"1984"

Hepimiz Aynı Kabusun Bir Parçasıyız

///
  • Bir yabancı kaynakta Trump döneminde George Orwell’in 1984 romanının satışının patladığını duymuştum. Aynı dönemde Çin, Hindistan ve Britanya’da da kitabın kopyaları kapış kapış satılıyordu. O zaman düşününce bilgi insana güç veriyor demek ki diye geçirmiştim içimden. Belki de 1984 bu zor zamanlarda bir başucu kitabı, başvurulacak kaynak mı oldu diye düşündüm. Ne dersiniz?

Sanırım zamanın bazı tekrar eden noktalarında, ihtiyaç duyduğumuz bellek için bir ecza gibi tarih ve sanat… 1984 sadece bir edebi eser değil aynı zaman da tarih uzantısı. Dönem akılla çözemediğimiz sorularla karşılaştırınca bizi, kitlesel belleğin kanıtlarına ulaşmaya çalışıyoruz. Tecrübe ederek öğrendiğimiz bir şey hayat, hayatta kalmak. Aynı güdüyle tarihsel ve sanatsal olarak tecrübe edilmişleri kendi hayatımıza aplike etmek en iyi bildiğimiz öğrenme ve hayatta kalma yolu. Tehdide karşı bellek… O vakitte sanatın tarihsel işlevi karşımıza çıkıyor. Bunu mitlere, halk masallarına kadar götürebiliriz. Hayatta kalmak için kurgusal tecrübe… Yani sanat ve tarih… Bu konu üzerine çok söylenecek şey üretilebilir. Ama bence bu düşünsel fırtınanın sebebi, hayatta kalmak için ihtiyacımız olan kalkan ve silahı keşif; kurgusal düşünerek rasyonele ulaşmak. Yüzeyde bulamadıklarımızı, derinlerde aramak… karanlıkta bir fener.

  • Murat Daltaban ve Özlem Daltaban size çok kızgınım. Kızdım- Bursa’daki oyunu seyrettikten sonra. Boğazımıza kadar vasatlığa batmış nefes alamazken “şimdi bana çok iyi gelecek bu Dot imzalı oyun, İstanbul’dan da biraz olsun kaçıyorum” derken… Seyrin sonuna geldiğimizde çok öfkelendim. Bana bunu nasıl yaptınız? İçinde yaşadığım gerçekliğimden kaçarken gerçekliğimi sahneye koyduğu için Murat’a kızdım. Bu oyunu seçtiği için. Bir nefes almaya gelmişken, daha da sıkışmış hissettim kendimi. Kaçacak yerim kalmamış gibi. Size sığınmıştım ama bana içinde yaşadığım gerçekliği “Al Sana” diye önüme koydunuz. Sonuç; koltuktan kalkamadım  bir kaç dakika. Etrafımda insan görmek istemedim. Ağır geldi. O sinirle ilk aklıma gelen de şu oldu “Ben şimdi Murat’la Özlem’e bana bu yaptıklarını söyleyeceğim, onlara kızacağım”. Ayağa kalkıp hayata karışırken size kızmanın doğru olmadığını hisseder gibi oldum. Sorum şu: Bize bunu niye yaptınız ?

Aynı tekinsiz dönemin halkıyız. Aynı korku ve mutsuzlukları paylaştığımızı bilmek bizi sağlıklı kılıyor. Yalnız olmadığımızı, tüm akli dengesizliğimizin sebeplerinin bizim dışımızdaki dengesizlikle yer değiştirdiğini bilmek bir çeşit antidepresan. Birbirimize daha düşkün birbirimize karşı daha özenli olmayı getiriyor. Sanatı en temel dürtü olarak böyle anlamayı seviyoruz biz Özlem’le. Birlikte paylaşılanın, korkulara karşı güç oluşturduğuna inanıyoruz. Aynı kabusu gören onlarca insan olmak delirmediğimizin kanıtı. Delirmedik, ama bizi delirdiğimize inandırmaya çabalayan bir güç var. Gerçek dediklerimizden bizi koparıp, akıl ötesine savuran,  kalkanlarımızın işe yaramadığına inanmamızı isteyen , bizi avlamaya çalışan şeytani bir güç… Tek kılavuzumuz sanat. Tüm kurumsal sistemlerin üstünde yerini almış mitosvari bir üst gerçeklik. Tarif ettiğin gibi, kaçacak yerinin kalmadığı an seni özgürleştiren, tekliğinle o üstgerçekliğin  bir parçası olduğunu hatırlatan aydınlık bir güç. Duygularını paylaşman ve uzun uzun, detaylı anlatman bunun kanıtı. Katharsis … Acının görünür olduğu an en güçlü an ve arkasından gelen katılarak yeniden doğup tekrar ciğerlerine derin bir nefes almak. “İzlediklerin sadece bir hikaye, bütün bunlarla birlikte baş edebiliriz” demek bizimkisi…

“1984”
  • Gezegenin en zor metinlerinden birini sahneye koymak fikri nasıl çıktı, gelişti ve nihaileşti?

Gerçekten zordu… Sahne için roman uyarlaması, metnin edebi gücünden vazgeçmenizle başlar. Sahneye taşırken metni tüm sahne detayları için yeniden yazarak güçlü kılmalısın. Bunun için de silahın hayal gücün ve tiyatronun tüm silahları. İşin en eğlenceli tarafı da bu bulmacaları çözmekte. Problemi keşfetmek ve çözmek ve karşına çıkan yeni probleme ulaşmak. Çok kaba bir yöntemim vardır; çözülmeyecek sahne problemi yoktur ama problemi keşfetmek zordur. Benim gibi hayatta sürekli problem arayan biri için, refleks haline geldiğinden problem keşfetmekte zorlanmıyorum. Çözüm tarafı kolay; akla ve duygularına teslim ol.

  • Oyun beni üzdü, kızdırdı ve daha da endişelendirip korkuttu. Şu “iki artı iki eşittir beş…”  ve benzeri cümleler. Tüm oyun boyunca sanki dilin anlamını yitirdiği bir distopyanın içine girdik- zaten içindeyiz (o yüzden daha da korktum) Sanki kelimelerin gerçek anlamlarının çok dışına çıkıldı, o kelimelerin uyandırdığı hislerin, kavrayışın silinmesi gibi… Ya bizim gerçek düşmanımız yaşadığımız gerçeklik mi, bu yüzden mi böyle oluyor? Bu yüzden mi o gerçeklerden uzak, hurafe ve yalanlarla yaşamaya çalıştırılıyoruz?
İlginizi çekebilir:  “Bireyin Daha da Bireyselleştiği Tuhaf Bir Zaman”

Korku sağlıklıdır gerçekle ilişkimiz kopmadığı sürece. Hayatta kalmamızı sağlar. Gerçekle ilişkimizin koptuğu anda bizi gerçeğe döndürücek olan şey, kendi yansımamız olacak birine ulaşmak. Toplu olarak aynı kabusun parçası olmak, aklımızın yerinde olduğunun kanıtı bence. Hep birlikte aynı şeye öfkeleniyorsak ve aynı şeyden korkuyorsak, kurgu bir dilin ötesinde evrensel bir dile sahip olduğumuzdandır. Dilsel olan çok karmaşık bir yapı. Karmaşık yapıların birbiriyle ilişkisinden ortaya çıkan yüzbinlerce yıllık, milyonlarca yıllık bir örüntü. İki artı ikinin dört etmediği bir evren bizim için çok korkunç ama mümkün… Hikayenin en çarpıcı detaylarından biri bu, iki artı ikinin beş ettiği evreni kanıtlayan bir karakter var hikayede. Bu kabusun mümkün olabileceği fikrini kabul etmekle başlamalıyız. Tıpkı Winston gibi… Orwell’in klişenin dışına çıktığı ve gerçeği bombaladığı an bu… Unutmamalı ki romanı düşünmeye başlamadan 3-5 sene önce atom bombası atıldı ve dünya tarihinin en korkunç soykırım felaketlerinden biri gerçekleşti. Biz bunu yok sayarak yaşayamayız artık.  İki artı ikinin beş ettiği an… Dünya tarihinin en büyük göçünün yaşandığı bir dönem… İnsan şu anda, yeryüzünde en büyük kitlesel yer değiştirme hareketini gerçekleştiriyor, kısacık bir zaman aralığına sıkıştırılmış çok büyük bir yer değiştirme. Sebepleri ve sonuçları var. Normal dediğimiz şeyin “rutinimiz” olduğunu kabullenip hayata tarafsızca bakabilmeliyiz. Biz buyuz… İnsan belki de tüm evrenlerin en korkunç yaratığı. Kendinden daha korkunç bir düşmanı yok. En azından şimdilik. İki artı ikinin beş ettiği evrenler olduğu gibi, altı, yedi, sekiz ettiği evrenleri de insan keşfedecek. Korkulacak tek şey kendimiz. Ve bu bir hurafe değil maalesef.

  • Kültürel anlamda günü kurtaran eğlencenin “sanat” sayıldığı bir dönemde uzun tiyatro yolculuğunuza Bursa’da Nilüfer’de Sanat Yönetmeni olarak devam etmek… Nilüfer belediyesini sarmalamak geliyor içimden teşekkür etmek- sizleri davet ettiği için. Biliyorum anlattınız ama bu birliktelik yolculuğunuzun bu döneminde sizin için ne ifade ediyor?

Ben metropollerin yaşam alanı olarak çaresizlerin sıkışıp kaldığı yerlere dönüştüğüne inanıyorum. Alternatifin taşradan çıkacağını görüyorum. Hem yaşam tarzı hem sanat . Yani alternatif taşradır. Taşra bu kıymeti fark eder ve ranta dönüştürme hevesine  kapılmazsa daha yaşanabilir yepyeni bir yaşam tarzının çözümü olabilir. Nilüfer o açıdan öncü bir ilçe… Bizim de kendimizi güvende hissettiğimiz bir ortam olması çok önemli.

“1984”.
  • Nilüfer Kent Tiyatrosu oyuncuları adeta birer yıldıza dönüşmüşler bu oyunda. Rollerini bu kadar nasıl aldılar içlerine, o süreç nasıldı çalıştığınız,  arada olan bitenleri merak ediyorum oyun son sahneye hazır  haline gelene kadar?

Ekip İstanbul’un kirinden pasından uzak olduğundan dejenere olmadan tiyatro disiplinini koruyabilmiş bir ekip. Bir kısmının yolu İstanbul’dan geçmiş zaten. NKT’nin kıymetini, bir tiyatronun gerçek sahiplerinin çalışan bir ekip olduğunu herkes farkında. Bir tiyatroyu heyecanlı kılan şey tiyatro tutkusunu kaybetmemiş oyunculardır. Hepsi güçlü bir tiyatronun bir oyuncunun en büyük kazancı olduğunu farkında. Birbirlerine karşı nezaketli ve dışarıyla ilişkilerinde de nezaketlerini kaybetmeyen oyuncular. Tiyatro yapmanın kavga gürültü  değil mutluluk getirmesi hepsi için önemli. Değerli olduklarını biliyorlar ve etraflarındaki her şeyi de değerli kılmak için çaba gösteriyorlar. Onları yıldız yapan bu…

  • Geçmiş, şimdi ve gelecek hikayemizin zorla yazılmasına nasıl karşı koyacağız?

Sanatın kılavuzluğunda birbirimize sımsıkı tutunarak, ama koyuna dönüşmeden.

  • Son sorum şu; 1984 hiç güncelliğini yitireceğe benzemiyor. Ne yapacağız?

Bilmiyorum, kimsenin de bildiğini görmüyorum. Bebek adımlarıyla burayı terk edecek insanlık. Tarihsel değişimler yüzlerce yıllık süreçlerde meydana geliyor. İnsan ömrü değişimi ummak için çok kısa. Biz bir bayrak taşımakla görevliyiz, o kadim bayrağı devrediceğiz ve devrettiklerimizi de devir için görevlendireceğiz. Yapabileceğimiz sadece bu… İyiyi keşfetmek ve devrederek gelişmesi için ihtiyaç duyduğu insana tutkuyla bağlanmak

  • Yok son sorum şu: ben size niye hesap soruyorum?

Hesap sormak değil, hepimiz için bir cevap bulmaya soyunmak seninki.. Neden bunun için zaman ayırıyorsun sorusu önemli; kendin ve bizim için en doğru soruyu sorarsan cevabı bulabiliriz ancak… Senin soruların önemli. Doğru soruyu keşfedersen problemi çözebiliriz. Sen soracaksın hep beraber üzerine düşüneceğiz. Yaptığın işin anlamı bu. Senin görevinin gücü de burda…

Murat Daltaban
Previous Story

Palm Springs Film Festivali ve Sundance Heyecanı

Next Story

Altın Küre Ödülleri ve Türkiye Vizyon Takvimi

0 0,00
02_ArtDog_CD_Logo_RGB_Black

BÜLTEN

Türkiye ve dünyadan haftalık kültür-sanat haberleri, inceleme yazıları, sergiler ve etkinlikleri takip et.

Bülten aboneliğinde ArtDog Istanbul’un gizlilik sözleşmesini kabul etmiş olursunuz.

Verified by MonsterInsights