Vallisaari Adası geçmişinde bir savaş üssü olarak kullanılmış, 2016 yılına kadar ziyarete kapalı olan ada Bienal ile hareketlilik kazanmış, sadece askeri yapılar değil, nesli tükenme tehlikesi ile karşı karşıya olan yarasa ve kelebek türleri için de önemli bir yaşam alanı.
Şehirde bu kadar çok ada olunca kıyılarda da otobüs durakları gibi platformlar var. Bunlardan biri de Bienal ziyaretçilerini taşıyan tekneler için ayrılmış. 20 dakikalık bir yolculukla adaya varılıyor. Deniz, Ege ve Akdeniz’de alışık olunan berraklıktan çok uzaktı. Buna rağmen şehirde yaşayanların suyla ilişkisi, teknelerin formu, yelkenler, kürekler muazzamdı. Ada üzerinde bir parkur oluşturulmuş, tarihi yapılar içindeki kapalı mekanlar ve açık alanlarda eserler dağıtılmış. Fotoğrafların bir kısmı da bienalin diğer mekânı ve ev sahibi HAM Helsinki Modern Sanatlar Müzesi’nden.
Açık alanda bir ağaca saklanmış işlerden ilki Adrian Villar Rojas’a aitti. Sanatçı bukalemun benzeri bir tür geliştirmiş, belki biraz da bu yüzden bir kamuflajı seçmiş.
Asunción Molinos Gordo eserinin adını benim de çok sevdiği şair Octavio Paz’ın ” ¡ Cuánto río allá arriba!” (Yukarıda kaç nehir var!) dizesinden almış. Sanatçı suyun depolanma şekillerine yoğunlaşarak mekân içinde kuleler kurmuş. Suyu saklayan ve koruyanlara bir saygı duruşu…
Alma Heikkilä ormanda bir boşluk yaratmış. Bir süreç çalışması, bitki boyalarıyla karışan yağmur suyu sıvaya damlayarak yaz boyunca heykelin rengini değiştirecek.
Bita Razavi’nin Estonya folklorundan mitolojik bir yaratık olan ‘Kratt’ı çağrıştıran kinetik bir heykel yapmış. Bu eser HAM Müzesi’nde sergileniyor.
Jenna Sutela’nın içi su dolu bronz bir kâseden oluşan Pond Brain’i izleyiciyi uzaydan ve denizden gelen seslerle buluşturuyor.
Sami Tallberg ve Lau Nau ile Lotta Petronella ada sakinleriyle etkileşim kurarak disiplinler arası şifa, şarkı ve gastronomi sanatı göndermeleri olan bir eser ortaya çıkarmış.
Danielle Brathwaite-Shirley ada için yeni bir mitoloji denemesi yaparak, mitolojik figürlerini adanın güney uçlarına yerleştirmiş.
Diana Policarpo, doğal biyoçeşitliliğin izlenmesi yoluyla sömürgeci geçmişlerin haritalandırılmasına yönelik bir vaka çalışması oluşturan büyük ölçekli bir enstalasyon yaratmış. Bu çalışma da HAM Müzesi’nde sergilenen eserlerden.