İklim Tamkan ile Élégie: Hafızanın, Kaybın ve Barışın Müziği - ArtDog Istanbul
İklim Tamkan, Élégie.

İklim Tamkan ile Élégie: Hafızanın, Kaybın ve Barışın Müziği

Babajanian’ın Élégie’sini yeniden yorumlayan İklim Tamkan, bu çalışmayı barış uğruna emek vermiş insanların aziz anılarına ithaf ederek müziği bir hatırlama mekânına dönüştürüyor.

/

Piyanist, klavsen sanatçısı ve besteci İklim Tamkan, Ermeni besteci Arno Babajanian’ın Élégie adlı eserini yeniden yorumladı. Sanatçı, “barış uğruna emek vermiş ve hatıraları yaşayan insanların aziz anılarına” ithaf ettiği kaydıyla müziği bir hafıza ve yüzleşme alanına dönüştürüyor. Beşiktaş Surp Asdvadzadzin Ermeni Kilisesi’nde çekilen klibi YouTube’da, Élégie ise tüm dijital platformlarda yayında. Tamkan ile yeni kaydının yanı sıra, sanat yaşamında belleğin, hoşgörünün ve birlikte yaşama idealinin nasıl bir yer tuttuğunu konuştuk.

Élégieyi barış uğruna emek vermiş insanların hatırasına adadınız. Bu eser sizin için nasıl bir hafızayla yüzleşme ve aynı zamanda bir umut çağrısına dönüştü?

Bu eseri yorumlamak, benim için sadece müzikal bir icra değil, aynı zamanda vicdani bir sorumluluğun parçası. Élégie, doğası gereği hem kaybı hem de o kaybın içinden doğan direnci barındırıyor. Benim için hafızayla yüzleşmek, geçmişin acılarını bir kenara bırakmak değil, tam tersine o acıların içinden geçerek anlamlı ve kalıcı bir barış idealine tutunmaktır. Çünkü gerçek direnç, ancak kaybın kabulünden ve o kayıpla yüzleşmekten doğabilir. Bu kayıt, unutulmaya yüz tutmuş hikâyeleri, sessizliğe bürünmüş acıları müziğin evrensel diliyle yeniden hatırlatma çabasıdır. Umut ise bu noktada ortaya çıkıyor; hatırlayarak, unutturmayarak ve bir arada yaşam ideallerini müzikle taşıyarak geleceğe daha sağlam bir köprü kurabileceğimize olan inanç.

İklim Tamkan, Élégie.

Arno Babajanian’ın, Sayat Nova’nın ezgilerinden beslenerek ve Aram Khachaturian’ın anısına adadığı bu eser; kayıp, yas ve direnci aynı anda taşıyor. Siz bu ağıta yorumunuzla nasıl bir katman eklediniz?

Yorumumda bu iki temel duygunun, yani kaybın getirdiği suskunluk ile direnişin yankılanan gücünün içe geçmesine izin vermek istedim. Kaybı fısıldayan o kırılgan melodilerle, direnişi simgeleyen o geniş akorları birbirinden ayırmadım. Sanırım benim kattığım en belirgin katman, bu zıtlıkları keskinleştirmek yerine, onların bir bütün olduğunu gösterme arayışıydı. Daha az süsleme kullanarak, daha rafine ve sakin bir anlatım hedefledim.

Eserin sonundaki sönümlenme ise bir teslimiyet değil, aksine kaybın yarattığı boşluğun ne kadar derin ve kalıcı olduğunu dinleyiciye hissettirme isteğimdi. Herkes biraz da kendi içindeki hikâyeyi anlatır ya, ben de bu eserin evrensel hafızasında kendi vicdani yolculuğumun izlerini bıraktım sanırım.

Garanti
Garanti Mobil

Eseri ilk kez duduk ve vokal eşliğinde seslendirdiğiniz konserlerde dinleyiciyle buluştunuz. O anların sizde bıraktığı izler neler oldu?

O ilk yorumlar, örneğin Diyarbakır ve Batman’daki vokal eşlikli konserler, bu eserin ruhuyla tanıştığım ilk anlardı. Paylaşımın gücünü, kolektif bir duygunun parçası olmayı o zamanlar derinden hissetmiştim. Ancak içimde bir yerlerde bu eseri en yalın haliyle, tek başıma, kendi içsel yolculuğumun bir yansıması olarak kaydetme fikri hep vardı. O ilk konserler, bu yolculuğun ne kadar derinleşebileceğini bana gösteren değerli işaretlerdi. Zamanla eserin hikâyesi benim için daha da güçlendi ve hissettirdikleri yoğunlaştı. O anların bıraktığı izler olmasaydı, bugünkü solo yorum bu kadar derin bir anlam ve yaşanmışlık taşımazdı.

“Sen bu ezgiyi nereden biliyorsun?” sorusu hayatınızda yeni dostlukların ve dayanışmanın kapısını açmış. Müziğin böyle beklenmedik karşılaşmalara aracılık etmesi sizin için ne ifade ediyor?

Bu soru, benim için müziğin sadece notalardan ibaret olmadığının, aslında insanlar ve hikâyeler arasında nasıl görünmez köprüler kurduğunun en somut kanıtı oldu. O sorunun ardından Takuhi Tovmasyan ve ailesiyle tanışmam, dedemin yıllar önce anneme hediye ettiği bir kitabın gizli bağını keşfetmem, tüm bunlar tesadüflerin ötesinde bir anlam taşıyordu. Müziğin beni bir topluluğun parçası yapma, beni kendi ailelerinden biri gibi sahiplenen bir dostluk halkasına dâhil etme gücünü gördüm. Bu, bir sanatçı için paha biçilmez bir histir. Bu karşılaşma bana gösterdi ki müzik, ortak bir hafızanın, ortak bir acının ve ortak bir umudun taşıyıcısı olduğunda, insanları en beklenmedik anlarda bir araya getirebilen büyülü bir dildir. Bu proje, o karşılaşmalar sayesinde kişisel bir kayıttan çıkıp dayanışmanın ve dostluğun bir sembolüne dönüştü.

Klibinizin Beşiktaş Surp Asdvadzadzin Ermeni Kilisesi’nde çekilmesi ve kapak fotoğrafının bir aile sofrasında seçilmesi, müziğinizin bir toplumsal belleğe yaslandığını gösteriyor. Sizce sanat, hatırlamanın ve birlikte yaşamanın en güçlü dili olabilir mi?

Kesinlikle. Sanatın, özellikle de müziğin, bu gücüne derinden inanıyorum. Beşiktaş Surp Asdvadzadzin Ermeni Kilisesi’ni seçmem, sadece estetik bir tercih değil, mimarı Garabet Amira Balyan’a olan hayranlığımın ve o mekânın taşıdığı tarihsel dokuya duyduğum saygının bir ifadesiydi. O taş duvarların, o sessizliğin müziğe eşlik etmesini istedim. Kapak fotoğrafı olarak seçtiğimiz o aile karesi de aynı şekilde kişisel bir anın çok ötesinde anlamlar taşıyordu. O fotoğrafta bir ailenin birbirine nasıl beklentisiz bir sevgiyle bağlanabildiğini, aynı zamanda bu bağın ne kadar kırılgan olabileceğini gördüm. Bu hisler, Babajanian’ın müziğiyle neredeyse birebir örtüşüyordu. Sanat, işte bu bireysel hikâyeleri ve hisleri alıp evrensel bir belleğe dönüştürür. Özellikle unutturmanın ve inkârın hâkim olduğu bir politik atmosferde, sanat hatırlamanın ve bir arada yaşam idealini ayakta tutmanın en etkili aracıdır. Müzik, muktedirlerin yasakları arasından sızan bir isyanın ortak duygu taşıyıcısıdır.

İklim Tamkan, Élégie.

Hem piyanist, hem klavsen sanatçısı, hem de besteci kimliğinizle farklı dönemleri ve kültürel hafızaları buluşturuyorsunuz. Bu disiplinler arası yolculuk, sanat anlayışınızı nasıl besliyor?

Bu farklı kimlikler, benim için sanatı tek bir pencereden değil, birçok farklı kapıdan ve koridordan keşfetme imkânı sunuyor. Her enstrüman, her dönem müziği, farklı bir hikâye anlatma biçimi, farklı bir kültürel bellek demek. Bu disiplinler arası geçişler, sanata bakışımı zenginleştiriyor çünkü müziğin sadece estetik bir form değil, aynı zamanda toplumsal çelişkilerden, tarihten ve ideolojilerden beslenen canlı bir organizma olduğunu sürekli hatırlatıyor. Bir besteci olarak kendi sesimi ararken, bir icracı olarak başka bestecilerin dünyalarına giriyorum. Bu yolculuk, bana seslendirdiğim her notanın arkasında bir felsefe olması gerektiği fikrini öğretti. Tarihler boyunca hikâyeler anlatmaya devam eden ve hiç susturulamayan müziğin bir parçası olmak, bu farklı disiplinlerin birikimiyle mümkün oluyor.

Sanat yaşamınızda barış, hoşgörü ve bir arada yaşama vurgusu sürekli öne çıkıyor. Bugünlerde bu temaları dillendirmek sizin için nasıl bir sorumluluk, nasıl bir direnç biçimi?

İçinde bulunduğumuz politik koşullarda bir sanatçı olarak en büyük sorumluluğumuzun, unutturulmaya çalışılanı inatla hatırlatmak ve kabul ettirilmeye çalışılanı reddetmek olduğuna inanıyorum. Dolayısıyla benim için barış ve bir arada yaşam gibi kavramları dile getirmek, sadece naif bir temenni değil, aktif bir direniş biçimidir. Barış kelimesinin içini doldurmak, onu sürdürülebilir kılmak ve bu idealleri müziğin güçlü diliyle ifade etmek, benim için politik bir duruştur. Tarihteki muktedirlerin en büyük korkusu, insanların ortak bir dil, ortak semboller ve ortak duygularda buluşmasıdır. Müzik, tam da bu ortaklığı sağlar ve bu yüzden sandığımızdan çok daha güçlüdür. Bu temaları dillendirmek, sesimin sadece bana ait olmadığını, ortak acıları ve umutları taşıyan kolektif bir çığlığın parçası olduğunu bilmenin getirdiği bir sorumluluktur.

Önümüzdeki dönemde müziğinizin izleyiciyi hangi yeni yolculuklara, hangi yüzleşmelere ya da hangi buluşmalara davet etmesini arzu ediyorsunuz?

Gelecekte de müziğimin, dinleyicileri sadece estetik bir keyif almaya değil, aynı zamanda düşünmeye ve hissetmeye davet etmesini istiyorum. Anlatılmamış hikayelerin, sessiz kalmış seslerin peşinden gitmeye devam edeceğim. Müzik aracılığıyla farklı hafızaları, farklı kültürleri buluşturarak ön yargıları kırmaya yönelik projeler üretmek en büyük arzum. Kalbimin, aklımın ve vicdanımın doğrultusunda, müziği toplumsal bir diyalog ve yüzleşme alanı olarak kullanmayı hedefliyorum. Çünkü sanat, toplumdaki tüm eşitsizliklerden ve çelişkilerden etkilenir ve aynı zamanda tüm bu toplumsal halleri etkileme gücüne sahiptir. Umarım müziğim, insanları bir araya getiren, yaraları saran ve bizi daha adil bir geleceğe taşıyan buluşmalara vesile olur. Başka türlüsünü hayal edemiyorum.

Previous Story

İki Sanatçı, Bir Hayat
“Gözlerimin Önündesin”

0 0,00