Contemporary İstanbul ekibi bu günlerde, çiçeği burnunda vakıflarının, Çağdaş İstanbul Sanat Kültür ve Eğitim Vakfı’nın heyecanını yaşıyor. Contemporary İstanbul’un kurucusu ve Yönetim Kurulu Başkanı Ali Güreli, İstanbul’un dünyanın yeni kültür başkenti olması gerektiğini söylerken hem bir bildiği, hem de büyük planları var. Adım attıkları tüm bu gelişmeler de bu büyük planların başlangıcı sayılıyor. Güreli’ye kurumlarının hedeflerini, yeni projelerini ve İstanbul özelinde Türkiye’nin kültür sanat alnındaki geleceğini konuştuk.
14. Contemporary İstanbul Eylül ayında kapılarını açıyor. Ancak bir yandan da insanların henüz haberdar olmadığı, veya yavaş yavaş haberdar olacağı bir vakıf projesi yürütülüyor değil mi?
Projemiz aslında gerçekleşti, yani vakıf kuruldu. Çağdaş İstanbul Sanat Kültür ve Eğitim Vakfı (ÇİV) adı altında kuruldu. Contemporary Istanbul Foundation da bunun İngilizce ismi. Vakıf, ihtiyaçtan doğdu, benim zaten genel olarak bütün hayata bakışım ve de iş dünyasının içinde de yöneldiğim konular, hep ihtiyacın karşılanması ve bunun neticesi ya bir hizmet üretilmesi, ya bir ürün üretilmesi veya bir izin ortaya çıkması şeklinde.
DRUCKER’IN MİRASI
Bütün hayata bakışım derken örnekler verebilir misiniz?
Ortadoğu Teknik Üniversitesi’nde İşletme okudum. Henüz ilk dersimde, 18 yaşındayım, o zamanlar Doçent olan çok sevdiğim rahmetli Muhan Soysal, dersimize girdi. Ağzını bile açmadan sanki sınıfta 200 öğrenci yokmuşçasına tahtaya doğru yürüdü ve şu cümleyi yazdı. “The problems of your society will be your opportunity.” Ünlü işletme gurusu Peter Drucker’ın bir cümlesi bu. Unutulmaz bir andı. Benim bütün yola çıkışım bu cümlenin üstüne kuruludur. Yani ne zaman ki toplumun içindeki bir soruna el atarsınız, o zaman çözümünü üretirsiniz, aslında bu bir fırsattır anlamında bir düşünce bu. Yani fırsat aslında “iş” oluyor. Çok etkilenmiştim ve bütün her şeyi bunun üzerine kurdum. Tüm yaşamımı diyebilirim. İş yaşamımı, günlük yaşamımı.
Vakıf da bu düşüncenin bir uzantısı mı?
Evet, aslında uzun yıllardır Contemporary İstanbul’un bir vakıf gibi çalıştığını söyleyebilirim. Sanatın gelişmesi, zenginleşmesi, uluslararası arenaya daha çok ulaşması, renklenmesi, dünyanın bütün sanat bilgini insanlarının İstanbul’a davet edilmeleri, Türk çağdaş sanatının, sanatçısının dünyaya açılması gibi en direkt şekilde yapmaya çalıştığımız bir sürü iş, bir sürü etkinlik, sonuçta hepsi birer vakıf işi. Şimdi bunu gerçekten bir vakfın işlevine döndürme ve bunun fuardan ayrılması lazım. Çünkü ikisi birbirine karışınca doğru olmuyordu. Vakfın kendi planlaması içinde yine toplumun ihtiyacı olan birçok şeye cevap vermesi lazım.
“SANATTA EĞİTİME ÇOK İHTİYAÇ VAR”
Toplumun ihtiyacı olan neler var peki?
Eğitim boyutunu çok önemsiyoruz. Ama zaten yaptığımız bütün işlerin içinde bir eğitim boyutu ister istemez yer alıyor, yani Contemporary İstanbul bir eğitim kurumu gibi de çalışmıştır. İlk gününde izlediğiniz fuarla son gün izlediğiniz fuar sizin zihninizde farklılaşır. Hele genç insanlar çok etkileniyor bundan. Doğal olarak bu bir eğitim boyutu. Sonra bu gençler merak ediyorlar ve kendilerini daha farklı geliştirme imkanı buluyorlar. Sanatçının da daha fazla görgüye, dünyaya daha çok açılmaya, daha çok insanla tanışmaya ihtiyacı var. Galerilerin daha çok galeriyle irtibata geçmeye, işbirliği yapmaya ihtiyaçları var. Koleksiyonerlerin çok daha farklı açılardan ve daha bilinçli, daha kendinden emin adımlar atmaya ihtiyaçları var. Bir gün yaşı ellinin üzerinde bir koleksiyoner, “20 küsur senedir sanat alıyorum ama bazen hâlâ karnımın ağrıdığı oluyor, kendime soruyorum acaba doğru işi mi alıyorum, doğru sanatçıya mı yöneliyorum” demiş, esas amacının daha iyi ve çok şey öğrenebilmek olduğundan bahsetmişti. Sanki bizim planlarımızı biliyormuşçasına. Bu benim hedefimdi zaten.
TERSANE’DE KESİNTİSİZ SANAT
Yani vakfı kurma amacının altında izleyici, sanatçıyı, galericiyi, koleksiyoneri, bir anlamda geliştirmeye yardımcı olmak mı var?
Aynı zamanda, dünyadaki birçok sanat etkinliğini İstanbul’a getirme amacı da var elbette. Ayrıca özellikle son 2-3 yıldır İstanbul’un çeşitli mekanlarından bize işbirliği için yaklaşanlar var. Bunların hepsini Vakıf çatısı altında yapmak istiyoruz. Bunların içinde büyük gayrimenkul projeleri var, birçok güzel mekanlar var, bizim keşfettiğimiz ve de geliştirmek istediğimiz mekanlar var. Mesela şu anda işbirliğini devam ettirdiğimiz Tersane Projesi içinde bir sanat ve etkinlik merkezi kurma hedefimiz var. O projenin içinde yine bir galeriler bölgesi kurma projemiz var. Galeriler bölgesini Vakıf kursun istiyorum. Ortalama 200 metre kare olarak düşündüğüm, 20 galeriden oluşan 4.000 metrekarelik net galeri alanında, yüzde 80’i de, belki 75’i yurtdışından gelecek galerilerle, daimi olarak açık kalacak bir uluslararası sanat galerileri bölgesi kurma hedefim var. Bu amaçla biz Aralık ayından itibaren aşağı yukarı Avrupa’dan 40’ın üzerinde galeriyi İstanbul’a davet ettik. Onları SALT gibi, İstanbul Modern gibi sanat kurumlarına götürdük. Tersane’yi de gezdirdik, sanat galerilerini de. Bu sırada sanatçıların stüdyolarına da gittiler. Bu adımların hepsi ileriye dönük büyük yatırımlardır. Vakıf bu amaçla, hiç kimse arasına beklenti koymayan, İstanbul’u anlatarak, İstanbul’un güzelliklerini göstererek, sanat ortamını göstererek bu insanların kafalarında bir İstanbul sempatisi ve bir İstanbul’da olma arzusunu yaratmayı amaçlıyor.
TÜRKİYE’NİN SANATINI DÜNYAYA ANLATIYORUZ
Contemporary İstanbul büyük bir organizasyon, bu boyutta fuar yapmak kolay iş değil. Bir insan neden böyle bir işkencenin altına girer?
Bizim çok büyük bir avantajımız, birikimimiz var. Ona güvendiğim için cesur davranıyorum. İlk kongre organizasyon şirketimi 91 yılında kurdum, daha sonra İstanbul’un bu kongre turizminin çok gelişmesi gerektiğini görerek ’93 yılında Türkiye Otelciler Birliğini kurdum. Mesela 2010 yılında Dünya Su Forumunu yaptık, 35 bin kişi geldi, 20 bin metre kare fuarı vardı. Neticede bu, ve ismini saymadığım birçok farklı büyük kongre ve fuar deneyimimiz şimdi Contemporary İstanbul’da. Ama işin ilk dört yılında, ArtIstanbul’da biz işin provalarını, detaylarını ve uluslararası boyutunu nasıl taşıyacağımızı da öğrendik. 2006 yılında ilk Contemporary İstanbul’u yaptık. Şunu söylemeliyim, 2006 yılında dünyadaki 21. sanat fuarı olarak kurulduk. Sadece 21 tane fuar vardı. 2019 yılında sanat fuarı sayısı 300’ü geçti. Bu gösteriyor ki dünya aslında geçtiğimiz 10 yıl içinde sanatın önemini anlamaya başladı. Şimdi bu ülkemizde de fark edilmeye başlandı. İşte, bunun için organizasyon birikimimizin yanı sıra bu işin en kilit noktası, sanatımızın dünyaya tanıtımı ve pazarlanmasıdır bizim için. İstediğiniz kadar iyi bir organizasyon yapın, bunu dünyaya anlatmazsanız, dünyada bunun yansımaları olmazsa bu iş, basında yer almazsa yaptığınız işin hiç bir değeri yok. Biz işin o tarafını iyi yapan da bir kurumuz, yani sadece organizasyonu değil bunu dünyaya anlatmayı da beceriyoruz.
“İSTANBUL’DA BÜYÜK GELİŞMELER GÖRECEĞİZ”
İstanbul’un dünya kültür sanat niteliği nedir sizce?
İstanbul’a aşık biriyim. Dünya genelinde, İstanbul’un bir sanat ve kültür bir başkenti, merkezi olmayı en çok hak eden şehirlerden biri olduğunu düşünüyorum. Bu yönde de ilerliyoruz ve önümüzdeki yıllarda da bu gelişmelerini göreceğiz.
Malum 2013’ten başlayan bir dalgayla ülkede birçok şey oldu. Terör, darbe derken özellikle Batı’dan gelen ziyaretçilerin sayısında bir azalma oldu. Konserler iptal oldu, uluslararası sergiler, gösteriler… Liste uzayıp gider. Contemporary İstanbul’u bu süreçte nasıl ayakta tuttunuz?
Burada bir kaç nokta önemli. Birincisi devamlılığın ne kadar önemli olduğunu kavramak. Bu devamlılığı kestiğiniz anda bütün organizasyon yara alır. İkincisi inanmak. Akbank’ın yerini teslim etmem lazım, o çok zor dönemde Akbank yanımızda oldu. Suzan Sabancı da o kararlılığı gösterdi. Hep beraber karar verdik. Bende kendi maddi gücümü bu işe adapte ettim. Sıkıntı olursa mutlaka destekleyeceğim ve devam edeceğim diye kararımı vermiştim. Tüm hayatınızı bu şekilde düşünerek geçirince başka insanlar da yanınızda oluyorlar, çünkü herkes birbirini desteklemeye mecbur. İşte o çok zor yıllarda Contemporary İstanbul’un herkesin inancı ve kararlılığıyla devam etmiş olması, İstanbul’dan çıkan çok önemli bir pozitif ses oldu. Tabii Bienal vardı ve bazı festivallerde devam etti. Onların devamlılığı da çok kıymetliydi.
HER SENE YENİ BİR PROBLEM ÇÖZÜYORUZ
Türkiye çok tehlikeli diye gelmeyen sanatçılar oldu.
Doğru. Galerileri ikna etmek durumunda kaldık. Biz iki fuar arasında, ortalamada 200 ile 400 bin mil arasında uçtuk. Elbette bazı galeriler, bazı basın mensupları o dönemde “Ben bu ortamda İstanbul’a gelmem” dedi. Ama tam tersine “Benim esas şimdi gelme lazım” diyen de çok oldu. Yani dayanışma meselesini ön plana taşıdık, hak veren destek olan çok oldu.
İstanbul’da bir güncel sanat fuarı hakkında konuşuyoruz ama konuşmanın hemen hemen hepsi Türkiye’de bu işi yapmanın zorlukları üzerine kuruldu ister istemez değil mi?
Biz her sene yeni problem çözüyoruz. Bazen acaba diyorum istediğimiz mi bu? Yani hatta şaka yapıyorum bazen, Kriz olmadığı zaman canımız sıkılıyor, niye ortalık bu kadar sakin?” diye. Hep yarın bir şey olacak beklentisi. Ama galiba daha sakin bir döneme giriyoruz. Krizlerin artık ülkeye hiç bir yararı yok. O sıkıntılı dönem geride kaldı.
Şimdi bu sene Contemporary İstanbul var, Bienal yapılacak. Sanat adına büyük hamlelerin olacağı bir sezona da başlıyoruz. Arter yeni binasında, Eskişehir’de Odun Pazarı, Resim ve Heykel, Sadberk Hanım… Liste uzayıp gidiyor. 2019 sonbaharında ki bu inanılmaz hareketlilik için ne düşünüyorsunuz? Büyük bir durgunluğun ardında ne oluyor sizce?
Baştan alalım. 2004’te İstanbul Modern, 2005 yılında Sabancı ve Pera açıldı. Sonra 14 yıl sonra 2019’da yeni bir heyecan. Bir yabancı dışarıdan bu gelişmelere bakıp Türkler herhalde çok iyi bir planlama yaptılar; 14-15 senelik bir hamle diye düşünecektir. Halbuki öyle değil. Birçok kurum diğerinin ne yaptığıyla ilgilenmemiş, çoğu kendi planlamasını yaptı, kendi müzesini açıyor, kendi yatırımını yapıyor.
MÜZELER ARTIK ÇOK “SEKSİ”
Mimari açıdan da önemli bu yapılar değil mi?
Kesinlikle bunun altını çizmek lazım. Bu müzelere çok iyi, ünlü mimarlar imza atıyor. Sıradan projeler değil bunlar. Mesela Kengo Kuma Eskişehir’i yapıyor, Grimshaw Architects Dolapdere’yi, ARTER’i yapıyor. Şimdi mimari de o müze için bir cazibe noktası. Çok örnekleri var dünyada, öyle değil mi? Yeni yapılan müzelerde mimarlara çok farklı bakılıyor. Mimar, müzenin seksiliğini artırıyor. Yine mimariden söz açılmışken bahsetmeden geçmemek lazım, Türkiye, son on yılda, mimarlık hizmeti ihraç eden bir ülke oldu. Yani çok iyi mimarlar ortaya çıktı ve bunlar da uluslararası projelere imza atmaya başladılar. Arolat’ın, İstanbul Resim Heykel Müzesi, Tabanlıoğlu’nun Atatürk Kültür Merkezi’nin mimarisini üstlenmesi çok önemli. Tersane projesinde de Tabanlıoğlu var. Biz tüm bunları bir araya topladık, iletişim firmamız Saatchi bunların tasarımlarını yaptı, ve açılışlar yani ‘inaugurations’ adı altında dünyaya tanıtmaya başladık. Bundan iki hafta önce, kendi databaseimizle başladık. 17.000 adet mail yurtdışına, 23.000 adet mail yurtiçine yolladık.
Sonra yeniden yollayacağız çünkü İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nin bizzat yaptığı müzeler yoktu, henüz o bilgiyi alamamıştık. İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu ile de konuştuk. O da, İstanbul’un tanıtımını, İstanbul Büyükşehir Belediyesi yapmalıdır görüşünde. Bütün dünyada, şehirlerin tanıtımını o şehrin belediyesi yapar. Elbette mevcut kurumlardan da destek alır, hep birlikte çalışılacak bir projedir bu. Yakında içinde çok etkin olarak yer alacağımız bir kültür sanat komitesi kurulacak. O komite belirli dönemlerde toplanacak. Bu çok önemli bir eşgüdüm yada iletişimdir ancak bunu şimdiye kadar hiç yapmadık.
DAYANIŞMA ARTIK DAHA DA ÖNEMLİ
Kültür-sanat dünyasında birbirimize destek olmayı beceremiyor muyuz?
Var öyle bir şey, doğru. Onun için aslında dayanışmaya, beraber çalışmaya ön ayak olmaya çalıştığım zamanlar oluyor. Onun için Belediye ile ilgili gelişmeyi çok önemsiyorum. Bunu dayanışma çağrısını şehrin sahibi olan bir kurum, Büyükşehir Belediyesi olarak yaparsa, sıkıntılar ortadan kalkar. O zaman, küçük büyük tüm oyuncular eşit haklarla masanın etrafına oturur.
Son yıllarda çok şey kaybettik ama hep geleceğe daha iyi nasıl yaparız diye bakacağız. Aslında söylediklerimin özünde şu var. ben İstanbul’un çok güçleneceğini ve gelişeceğini görüyorum. Buna, çeşitli açılardan bakabilmek şansına sahibim, sanat kültür yönünden bakabiliyorum, turizm yönünden bakabiliyorum. Hizmet ihracat dilinden bakabiliyorum. İstanbul’un değerleri yönünden bakıyorum. Hepsini üst üste koyunca, ben İstanbul’un önünün çok açık olduğunu düşünüyorum.