Hoşgün Ressamı, sanatçı Mark Hale’in üç senelik çalışmasının ürünü… Sergi, sanatçının 2022’den bu yana ahşap, kağıt üzerine akrilik, guaj ve airbrush ile yaptığı sadeleştirilmiş ancak detaylı yaşam tasvirlerden besleniyor. Odak noktası doğa, kent manzaraları ve sanatçının hafızasından çizdiği mekânlar etrafında dönen resimler, kalabalık ve kaostan uzakta, yalnızlığın dingin anlarına yoğunlaşıyor. Sanatçı resimle olan bağını “Resim sınırsız bir potansiyele sahip ve ilham hiç beklenmedik yerlerden geliyor,” diyerek özetliyor. Hoşgün Ressamı adlı kişisel sergisinin yarattığı enerji ve heyecanla yeni konular üretmeyi amaçlayan Mark Hale ile kısa bir sohbet gerçekleştirdik.
Resimle ne kadar süredir iç içesiniz?
Resim yapmaya çocukken başladım. Çok küçük yaşlarda çizgi filmlerde gördüğüm kovboy, çiftlik ve hayvanları çizerdim. 2000’li yıllardaki dijitalleşme döneminde ilgim tasarıma kaydı. Üniversitede grafik, animasyon gibi dijital dalların yanında, gravür, serigrafi gibi geleneksel teknikler de öğrendim. 2012’de İstanbul’a taşınıp grafik tasarımcı olarak çalışmaya başladım. Bu sürede bir solo sergi ve Tarık Töre ve Mertcan Mertbilek ile bir grup sergisi açtım.
Resim, tasarıma nazaran; insanın gözlem yaparak, hissettikleri ile harmanladığı, el becerisi ve iradesi ile bir araya getirdiği kompozisyonlar yaratmasını sağlıyor. Bu sebeple de çok daha duygusal ve bireyseller… Sadece resme bakana odaklanıyor ve ona özel bir hikaye anlatıyor. Bu farkındalıkla bu sergiyi oluşturan resimleri yapmaya başladım.
Yaptığınız resimleri nasıl tanımlıyorsunuz?
Sıradan anları, gerçekçi ve detaylı bir şekilde göstermek yerine, fazlalıktan arındırılmış resimler olarak tanımlarım… Tasarım geçmişimden dolayı gördüklerimi sadeleştirmeye giden bir yatkınlığım var. Estetik bir bütünlük arayışı içinde, gereksiz öğeleri elemeyi tercih ediyorum.
Hoşgün Ressamı adlı yeni kişisel serginizden ve işlerinden biraz bahsedebilir misiniz?
Hoşgün Ressamı, son üç senelik çalışmalarımı kapsıyor. Resimler kişinin kendi ile başbaşa kalmasıyla şekillenen huzurlu bir yalnızlığı betimliyor.
Sergi ismi, karagün dostu kavramından türedi. Güzel günlerin kıymetini vurgulamaktan geliyor. Bunun eksikliğini fark ettiğimde bu ismi daha çok sahiplendim ve resimler daha dertsiz, tasasız bir dünyaya doğru ilerledi. Sergide en çok özlediğim dönemi, çocukluğumda Ege’nin deniz, güneş ve yazlık üçgeni arasında, okuldan uzak, pastoral yaz tatilleri anılarımı resmettim. Bu yüzden bu resimler hem nostaljik bir huzuru tasvir ederken, bir taraftan da Ege’ye ve hiç bitmeyen bir yaza ağıt niteliği de taşıyor.
Sergide kullandığınız renk ve imgelerle ilgili ne söylemek istersiniz?
Resimler genellikle parlak ve canlı renklerle; yaz, doğa kesitleri ve kendimi ait hissettiğim mekan betimlemelerinden oluşuyor.
Bir süredir aklımda resimlerin pop şarkıları gibi, ilk dinleyişte kulaklarınıza takılan, kolay hatırlanabilir ve mırıldanmak istediğiniz bir şarkıymış gibi olması fikri var. Resimler bir figür ya da eyleme odaklanmadan, mekanların karakterini durağan kompozisyonlarla anlatıyor.
Doğa kent manzaraları ve mekanlar sıkça işlediğiniz konular, üretimlerinizde bu üçlü arasında nasıl bir diyalog geliştiriyorsunuz?
Bu resimlerin ortak noktası mekansal ve dingin olmaları. Bu fikir pandemi sırasında sayfiye yerlerini aklımda kaldığı şekilde resmetmekle başladı. Bu aslında hızla değişen Türkiye manzaralarını, modernleşmenin eskiyi silme eğilimine karşı bir belgeleme çabası. Bu resimler, kaybolma potansiyeli olan gizli köşeleri ve sahilleri koruma altına alıyor. Ne yazık ki en sevdiğimiz sahiller, ansızın bir beach club’a ya da gizli kalmış bir köşe hızlıca kafeye dönüşebilir.
Kent ile nasıl bir ilişki içindesiniz, bu ilişki resimlerinize nasıl yansıyor?
İstanbul’a taşındıktan sonra hızla değişen kaotik şehir kültürü, zamanla kente olan aidiyet hissimi azaltıp geçmişe bir özleme evrildi. Ege’den doğa manzaralarıyla başlayan resimler, süreç içinde kaostan arınmış, huzurlu kent manzaralarıyla sergide kendilerine yer edindiler. Bu da bir nevi kentle barışma…
Sergideki resimlerinizde kullandığınız teknikler hakkında bilgi verir misiniz?
Sergide üç farklı teknik kullandım. Kağıt üzerine guaj, ahşap üzerine akrilik ve kağıt üzerine airbrush resimler var. Guajı akriliğe tercih etmemin sebebi, guajın kadifemsi ve mat bir dokusu olması. Plastikten çok bir hamura benziyor ve daha doğal bir etki yaratıyor. Sonradan daha büyük resimlerde ahşap üzerine akrilik boyaya geçtim.
Airbrush ise boyanın hava ile kağıda püskürtülmesi ile oluşan, her şeyin iç içe geçtiği rüyamsı bir yapıya sahip. Bu malzemenin kendi içinde hataların sürprizlere dönüştüğü kendine has bir dokusu var.
*Hoşgün Ressamı, 14 Haziran’a kadar Ambidexter Galeri’de görülebilir.