İktidar, eğlenen insanları, müzisyenleri, sanatçıları, eşcinselleri yani tümden neşeyi kovalayıp yerine Arap Yarımadası’ndan gelen geçici turistlerle donattı ortalığı. Ama biz kaybolmadık, sokak aralarında yaşıyoruz.”

“Beyoğlu Hiçbir Zaman Tek Bir Şey Olmadı”

Beyoğlu hiçbir zaman tek bir şey olmadı, sadece kimileri onu görmek istediği şekliyle, hatırladığı haliyle anlattı. Gerçek ruhu serseridir Beyoğlu’nun. Karmaşıktır, acayiptir, saklar gizler, sonra birden ortaya döker. Zamanla çocuk gibi oynar. Bir dükkân açılır öbürü kapanır, bin kere oradan geçersiniz, nerede ne vardı bilemezsiniz. Hüzün, öfke, neşe, aşk bir kefeden öbürüne salınır durur. Benzerini yeryüzünde görmedim. Karşılaştırınca her yerde illâ bir eksik bulursunuz, Beyoğlu’nda hep bir fazla çıkar. “Beyoğlu’nda bu devir ne zaman geçecek, nereye evrilecek diye merakla bakıyorum. Tabii çok üzülüyorum da. Sevdiğim mekânların hemen hiçbiri yok, kent hafızasının çok önemli bir unsuru olan mekânlar Beyoğlu’nda ne yazık ki kalıcı olmuyor. Binalar duruyor ama, içindekiler değişiyor, gene değişecek…”

“Beyoğlu’ndaki Değişimler Hep Sert Oluyor”

“Beyoğlu deyince İstiklal Caddesi’ni mi anlamamız gerekiyor illâ? Cihangir’den, Galata’dan Asmalı’dan gitmedik ki biz. Gene buralardayız. Hem de bir süredir yazarlar olarak hep beraber her ay Asmalı Mescit’te bir meyhanede buluşuyoruz. Ama eskiler daha sık ve daha sıkı gruplar olarak bir araya gelirlermiş, biz gevşek ve rutin buluşan kişileriz. Belki bizden sonrakiler zoom’da buluşacak. Bu da devrin ruhu! Daha büyük değişim edebiyatçılardan ziyade sinemacılar açısından yaşandı. Eskiden bütün yapım şirketleri Beyoğlu’ndaydı, şimdi Levent’de, Maslak’da falan… Sinema günleri şehrin ana faaliyetlerinden biriydi, şimdi Beyoğlu’nda doğru düzgün sinema kalmadı. Yeri gelmişken Emek’i yıkanları buradan bir kez daha lanetliyeyim.

“Kültür sanata düşman bir yönetim tarafından idare ediliyoruz. Asla edinemeyecekleri bir ifade biçimine derin bir husumet besliyorlar. Öte yandan Beyoğlu’ndaki değişimler hep sert oluyor. 6-7 Eylül olaylarından sonra da hızla değişmişti. 70’lerdeki göç de çok değiştirdi, 90’lı yıllardaki olumlu değişim de aslında hızlı oldu. Bizim mahalle (Galata) beş altı sene içinde başka bir yer haline geldi. Sonra 2000’lerin başlarındaki bombalar, ardından sokaktaki masaların yasaklanması, içkili yerlere muhtelif baskılar… Hep hızlı, hep sert, hep mücadele dolu.”

“Beyoğlu’ndaki Özgürlük Ortamına Savaş Açıldı”

Yekhan Pınarlıgil

Sanat Tarihçisi / Araştırmacı / Bağımsız Küratör 

“Beyoğlu’ndaki Galatasaray Lisesi’nden yatılı okudum. 80’li yılların sonu ve 90’ların ortasına kadar Beyoğlu sanat, kültür ve eğlence hayatının içinde büyüdüm. O yıllar askeri darbenin toplum üzerindeki baskısını yavaş yavaş azaltmaya başladığı yıllardı. Beyoğlu’nun da tekrar yeşermeye başladığı bir dönemdi. Batı tarzı kafeler açılmaya başlıyordu. Çeşitli barlar açılıyordu. Her ay yeni bir şeyle karşılaşıyordunuz. ‘Batı kültürünün gastronomisi’ni deneyimleyeceğimiz yerler açılıyordu mesela. Vejetaryen mutfak Zencefil açılmıştı. Bu, o dönemde İstanbul’u için müthiş bir şeydi. Kafeleri, restoranları; barlar, diskotekler vs’ler izledi. Semtin hem gündüz hem de gece hayatı yeniden oluşuyordu. Rock barlar çok popülerdi. Jitan, Haydar, Kemancı, Hayal Kahvesi şu an ilk aklıma gelenler… Sonraları bunlar daha da çeşitlendi, gay barlar açıldı. Valentino, Yeşil, 14 ilk açılanlardı. Talimhane’de açılan 14 çok ilginçti mesela. Talimhane bölgesi o dönemde bugünün tam tersiydi. Beyoğlu’nu terk etmiş olan azınlıkların neredeyse hayaletlerinin hissedildiği çok karanlık, cılız, sarı, titrek bir sokak lambalarıyla aydınlanan bir bölgeydi. Böyle bir ortamda açılmıştı 14. Eşine Berlin’de falan rastlayabileceğimiz ağır metal kapılı, tekno müziklerin çalındığı, ortada kocaman barı olan bir mekandı. Orası iyi işleyince de 19 ve 20 açıldı. Avrupa’dan getirilen DJ’ler, şovlar, ünlü isimler falan acayip ortamlardı. Kendilerine göre ilginç kuralları da vardı. Mesela takım elbise ile giremezdiniz. Çok kez şahitlik ettim; takım elbise ile gelmiş çok ünlü sima alınmazken, yanından bir LGBT’li kıvıra kıvıra geçip girebiliyordu. Mix ortamlardı. Kimsenin bir başkasını rahatsız etmediği ve beden konusunda çok özgür ortamlardı.”

“Beyoğlu Hüküm Süren İdeolojiyi Çok Rahatsız Etti”

“Ülkenin en batılı sahnelerinden biridir Beyoğlu. Bence bu durum gerçekten bugün hüküm süren ideolojiyi çok rahatsız ediyordu. Dolayısıyla da burada var olan özgür ortamla ve yaşamla ciddi bir savaşları oldu. 80 ve 90’lardaki bütün bu özgürlüklerin yaşandığı ortamdan rahatsız oldular. O dönem Beyoğlu sokakları çok karanlıktı, medya aracılığıyla halkta ‘Beyoğlu çok tehlikeli’, söylemi üzerinden bir algı oluşturuldu. Sonrasında Beyoğlu’nu politik olarak ele geçirdiklerinde bu söylemler yerini ‘cami yanında bar olmaz’, ‘okul yanında bira içemez’, ‘gürültü yapıyorsunuz yukarıdaki insanlar rahatsız oluyor’ vs. hikâyelerine bıraktı. Yani böylelikle Beyoğlu’ndaki gece ve kültür hayatına düşmanlık ve görünmez kılma isteğiyle bir gerilim oluşturuldu. Bu gerilime daha sonraki süreçte AKM’nin dönüştürülmesini, Gezi’deki direnişi, Demirören’in sözde restore ettiği Cercle d’Orient binası ve Emek Sineması’nı ekleyebiliriz. Bir sürü mekânın kapanışına ve yok oluşunu bu savaş nedeniyle şahitlik ettik. Bütün insanların özgürlüklerinden rahatsız olan bir ideoloji bu.

“Bu savaş Beyoğlu’nu da bir yandan hızla dönüştürüyordu. Bugün sadece turistleri ağırlayabileceğimiz sıradan ortamlar yaratıldı. Buraya gelenlerin hiçbirinin de Beyoğlu’nun 80 ve 90’lardaki haline dair bir beklentileri yok. Nargile, tatlı, kebap ve alışveriş hikâyesi de böylece başlamış oldu. Oysa bunlar aslında her yerde yapabileceğiniz şeyler. Bunu ne kadar planlı, programlı yapıldı emin değilim ama Beyoğlu’nda bugün yaşanan duruma gerçekten çalışarak gelindi gibi geliyor bana. İstiklal’in başına yaptıkları camii de bu zaferin anıtı gibi bir şey…”

“Beyoğlu Sanat Açısından Zengin ve Diyalog Kurabildiğiniz Bir Alandı”

“Sanıyorum Türkiye’nin herhangi bir yerinde büyümüş, gençliğimi geçirmiş olsaydım, sanata bugünkü gibi yaklaşmamın imkânı yoktu. Beyoğlu sanat açısından zengin ve sanatla diyalog kurabildiğiniz Türkiye’deki tek alandı. Farklı yaşam şekillerini gördüğünüz bir yerdi. Ben sanatın bize naif naif yaşam alanı açtığına inanıyorum. Hep de bunu söylüyorum. İçinde bulunduğumuz şablonları genişletebilen tek mekanizma sanat gibi geliyor bana. Sanat bana bütün bu kontrollerden, normalleştirmelerden, tek tipleştirmeden kurtulabileceğimiz tek strateji gibi geliyor. Beyoğlu sanat yüzünden mi bu kadar özgür bir alandı ya da tam tersi mi sanat mı Beyoğlu’na özgürlüğü getirdi bu soruların cevabını çok net veremiyorum ama birbirleriyle çok içli dışlıydı tüm bunlar.”

“Beyoğlu’nda Bir Dönem Kapandı”

“Beyoğlu’nun hafızasını silmek için çok çabaladılar. Ama başaramadılar. Bugün hala orada yaşayanların ve yaşanmışlıkların hafızası bir anda karşınıza çıkıveriyor. Bunu görmezden gelmeniz, hissetmemeniz mümkün değil. Ama onların gidişiyle başlayan dönemin en son noktasına doğru geliyoruz. Beyoğlu’nda gitgide hafıza ve tarihle olan bağlar azalıyor. Bugün artık oraya gelen insanların da çok ilgilendikleri şey Beyoğlu’nun geçmişi değil ne yazık ki. Ama Beyoğlu’nda öyle bir potansiyel var ki, birçok insan da buna inanıp güveniyor. Buradaki kaybı ne yazık ki geri getirmenin imkânı yok. Ama çok da umutsuz olmamak gerekiyor. Ben Beyoğlu’nda bir dönemin kapmadığını düşünüyorum. Beyoğlu belki de yeniden yeşerecektir.”

İnan Güney

“En büyük projelerimden biri Beyoğlu’na eski kimliğini yeniden kazandırmak”

Beyoğlu’nun yeni Belediye Başkanı İnan Güney, seçim öncesi bir Youtube programında yaptığı söyleşide kendisinin de doğma büyüme Beyoğlulu olduğunu belirterek, “Beyoğlu’nun önümüzden yitip gittiğine biz de şahit olduk” demişti. Güney, seçim öncesi Beyoğlu’ndan son yıllarda sıkça tartışılan kültürel dönüşüm ve yoksunlaştırılmayla ilgili, “Beyoğlu, farklı kültürlerin, farklı dillerin, farklı dinlerin kendinden bir şey bulduğu yerdi. Farklılıkların ilçesiydi. Maalesef gelinen noktada Beyoğlu tek tip bir görünüme indirgendi. Bugün, tatlıcıların ve nargile kafelerin yoğun bastığı kimliksizleştirilmiş bir Beyoğlu ile karşı karşıyayız,” ifadelerini kullandı.

“Bizim de içimiz acıyor Beyoğlu’na,” diyen Güney “Beyoğlu artık İstanbul’un çekim merkezi olmaktan çıktı. Beyoğlu’nu Beyoğlu yapan değerler maalesef yitip gitti. Biz Beyoğlu’nun eski kimliğine, eski hafıza mekanlarına, eski kültür-sanat ile anılan yıllarına dönmesi için elimizden gelen çabayı göstereceğiz. Biz Beyoğlu’nda farklılıkları koruyacak her türlü işin içinde olacağız,” dedi.

Beyoğlu Belediye Başkanı seçimlerin ardından verdiği bir söyleşide ise “Şimdi en büyük projelerimden birisi Beyoğlu’na eski kimliğini yeniden kazandırmak. Yeniden odak noktası haline getirmek. Yeniden insanların büyük bir keyifle, merakla geldiği bir yer haline getirmek. Ona vermemiz gereken özen ve önem budur. O nedenle hak ettiği değeri yeniden kazanacak diyorum. Hepimizin kişisel tarihinde, bu ülkenin tarihinde çok önemli bir yer tutuyor,” vurgusunu yaptı.

Güney seçim sonrası İstanbullulara “İstiklal Caddesi aynı geçmişte olduğu gibi özgürlüğün, çok sesliliğin, çok kültürlülüğün simgesi olacak. Yine bizim koşa koşa keyifle gittiğimiz, anı biriktirdiğimiz bir yer olacak,” müjdesini de verdi. Yeni Belediye Başkanı İstiklal Caddesi’nde sık sık gündeme taşınan “ağaçlı günler” konusunda ise “Ben de İstiklal ’de ağaç olmalı düşüncesindeyim. Bazıları ‘yürüyemiyorum’ diyor, ortaklaşamıyoruz. Ama yerel yönetim inisiyatif almalı. Büyükşehir’in elinde projeler var. Aynı bakış açısında olmamız Beyoğlu’nu parlatacak. Değişim hissedilmeli, bunları hızlıca yapacağız,” şeklinde konuştu.

*ArtDog Istanbul’un Beyoğlu Dosyası Beyoğlu Belediye Başkanı İnan Güney’in Beyoğlu’ndaki Kültür ve sanat odaklı projelerini anlattığı bir mülakatla devam edecek. 

Previous Story

Her Yer Konser Her Yer Müzik

Next Story

“Beyoğlu’na Kim Dönüyor, 6-7 Eylül’de Gönderilenler mi?”

0 0,00
02_ArtDog_CD_Logo_RGB_Black

BÜLTEN

Türkiye ve dünyadan haftalık kültür-sanat haberleri, inceleme yazıları, sergiler ve etkinlikleri takip et.

Bülten aboneliğinde ArtDog Istanbul’un gizlilik sözleşmesini kabul etmiş olursunuz.