Ergin İnan. Fotoğraf: Semra Dursun

Işığın Rehberliğinde Bir Ömür

//

Rengin ve ışığın usta ismi Ergin İnan, sanat yaşamındaki 60 yıllık serüvenini EArt Galeri’de gerçekleştirilen “Ben, Ergin İnan” isimli kişisel sergisiyle özetliyor. Evren, zaman, varoluş üzerine düşünen sanatçı “Ben, Ergin İnan” sergisinde Büyük Patlama’nın peşine düşüyor ve evrenin 14 milyar yıl önce bu tekillik noktasından başlayarak genişlemesini tuval üzerinde bolca renk ve ışıkla ifade ediyor.

Sanatçının sergideki çalışmalarında 70’li yıllardan itibaren resimlerine giren ve imzası haline gelen böcekler de ön planda yer alıyor. “Bu sergide ışığı, rengin içine gizliyorum,” diyen sanatçıyla son sergisinden yola çıkarak 60 yıllık sanat yaşamı ve hayatı üzerine konuştuk.

Ergin İnan “Ben, Ergin İnan” kişisel resim sergisinde, İstanbul / Fotoğraf: Semra Dursun
  • “Ben, Ergin İnan” resim sergisi sizin için ne ifade ediyor?  Bu sergiyi dinlemek istiyoruz sizden.

“Ben Ergin İnan” derken geçmişimle, her şeyimle burada olduğumu söylemek istedim aslında. Bu nedenle geçmişten de bazı izler koydum sergiye. Kümbet gibi mesela. Daha ötesi de var ama 60 sene uzun bir zaman… Bütün bunları düşündüğümüzde “Ben Ergin İnan” diye başladım sergiye. İnsanlara hiç olmazsa geçmişimden izleri, bugünümü ve yaptığım çalışmaları göstermek istedim.

Bu sergide ışığı, rengin içine gizledim. Çünkü renk nereden çıkar ışıktan çıkar. Işığın ayrışmasından ortaya çıkar. Bana göre ışık her şeydir. Varoluşun belki de en uç noktasıdır. Karanlıkla ışık iki zıt ikilem. Birbirlerini var ederler. Renklerde de ayrıştıktan sonra o kontrastı ve zıtlığı hep görürüz. O zıtlıklar birbirlerini var ederler. Biçimler hepsi böyle oluşmaya başladı. Bunu düşündüğüm zaman yani biçimlerin oluşumunu düşündüğüm zaman hep yaradılış aklıma geldi. Yaradılış bir karanlık bir boşluk bir yokluk. Yokluğun içerisinden bir ışığın doğması. Dolayısıyla ışığı bir kaynak olarak gördüm. O düşünce içerisinde yaptığım eserler. Bu güne kadar sanatla yoğun uğraştığım 60 sene; renklerle, teknikle, biçimle… Bu son sene özellikle çok çalıştığım bir sene, sabah kalkıp akşam yattığım bir sene. Resimle uğraştığım bir sene böyle geçti ve bu eserler ortaya çıktı. Bunun için bir adlandırma yapmak çok zor ama bu serginin başlığını “Ben, Ergin İnan” diye açtık.

“Ben, Ergin İnan” kişisel resim sergisinden, İstanbul / Fotoğraf: Semra Dursun
  • Bu sergi 80’inci yaş gününüz adına düzenledi. Bu vesileyle Engin İnan’ın sanatla geçen 60 yılını nasıl özetlersiniz? Sizi ve sanatınız besleyen şeyler ne oldu? Kimlerden ilhan aldınız?

 Bu sanatın buraya kadar gelişin de bir serüven var tabii. Bu serüven insanın çocukluğundan başlıyor. Çocukluğum Malatya’da geçti. Çocuklukta devamlı çizen bir çocuktum ve hala öyleyim. Yani masada bir kağıt bulsam, kalem bulsam muhakkak çizerdim. Bu bir dürtü; içgüdüsel bir dürtü. O içsel dürtü yansıyor bütün her şeye. Bu aslında şey gibi; biz bir alfabe kullanıyoruz ve yahut bir sözcük kullanıyoruz kendimizi anlatmak için. Kelimeler kullanıyoruz… Resim sanatı da sanki benim için böyle bir şey. Yani ayrı bir dil, ayrı bir ifade etme özgürlüğü gibi geliyor bana. Bu serüven bir şekilde başladı ama şu anda hissettiğim resim artık benim için başka bir dil olduğudur.

Malatya’da başlayan serüvenim İstanbul, Berlin, Münih, Belçika gibi pek çok şehirde devam etti. Çocukken dürtüsel olarak ürettiğim resimler aslında benim için önemliydi her zaman. İstanbul’da Hukuk Fakültesi kazandım. Ama burayla bir türlü bağ kuramadım. Kendimi oraya ait hissetmiyordum. Yani durmadı bende bu eğitim. Devam edemeyeceğimi anladığımda Tatbiki Güzel Sanatlar Yüksekokulu’nun yetenek sınavına girip onu kazandım. Alman disiplinini benimseyen, Bauhaus ekolünün bir yansıması olan okulu kazanmak benim için büyük bir şanstı.  Hocalarım çoğu Alman’dı. Onlardan bu okulda sanat adına pek çok şey öğrendim. Lise eğitiminden gelen resim anlayışını bu eğitim başka bir boyuta taşıdı. O ortamda çok şey edindim. Orada edindiklerimi de bugüne kadar taşıdım; üstüne koyarak, şekillendirerek ve geliştirerek bir dil oluşturdum.

“Ben, Ergin İnan” kişisel resim sergisinden, İstanbul / Fotoğraf: Semra Dursun
  • Resimlerinizde tabiattaki varlıkların öne çıktığını görüyoruz. Böcekler, yusufçuklar… ön planda. Bunun Doğup büyüdüğünüz Malatya ile, çocukluk yıllarınız ile bir bağlantısı var mı?

 Çocukluluğum Malatya’da alabildiğince büyük kayısı bahçelerinde böceklerle geçti diyebilirim.  Bahçede böceklerle oynardım. O zamandan beri bakıyorsunuz o küçük varlıklar hep ilgimi çekti. Onlarla hep haşır neşir oldum. Onlarla oynayacak kadar… Toprakla, böceklerle çok oynadım çocuklukta…

Sanat çok küçük yaştan beri hayatımın başucunda konumlanıyor. İçimden çıkan, içsel bir dürtü sanat benim için… Kendimi bildim bileli hep çizen bir insanım. Daha üç yaşlarındayken bahçede yere su dökerek yaptığım biçimlemeleri hatırlıyorum. Yani insanın dürtüsel bir başlangıcı oluyor. İnsanın çocukluk zamanlarından başlıyor ve bugüne kadar yansıyor. Dolayısıyla benim için sanat içsel ve dürtüsel bir yolculuk. Çizmeden duramıyorsunuz. Resimle var oluyorsunuz ve artık diliniz de sözünüz de renk oluyor, ışık oluyor ya da biçim oluyor.

Ergin İnan, sergisinde yer alan işi Kümbet ile, İstanbul / Fotoğraf: Semra Dursun
  • İstanbul Devlet Tatbiki Güzel Sanatlar Yüksek Okulu Resim Bölümü’ndeki hocalarınızdan sık sık söz ediyorsunuz. Kimdi o hocalar, nasıl bir eğitim aldınız?

Devlet Tatbiki Güzel Sanatlar Yüksek Okulu benim hayatımda önemli bir dönemdir. Bu okul Bauhaus ekolünün devamı niteliğinde; Alman hocaların görev yaptığı bir okuldu. Çok önemli isimler hocam oldu burada. Karl Schlamminger ve Helmut Hungerberg gibi isimler hocam oldu.

Schlamminger, yedi lisan bilen çok enteresan bir insandı. Felsefeyi öne alan düşüncede anlatırdı derslerini. Ondan siz kapmaya çalışırsınız. Benim için onun ders tekniği çok ilginçti. Çünkü yaratıcılık böyle şeydi. Sırtını felsefeye dayaması lazımdı. İlginç bir hocaydı kendisi. Eserleri de vardır. Örneğin, Türkiye’deki BMW binasında bir işi var.

İlginizi çekebilir:  Brezilya’ya İkinci Dev İsa Heykeli

Bir de Helmut Hungerberg vardı. Resim derslerimize girerdi.  Onunla çok iyi anlaştım. Hatta onun asistanı oldum iki sene. Onun için de hep Almaya ya gitmek istedim. Almanya’da bulunmak ve teknik alanda öğrenimimi orada edinmek benim için önemliydi. Gerçekleştirdim de bu isteğimi.  Bir şeyi tam olarak geçmişteki yapılanlardan yola çıkarak teknik olarak almazsanız ileriye özgür bir şekilde taşıyamazsınız. Bu resim sanatında da geçerlidir.  Bunun için de ben buna hep önem verdim. Teknik olarak çalışmam gereken ne varsa üzerine yoğunlaştım. Örneğin Rembrandt’ı çalıştım. Onun tekniğini öğrenerek sanatıma yansıtmaya çalıştım o dönemlerde. Bu güne kadar gelip o özgürlüğe kavuşmak başka bir şey. Bütün hepsini kazanıp bütün olayı öğrenip, bilgileri bulundurup resim sanatına taşımak ise ayrı bir şeydir. Bunları yaptım yani hayatım boyunca.

Almanya’nın tanıdığı fırsatlarla sanat yaşamımı şekillendirdim diyebilirim. 1970 senesinde kazandığım bursla iki sene Münih Akademisi’nde ihtisas yaptım. 1978 yılında ise doçentlik bursu kazandım. Münih ve Berlin’de araştırmalar yaptım bu burslarla. 1983’te ise Berlinli Sanatçılar bursuna hak kazandım. Alman disiplini birçok çalışmama yansıdı.

“Ben, Ergin İnan” kişisel resim sergisinden, İstanbul / Fotoğraf: Semra Dursun
  •  Zaman sizin için, sizin sanatınızda ne anlama geliyor?

Zamanı aslında ben olarak görüyorum. Aslında ben deyince de hep seni söylemek istedim. Yani, diğer benle birlikte etrafımdaki insanları canlıları, varlıkları soyutları, somutları söylemek istedim. Zaman deyince aklıma o geçen zaman geliyor. Zaman nedir? Işıkla başlayan, ortaya çıkan bir zaman olarak gördüm. Bir ışığın varoluşuyla ortaya çıkan zaman olarak hep hayal ettim. O hayal içerisinde ne düşünüyorsam onu yansıtmaya çalıştım. Karanlığın içerisinde bir ışık. Yaradılışı düşünürsünüz. Zaman yaradılışla başlar. Zaman benim için o dur. Ama hala zamanın başlangıç noktasını bilmek çok önemli. Ama o da yaradılış diyorum. Yaradılış hep kutsal kitaplarda okuduğumuzdan yola çıkıyoruz. Ama önemli olan şey, bir karanlık, bir boşluk, hala var ama içimde aydınlatan bir ışık var. Yani bana zamanın bütün başlangıç noktası bu olması lazım gibi geliyor. Ben renkle ve ışıkla zamanın ne olduğu sorusuna cevap arıyorum aslında.

  •  Eserlerinizde hep canlı renkler var, renk sizin için ne ifade ediyor?

Renk ışık demektir. Işık olmasa renk olmuyor. İçinde barındırıyor. Hep bunu yazıyorum zaten zaman zaman sözcüklerle de olsa renkle ilgili. Işıkla ilgili bir sürü şey yazdım. Düşünce yazdım. Renk benim için şu anda her şey. Elimde ne kadar renk varsa hepsi ışıklanması lazım. Işıksız bir renk olmaz. Işık ve rengin birbiri içinde nasıl var olduğunu araştırarak resme öyle bakmaya başladım. Işığı hep rengin içine katmaya çalıştım.

“Ben, Ergin İnan” kişisel resim sergisinden sanatçının çalışma masası , İstanbul / Fotoğraf: Semra Dursun
  • Boya teknikleriniz ile öne çıkan bir sanatçısınız. Temeli nereye dayanıyor? Boya ve renk üzerindeki başarılı etkiniz için ne söylersiniz?

Münih Akademisi’nde tüm resim tekniklerini uygulamalı olarak yaptım. Önemli bir sürü hocayla tanıştım, bütün geçmiş teknikleri öğrendim. Taş baskı ve serigrafi baskıyı teknik olarak çalıştım. Aslında bütün bu eğitimler beni bugüne taşıyor. Bugün akrilik var. Akrilik boya yeni bir şey aslında. 19 yüzyılda ortaya çıkmış renk anlayışı. Boya anlayışı. O anlayışı taşımak lazımdı. Bir bilinç içerisinde ama… Ben geçmişte izlerini bildiğim için bu sefer ışık nasıl yansır renkler içerisinde onu düşünmeye başladım. Bu sergideki resimlerde hep o var. Baktığınız zaman her ortamda, her loş ortamda ve veyahut her aydınlık ortamda veya karanlık ortamda farklı bir ışık yansımaları oluşur renkler arasında.

  • Farklı disiplinlerde sanat üretiyor olmak nasıl bir süreç? Birbirini etkiliyor mu? Benzer bir ilhamla mı yola çıkıyorsunuz?

Farklı bir disiplin tabii ki önemlidir. Üç boyuta getirmek önemlidir. Tabii üç boyut üzerinde de çalışmalar yaptım ama hep resim anlayışı içerisinde yaptım. Benim için form belirli bir biçimdir. Onun üzerine kurulan bir şeydir resim anlayışı. İkisini birleştirmeye de çalıştım zaman zaman.

Ergin İnan “Ben, Ergin İnan” kişisel resim sergisinde, İstanbul / Fotoğraf: Semra Dursun
  • Ergin İnan şu an Dünya ve Türk çağdaş sanatını nasıl görüyor?

Çağdaş sanat bugün belli bir düşünce yapısı yok. Şu olmalıdır ya da bu olmamalıdır diye bir düşünce yapısı yoktur. Her şey gelen teknolojiyle birlikte değişime uğrar. Yani nasıl ki baskı tekniklerinde gördüğümüz o gravür artık klasikleşti, serigrafi baskı klasikleşti, taş baskı klasikleşti… Bugün dijital tekniğe, dijital baskıya dönük bir sanat ortamı oluştu. Çağdaş resim dünyası da bu doğrultu da oluşuyor. Bu da normal. Gerçi benim resimlerime yansımadı bu dünya, dijital boyut. Çünkü zamanın getirdiği bir şey bu. Ama bizler o zamanda değiliz artık. Ben dijital ortama uzağım, hakimiyetim yok. Dolayısıyla boyalarla yapmaya çalışıyorum ne yaparsam. Yani bu tür sanat benim sanat anlayışımın çok dışında. Biz eski insanlarız ve ancak bu tekniği bana yardımcı olabilecek kişilerle yapabilirim. Genç nesil ile. Bu bir teknik işi. Nasıl baskı tekniği sanata hep etki etmiştir sanatı çoğaltmıştır; dijital de öyle bir şey benim için. Çoğaltmak tekniği. Yani sanatı çoğaltma tekniği ama bugünkü sanata yansımış mıdır? Yansımıştır. Yani şekil olarak yansımıştır. Nereye varır bilemiyorum.

*Fatma Batukan Belge küratörlüğünde gerçekleştirilen “Ben,  Ergin İnan” kişisel sergisi 22 Ocak’a kadar EArt Galeri’de ziyaret edilebilir.

Previous Story

Kazlıçeşme Sanat’ta Yeni Sergi

Next Story

Başka Yol Yok Mu? Just Stop Oil

0 0,00
02_ArtDog_CD_Logo_RGB_Black

BÜLTEN

Türkiye ve dünyadan haftalık kültür-sanat haberleri, inceleme yazıları, sergiler ve etkinlikleri takip et.

Bülten aboneliğinde ArtDog Istanbul’un gizlilik sözleşmesini kabul etmiş olursunuz.

Verified by MonsterInsights