İtirazdan Doğan Sanat

//

Azade Köker’in öne çıkan çok katmanlı kağıt tekniği, sergide vitrin mankenlerinden kopya edilen bedensel uzuv parçaları ile buluşuyor; izleyicisiyle buluşan heykel, yerleştirme ve kolajlarında ise “kadın”ı nasıl algıladığımıza uzanan bir kapı açıyor. Vitrin mankenlerinden kopya edilen eserlerdeki kalıplar, kopyaların kopyası olması nedeniyle “kadın” imgesinin toplumdaki temsil-beden-kimlik ilişkisine, onu nasıl algıladığımıza ve onun nasıl olması gerektiğine dair idealize edilen algı üzerinden “kadın”a dair beklenti ve özellikleri sorguluyor.

Sergi, “femisit” kavramı ile “kadınların erkekler tarafından, cinsiyetlerinden dolayı öldürülmesi” üzerine dikkat çekerken kadın cinayetlerine dair düşünme alanı yaratıyor. Köker’in sergilerini temellendiren düşünme ve soru sorma pratiği, “Bir Katlin Provası”nda ise bu kez “kadın”ın kendisi nerede? sorusunu soruyor. Sosyal psikolog Erving Goffman’ın “vitrin” ve “set” kavramları üzerinden yola çıkarak Azade Köker’in kendisi ile ele aldığı kavramlar ve sergiye dair merak ettiklerimizi konuştuk.

Azade Köker, Femicide, Güneş paneli, Kağıt, pamuk, tül, 3 adet; 198 x 35 x 34 cm, 166 x 40 x 40 cm, 166 x 42 x 40 cm, 2021 KAPSULLER
  • 2015 yılında, Elgiz Müzesi’nde gerçekleşen “Entkettet – Çözülüş” serginiz sırasında “Yaşadığım toplumla ve zamanla ilgili düşüncelerim vardır. Sanat yapmak düşünmek, düşünmekse çevre ile ilgili yaptığım bir sorgulamadır” demiştiniz. 2016 yılında Zilberman’da yer alan “Her Yerde, Hiçbir Yerde” başlıklı  serginizdeyse ele aldığınız konuların “zihinsel özgürlüğü bulunan herkesi etkileyebilecek bir yönü” olduğunu söylemiştiniz.  “Bir Katlin Provası”na yönelttiğiniz sorular ve kavramlar üzerine eğilelim isterim.“Bir Katlin Provası” yaşadığınız ve deneyimlediğiniz toplumlarda neleri mesele edinerek yola çıktı? Serginizin hazırlık süreci söz konusu meseleler üzerine hangi soruları soruyor; vurguladığınız “femisit” kavramı bu sorulara nasıl bir akış öneriyor?

Çocukluk anılarım bana sanat olarak geri geliyor. O zaman da Kore Savaşları’nın sonuçları konuşulurdu. Bugün Afganistan haberleri içimizi acıtıyor. II. Dünya Savaşı’nın anılarında ebeveynlerim, halkın açlık çektiğini konuşurlardı. Bugün ülkede savaş yok ama açlık sınırındayız; memleket kuruyor. Yurt dışına çıkan büyükler, elmaların oralarda bizdeki gibi “çarpuk çurpuk” değil de, fabrikadan çıkmış gibi standart ve çok güzel olduğunu anlatırlardı. Bugün her yerde güzel, şişkin elmalar var ama biz biçimli elmaları değil de ağacında böcek zehri kullanılmamış çürük elmaları tercih ediyoruz. Babamın beş yıl kaldığımız Isparta’da muayenehanesine gözü kaşı morarmış kadınları, çocukları getirirlerdi; bugün her üç günde bir ülkemizde kadın cinayetleri var. Çocukların istismarı hiç konuşulmazdı, bugün de ülkemizde bu konuda tabu devam ediyor; medyada yer almıyor. 50’lilerde memleket veremden kırılıyordu. Bugün korona virüsünün çeşitleriyle mücadele ediliyor, maskesiz bir yere gidemiyoruz.

Yaşadığım geçmiş zaman ile bugün arasında çok da değişen bir şey olmadığı için çalışmalarım herhangi bir zaman ve mekâna referans göstermiyor. Daha çok “itiraz’larım” var. Bunlar çalışmalarıma yansıyor.

  • Erving Goffman, “Günlük Yaşamda Benliğin Sunumu” isimli yapıtında hayatlarımızın performatif yönüne dikkat çeker. Kimlik kavramı, süreklilik gösteren belirli bir izleyici grubu karşısında sahnelenir ve onları gördüklerinin gerçek olduğuna ikna etmek isteyen bir ısahneleyicide vücut bulur. Bu noktada sahne bir “vitrin”dir ve kimliğin en sahici performansı için “set” adını verdiği, performansı en iyi biçimde yansıtacak gösterge ve dekorlara başvurur. Performans yalnızca bu set ve vitrinde geçerliliğini korur, sınırların dışına çıkan bir performansta kimliğin rolü de gerçekliğini yitirir.  “Bir Katlin Provası”; ele aldığı temsil, kimlik ve beden ilişkisinde “kadın”ın toplumsal kimliğinde neleri gerçekmiş gibi gösteriyor, sahip olduğuna inanmak ve izleyicisini de ikna etmek istiyor olabilir? Süreklilik gösteren izleyici kitlesi, bir başka deyişle deneyimlenen toplum, inandırılmak istediği kadın kimliği için sergide nasıl bir “vitrin” ya da “set” kurgusu yaratıyor? Kırmızı rujları ile modeli andıran figüratif ögeler, insan formlu bedensel uzuvlar, çok katmanlı yapılarıyla öne çıkan kağıt tekniğiniz ve kullandığınız güneş panelleri olası bir “vitrin-set” ilişkisinde nelerin göstergesi/karşılığı olabilir dersiniz?

Sorularınız sosyal psikolog Erving Goffman’dan alıntı yaparak başladığı için yanıtımı kolaylaştırdınız. Goffman, toplumun şekillendirdiği yani görmek istediği gibi gördüğü kadın ve erkek bedenlerinin davranış ve iletişimlerindeki şekilleri inceler. Baş eğme, kadınsı dokunuş, utangaçlık, diz bükme, erkeklerin bacaklarını açarak oturmaları ya da ayaklarını masaya dayamaları gibi beden olgularını reklamlarda veya sinemada gösterme aracılığıyla gücü ve eksikliği empoze eden, eril toplum anlayışının dayatmasını analiz eder. Toplumsal cinsiyet, feminizm fikirlerine de açık bir yazardır.

Azade Köker: Sergimdeki figür parçaları bir vitrin mankeninden kopyalamış, kalıpları alınmış formlardır.”

Kadınların ya suskun ve dalgın ya da kontrolsüz, aşırı duygularla gülüşlerini; erkeklerin ise keskin bakışlı ve ağırbaşlı düşünen adamlar olarak filmlerde, reklamlarda, dergi ve gazetelerde, televizyonlardaki davranış biçimleri olarak abartılı bir şekilde belirtilir; böylelikle belirli bir toplumsal olgudaki mesajın etkisi artırılır. Daha neşeli bir örnek de eski bilimsel beden anatomisi kitaplarında kadının dans eder gibi kıvrak tasviri; erkeğin boksör gibi çizilmesidir.

Tabii ki, toplumların her kesiminde farklı, bir tiyatro oynanır. Herkes olduğundan daha farklı gözükür. Herkes kendinden ne beklendiğinin bilincinde bir kibarlık ile kırılgan, nazik hanım konuşmaları, cicimler, şekerimler sergiler; bazen sebepsiz, hep bir gülücük dudaklarda, buz gibi donmuş ve bazen de kıkırdamalar… Bunlar mini klimalarda protokol icabı davranışlardır. Telefon konuşmaları da aynı; ‘nasılsın’lar uzadıkça asıl konu unutulur. Ben buna dekoratif düşünce ve yaşam biçimi diyorum. Asıl olan es geçiliyor.

Sergimdeki figür parçaları bir vitrin mankeninden kopyalamış, kalıpları alınmış formlardır.

Bunlar yukarda açıklanan yaşamların göstergesi/karşılığı olabilir. Parçalanmış vitrin mankeninden alınan kopya uzuvlar elbiselerin nesnelliği içinde serpilmiş, asılmış ve nesneleşmiştir. Gerçek uzuv gibi duruşlarıyla nesneleşme veya bedenselleşme gibi iç içe, girift, karmaşık soruları içerirler. Kırmızı dudaklar bu soruları biraz daha kompleksiteye sürüklemesi için varlar.

Azade Köker, ‘Parçalanma (Venüs)’, Kağıt, epoksi, bakır, teldemir döküm, 80 x 66 x 190 cm, 2021
  • Erving Goffman’ın “persona”(kimlik), kavramına eğilelim isterim. Kelimenin “maske” anlamına gelmesinin tesadüfi olmadığına, her kimliğin bir maske içerisinde şekillendiğine dikkat çekiyor Goffman. Bir yandan sahnelediklerimizin, toplumdaki tekrar sayısı ile giderek özümsediğimiz ve sahici kimliğimize dönüştüğüne; diğer yandan kimliklerimizin maske anlamına gelerek, sahici olsa dâhi sahnelenen bir oyun olduğu gerçeğine dikkat çekiyor. “Bir Katlin Provası” özelinde ARTtv ile söyleşinizde belirttiğiniz “kendimize dönmeli ve başkalarının hakkımızda ne düşündüğüne önem vermemeliyiz” demiştiniz. Serginiz kendimize dönme arayışında biz izleyicisine olası ve belirsizleşen çizgiler üzerinde nasıl bir yol çiziyor, sahici beden ve kimlik imgeleri, sarmalandıkları “vitrin”leri nasıl yıkıyor olabilir?

Bazen sanatta asıl anlatılan değil de onun yersiz yurtsuzluğunu anlatabildiğini düşündüğümüz ögeler öne çıkar. Dublör rolünde olan burada vitrin mankenidir. Vitrin mankeninden form kopyalanması özdeşlik meselesinin karmaşasından olabilir. Vitrin mankeni hem fark hem özdeşliği açıklar. Bu “kadın”ı nasıl algıladığımızla ilgilidir. Belki bu kopyalar tüm kadınların ortak niteliklerini anlatır. Bu nitelikler tüm kadınların toplum tarafından kadın olarak değerlendirilmeleri için sahip olmaları gereken beklentiler ve özelliklerdir. Genç kalmak, ince bir bedene sahip olmak, güncel güzellik normlarına uygunluk, sessizlik, edilgenlik gibi… Toplumların yarattığı cinsiyet ve davranış normları, kadınların ve diğer cinsiyet gruplarının şiddete maruz kalmalarının bir nedenidir zaten. Örneğin, “erkek adam” veya “bir manken gibi güzel kadın” toplumun “sözlük”ünde yazılı kalıplardır. Yalnız Batı toplumlarında feminizm, siyasette ve toplumda çok şeyi değiştirdi.  Buna rağmen bütün dünyada Bulvar dergilerine bir göz atılırsa, arkasında büyük bir endüstri yatan, güzellik kurumlarıyla “kadının tasarımı” için nasıl uğraşıldığı gerçeğini görmemek mümkün değil.

““Ben” kimim sorusu yaşamımız sona erinceye kadar sorulması gereken bir soru.”

Ayrıca heykellerimde bir mesele daha var: Hâlihazırda kadının kopyası olan bir mankenden bir kopya daha çıkarmak. Burada kopyanın kopyası oluşumu ortaya çıkıyor. Aslında vitrin mankenleri de “kadın”ın kopyası ama aynı zamanda kadının da kopya ettiği (olmak istediği gibi) bir obje olduğu için bu kısır döngü çok karmaşık bir içerik taşıyor. Sonuçta aslı (orijinali) yok olmuş, görünmez olmuş oluyor. Yani “kadın”nın kendisi nerede? sorusu. Kimlik nasıl kazanılır? Sanat izleyiciye bu konuda bir yanıt veremez, yardımcı olamaz. Ama bazı şeyleri sorgular. “Ben” kimim sorusu yaşamımız sona erinceye kadar sorulması gereken bir soru. Yani soyumuzun nerelerden geldiği sorusunun rahatlığına sığınmak değil de, her zaman gelişen ve değişen bir “ben” üzerine düşünmek. Onu harekete geçirecek yöntemleri aramak ve gerekirse yardım almak. Kendimizi ne kadar az tanıyoruz ve ne kadar çok şey öğrenmemiz gerekiyor.

İlginizi çekebilir:  Mayıs’ta Van Gogh Rüzgârı
Azade Köker, Child Bride, Kağıt, tel, epoksi, 78 x 20 x 115 cm, 2021
  • Child Bride  isimli işinizden yola çıkarak yarattığınız gelinlik imgesi sahip olduğu iç içe geçen katmanlı dokularında kırmızı kurdelası ile sergilenirken; kadın imgesini ve beklenen rolleri, bu roller özelinde “femisit” kavramını nasıl ele alıyor? Gelinlik imgesine eşlik eden çocuk ayakkabılarının rolü, yalnızca “gelin” olarak tanımlanan bedenlerin altında yatan farklı kimlik ve beden algısında nasıl konumlanıyor olabilir?

Burada çok somut olarak çocuk istismarı ve bunun sonucu olarak namus meselesinden dolayı evliliğe sürüklenen kız anlatılır. Biliyorsunuz “Femisit”, kavram olarak ilk kez yazar Diana Russell tarafından, 1976 tarihli bir mahkemede “kadınların erkekler tarafından, cinsiyetlerinden dolayı öldürülmesi” tanımıyla kullanılmış. Bu adlandırma sayesinde meselenin gözle görünür hâle geleceğini ifade etmişti. “Femisit” kadına mal olarak bakan bir zihniyetin cinayetle sonuçlandığı duruma verilen bir kavramdır ve kadın cinayetleri olarak sıklıkla pek çok dilde kullanılmaktadır. Çocuk gelin kıyafeti burada sergileniyor bir simge olarak. Çocuk ayakkabısı, masumiyeti işaret ediyor.

Azade Köker, ‘Babalar Günü’, Tuval üzerine karışık teknik, 150 x 130 cm, 2021
  • Sergi karanlık tonları, spot ışıkları ve iki odaya ayrılan yerleştirme düzeni ile izleyicisiyle buluşuyor. Bu bağlamda serginin küratöryel kurgusunu nasıl şekillendirdiniz? Yerleştirme düzeni ve sergi mekânında öne çıkan atmosfer, izleyiciye kavramsal çerçeveye dair nasıl bir okuma getiriyor olabilir?

Bu sergi bir heykel sergisidir. Sert demir döküm panellerin yanında ağırlıklı olarak saydam kağıtların ve tüllerin malzeme olarak kullanıldığı, üç boyutlu çalışmalar söz konusu. Işık burada sadece nesnelerin aydınlık olmasını sağlayan bir olgu değildir. Işık aynı zamanda malzeme kadar anlatıma katkı sağlayan bir olgudur ve bu bakımdan önem taşır. Duyguyu ve düşünmeyi sağlayan mekân ve enstalasyon ilişkisinde ışığın işlevliliği için sergi mekânında elde edilen atmosferin karanlık olması gerekmişti.

  • Sanatın dolayısıyla sanatçının yaşadığı topluma ve buluduğu zaman üzerine eğildiğini belirtirken, toplumla ilgilenen sanatın politik olarak algınabileceği düşünceniz üzerine eğilelim isterim “Bir Katlin Provası” gerek sergilendiği zaman ve mekân gerekse toplum ve sanat ilişkisinde ele aldığı kavramlar ile politik bir akış sunuyor olabilir mi, öyleyse nasıl?

Yeni çalışma sistemleri bulmak hoşuma gider. Kendi felsefi gelişmem, eleştirisel merak duygusu ve sanatsal endişelerim ve sonuçta bütün bunların bir aradalığı, duygulam ve algılamda katalizatör rolü oynayabilir. Sanat toplumsal ve politik düzeylerde duygu ve düşünceye pencere açabilir ya da ayna tutabilir. Ben de kendimi ve bilinmiyeni bulmak için çalışıyorum. Kavramlarla değil form ve renklerle, malzeme ve eşyalarla, somut olgularla çalışıyorum. Bunlar politik bir akış getirir mi ya da getirmesi gerekir mi, bilmiyorum.

Sergiden görüntü
  • Pandemi sürecini yaşadığımız şu günlerde sanat izleyicileri ile fiziksel bir mekânda yeniden bir araya gelebilmek üzerine. Zilberman ev sahipliğinde gerçekleşen serginizin bu bağlamda sizin için nasıl bir deneyime kucak açıyor? Güncel olarak ürettiğiniz ya da gelecekte sergilenecek projelerinizin izleyici ile buluşması için güncel koşulların umut verici bir süreç olabileceğini düşünüyor musunuz?

Gelecekte dördüncü, beşinci, altıncı aşılara ihtiyaç duyulacağını sanıyorum. Bilinmezlikler çağındayız. Zaten çalışmalarımda bu yapı boz tavrının gerisinde hakikate olan inancımızın sarsılması yatıyor. Bu belirsiz doğa düzeni sınırsız ve onu artık bir bütün olarak kavramamız imkânsız. Her gün değişen gerçeklerle karşı karşıyız. Jean François Lyotand’ın “Gerçek ne kadar az gerçek” sözü, zaman geçtikçe gerçek olmaya başlıyor. Bunun sonucu da kapsamlı ve tutarlı bir dünya görüşü umudunun artık çok zorlaştığı olabilir mi? Ya da 19. yüzyıl ortası Nietzsche’nin “Bütün emekler boşa gitti, şarabımız zehir oldu, nazar tarlalarımızı ve yüreklerimizi sararttı’’ dediği gibi zor günler mi bekliyor bizi? Bilmiyorum. Bilmemeye “itirazım var”, Bunun için sanat üretimine devam ediyorum.

Sergi 4 Aralık’a kadar galerinin Mısır Apartmanı’ndaki ana mekânında ziyaret edilebilecek.

Previous Story

Teşekkürler Baksı

Next Story

Sonbahar Müzayedeleri

0 0,00
02_ArtDog_CD_Logo_RGB_Black

BÜLTEN

Türkiye ve dünyadan haftalık kültür-sanat haberleri, inceleme yazıları, sergiler ve etkinlikleri takip et.

Bülten aboneliğinde ArtDog Istanbul’un gizlilik sözleşmesini kabul etmiş olursunuz.