Hatıra Kurucular ve Hatıranın Sorumluluğu - ArtDog Istanbul
Son Siparişler

Hatıra Kurucular ve Hatıranın Sorumluluğu

Semiramis Öner’in Metrohan’daki “Hatıra Kurucular” sergisi, yalnızca bir sanat projesi değil; göçle bölünmüş bir hayatın, sessizce biriktirilmiş nesnelerin, unutulmuş yüzlerin ve yitip giden kültürel hafızanın izini süren derinlikli bir anlatı.

/

Bazı sergiler  yalnızca bir sanat pratiğini değil, bir ömrü, bir göçü, bir hafıza katmanını gözler önüne serer. Semiramis Öner’in Metrohan‘da açılan Hatıra Kurucular sergisi de böyle bir sergi. Yalnızca tuvaldeki figürleri, çerçevelenmiş yüzleri, eski dantelleri ya da solmuş kolyeleri değil; bunların ardında yatan sessiz hikâyeleri, unutulmuş ilişkileri, kaybolmuş nesilleri de görünür kılıyor. 1984’te Türkiye’den Hollanda’ya politik nedenlerle göç eden Öner’in sanat pratiği, yeni bir hayat kurarken eski bir hayatı unutmamaya direnmenin de tarihi.

Hatıra Kurucular ve Kültürel Miras

Semiramis Öner’in yıllar önce Türkiye’den Hollanda’ya uzanan göç yolculuğunun ardından biriktirdiği imgeler, eşyalar ve yüzler, bu sergide kişisel olanla toplumsal olanın kesiştiği eşsiz bir hafıza alanına dönüşmüş. Sanatçı, eski bir tabağın deseninde, bir kolyenin içinden çıkan soluk bir fotoğrafta ya da artık örülmeyen bir kazağın ipliğinde sadece kendi geçmişini değil, kaybolmaya yüz tutmuş bir kültürel mirası da arıyor.

Küratörlüğünü Gülseli İnal, Balkız İnal ve Beliz İnal’ın üstlendiği; İBB Kültür ve İBB Miras’ın katkılarıyla gerçekleşen Hatıra Kurucular, bireysel anılardan kolektif hafızaya, yitirilmiş evlerden tahayyül edilen ütopyalara uzanan bir zaman katmanları ağı kuruyor. Öner’in Kuzey Rönesansı resim tekniğiyle ürettiği portreler ve özenle topladığı eski İstanbul objeleri, hem unutulmuş bir estetik anlayışı görünür kılıyor hem de Türkiye’nin Osmanlı’dan Cumhuriyet’e geçerken yaşadığı sosyal dönüşümün izlerini bugüne taşıyor.

“Hatıra Kurucular” ve Hatırlamak

Semiramis Öner’le yaptığımız bu söyleşi, yalnızca bir serginin izini sürmüyor; aynı zamanda göçün ardından yeniden kök salma çabasını, geçmişin yükünü hafifletme arzusunu ve sanatın, hatırlamanın en estetik biçimlerinden biri olduğunu gösteriyor. Çünkü bazı insanlar, hatırlamayı bir sorumluluk gibi üstlenir. Ve bazı sergiler, sadece geçmişi anlatmaz; geleceğe nasıl bir hafıza bırakacağımızı da bize sorar. Hatıra Kurucular işte tam da böyle bir sergi.

Semiramis Öner: Bir Şey Arıyordum

Bu serginin başlangıç noktası, bir sanat projesinden çok daha kişisel bir arayış gibi geldi bana. Size bu süreci başlatan duyguyu, ilk tetikleyiciyi merak ediyorum.

Her şey aslında o küçük, kimsenin dikkat etmediği eşyalarla başladı. Hollanda’ya 1984’te göç ettikten sonra pazarlarda, bit pazarlarında, sahaflarda sürekli bir şeyler arıyordum ama ne aradığımı da bilmiyordum. Ülkenizi değiştirdiğinizde hayat ikiye ayrılıyor. Bir bıçakla ekmeği kesmek gibi. O hayat bir daha geri gelmiyor. Ve siz, bir daha asla aynı kişi olamıyorsunuz. Arıyordum, çünkü bir şey kopmuştu. Ama neyi aradığımı bile söyleyemiyordum.

Belki kendi kimliğinizi mi arıyordunuz? Ya da yeniden bir kimlik kurmak için bir arayış?

Olabilir. Yani hayır, öldüm de acaba yaşıyor muyum diye kendimi mi acaba kontrol ediyordum, dedim. Bir “check” almam gerekiyordu. Tesadüfen bir gün pazarda, bizim evimizdeki annemin tabağından buldum. Aynı tabaktan. Onu hemen aldım. Çünkü onun eşinden bir tane vardı bizim evimizde. Sonra birden fotoğraflar toplamaya başladım. İnsan fotoğrafları, ölmüş insanlar, arkasından kalmış eşyalar… Geçmişe özlem değil ama yaşadığımı anlayabilmek için bir değişik, bir melankolik geçmişe dönüş başladı. Ama bu sadece kendime değil. Bütün insanlara karşı ve İstanbul’dakilere karşı da. Ailemin de çoğu, onlar İstanbullular. Ben İstanbul’da büyümedim. Ben Ankara’da büyüdüm ama bütün ailemin bağları İstanbul’du. Sonradan gelmişim. Ablam, abim çok büyükler benden. Ve birden ne zaman ki Türkiye’ye dönebildim, ilk işim sahaflarda fotoğrafları aramak oldu.

Fotoğraflarla başlayan bu arşivleme süreci zamanla fiziksel nesnelere, eşyalara, giysilere de yönelmiş. Bu koleksiyonculuk zamanla bir sanatsal üretime nasıl dönüştü?

Önce sadece yüzlere, insanlara ilgi duydum. Fotoğraflarını topluyordum. Ama aynı zamanda ben bir portre sanatçısıyım. Sipariş üzerine portreler yaparak para kazanıyordum. Bu fotoğraflar ve eşyalar bir şekilde beni çağırıyor gibiydi: “Elimden tut, beni unutma.” Sonra bu tanımadığım insanları büyük portrelerle hayata döndürmeye başladım. Kim olduklarını bilmiyorum ama onlar bana birer akraba gibi oldular.

Bir Nesille ve Estetikle Kurulan İlişki

Portrelerin yanı sıra kravatlar, kolyeler, şapkalar gibi kişisel objeleri de biriktirmişsiniz. O nesnelere yönelmenizi sağlayan şey neydi?

Bu süreçte onların kıyafetlerine, ellerindeki nesnelere, taktıkları kravatlara, kolyelere bakmaya başladım. Kolyelerin içinden sevgililiklerine ait fotoğraflar çıkıyordu. O kadar canlıydı ki. O andan itibaren bu mesele bir kültürel mirasa dönüştü. Yalnızca kendimle değil, geçmişle, bir nesille, bir estetikle kurduğum ilişkiye dönüştü. Yıllar önce başlamış bir sergiydi bu. Serginin en kıymetli resmi bence hâlâ mekânın kendisi.

Evet, resimler mekânla konuşuyor sanki, sizin için Metrohan serginin anlamını nasıl etkiledi? 

Bu sergi için çalışmaya başladığımda bu mekân henüz yoktu. Ama resimler o kadar kendi yerini buldu ki, sanki yıllardır bu odalar için çalışmışım gibi oldu. Odalarla işler arasında neredeyse sezgisel bir uyum oluştu.  Aslında serginin mimarı açılışa gelemedi, Mahir Polat. O biraz burukluk yarattı. Ama başka bir şey oldu: Hollanda’dan 30’a yakın misafirim uçağa atlayıp geldiler. Bu da ayrı bir kıymet. Bu yapının kendisi zaten serginin mimari tamamlayıcısı. Sanki bekliyordu beni.

Hollanda’ya gitme nedeninizin politik olduğunu biliyorum. Sanatçı kimliğinizle göçmen kimliğiniz nasıl kesişti?

Evet, 12 Eylül’den sonra politik görüşlerim nedeniyle gitmek zorunda kaldım. Aslında kimya okumuştum. Fakat 6 yaşımdan beri resim yapıyordum. Kimya bilgim, resim tekniklerine olan ilgimi derinleştirdi. Pigment hazırlarken, malzeme seçerken kimya bilgisinin katkısı büyük oldu.

Hollanda’ya yerleştiğinizde oradaki topluma kendinizi nasıl ifade ettiniz? Sanatınız bu süreçte nasıl şekillendi?

Hollanda’ya gittiğimde bir ülke bana ikinci bir hayat şansı tanımıştı. O yüzden kendimi borçlu hissettim. Oranın ücretsiz kurslarından, dil programlarından yararlandım. Rietveld Akademisi’nde eğitim aldım, sonra Leiden Üniversitesi’nde sanat tarihi okudum. Ama sonunda dedim ki: Ben sadece resim yapayım. Portre siparişleriyle hayatımı kazandım, resim malzemelerimi aldım. Sonra işler büyüdü.

Ve Utrecht Barış Anlaşması’nın yıl dönümüne özel bir resim siparişi aldınız…

Utrecht Anlaşması Avrupa’nın sınırlarını belirleyen ilk büyük diplomatik anlaşmalardan biri. Benden o anlaşmayı imzalayan diplomatların portrelerini yapmam istendi. Çok büyük bir resim oldu; 5 metreyi aşan genişlikte, 2.5 metrelik yükseklikte. Dört yılda tamamladım. Siparişi Utrecht Kale Vakfı, belediye, müze ve Prens Bernard Fonu verdi.

Bu kadar büyük bir siparişi kabul etmek sizin için ne ifade etti? Sorumluluk duygusu mu, heyecan mı ağır bastı?

Gururdan çok sorumluluk hissettim. Birçok kurumla, sponsorla aynı anda çalışıyordum. Üstelik portrenin kahramanlarının çoğu tanınmıyordu, yüzleri bulunamıyordu. Müze bana yardımcı oldu. Bazen kompozisyon değişti, diplomat sayısı arttı. Bazen bir masa, bir sandalye eksikti. Her şey detaylıca araştırıldı. Ama en büyük baskı, bu işi hakkıyla yapıp yapamayacağımı bilmemekti.

Hatıra Kurucular’dan “Son Siparişler”

Sergideki bazı işler dikkat çekici bir nostalji değil, bir tür zamanlar arası geçiş duygusu taşıyor. Örneğin Son Siparişler adlı işinizde bu hissiyat çok belirgin. Bu eseri biraz anlatır mısınız?

Evet, Son Siparişler. Bitiyor çünkü. Bitti yani hatta. Şimdi kim bunu örüyor artık?  Hangi anne dikiş dikiyor? Hangi anneanne çile sarıyor? Yani sizin zamanınızda yoktur ama bizim annelerimiz kazakları örerlerdi bize. Sonra aynı kazak sökülür, sarar. Sonra bir daha başka bir şey yapar onlar. Bunlar son siparişlerini almışlar.

Hatıra Kurucular “Hatıramı Sakla” Diyorlar

Bu kadar derin hafıza ve duygu katmanı içinde edebiyatla, özellikle hatıratlarla bir bağ kurdunuz mu? Eserlerinizin edebi karşılıkları var mı sizce?

Edebiyatı severim. Okurum da. Ama bence bizim kuşağın başka bir “tat duygusu” var. Mesela Orhan Pamuk’la bir defa karşılaştık atölyemde. Pigmentlerden, lapis lazuliden konuştuk. O da o sıralar Benim Adım Kırmızı‘yı yazıyormuş. Ben hatıraları toplamaya başlamıştım. Aramızda benzer bir tarihsel duyarlılık olduğunu fark ettim. Ama geçmişe romantik bir özlemle değil, kültürel bir derinlik olarak yaklaşıyorum. O kayıp duygusu, göçle birlikte gelen sarsıntı çok belirleyici.

Bu kadar fotoğraf, eşya ve hafıza arasında bir anlamda tarih yazıyorsunuz. Bu sergiden izleyiciye nasıl bir iz, nasıl bir hatıra kalmasını istersiniz?

Bu şehir bir zamanlar kimleri ağırlamış, kimlerin izlerini taşıyor… Bunu hatırlamalarını isterim. O fotoğraflarda insanlar baş başa, yakın. Başka ülke fotoğraflarında görmediğim bir sıcaklık var. Melankolik ama sevgi dolular. Elimden tut diyorlar. Hatıramı sakla diyorlar. Bizim de görevimiz bu mirası korumak, aktarmak, anlatmak.

Hatıra Kurucular sergisi, 29 Haziran 2025 tarihine kadar pazartesi hariç her gün 10.00 18.00 saatleri arasında Metrohan’da  ziyaret edilebilir. 

Previous Story

Güneşin Başına Gelen Bir Durum

0 0,00