Türkiye çağdaş sanatında derin izler bırakmış olan Gülçin Aksoy’u anmak ve onun sanat mirasını gelecek nesillere taşımak amacıyla düzenlenen Vasiyetimdir sergisi, Mine Sanat Galerisi’nde açıldı. Nancy Atakan, Gül Ilgaz, Serhat Kiraz, Ferhat Özgür ve Neriman Polat gibi sanatçıların yer aldığı serginin küratörlüğünü üstlenen Beral Madra, bu projenin, Aksoy’un sanatı ve sanatsal düşünceleriyle olan derin bağlarını ifade etme arzusunu taşıdığını belirtiyor. Aksoy’un aramızdan ayrılışının ardından, onunla olan dostluğu ve sanatçı kimliğine duyduğu saygı ile serginin her aşamasını özenle şekillendiren Madra, sanatçının hafıza, kimlik ve toplumsal sorgulamalara odaklanan güçlü çalışmalarını izleyiciyle buluşturuyor. Beral Madra ile 7 Aralık’a dek görülebilecek olan Vasiyetimdir sergisinin çıkış noktasını, Gülçin Aksoy’un sanatımıza bıraktığı mirası ve sanatın toplumsal hafızayı koruma gücünü konuştuk.
Vasiyetimdir sergisinin çıkış noktası ve Gülçin Aksoy’un sanat tarihimize bıraktığı mirası anmak. Öncelikle bununla ilgili düşüncelerinizle başlayalım…
Öncelikle, bu sergi benim Gülçin Aksoy için yapabileceğim en az iştir; onun kapsamlı bir retrospektifini yapmak isterim. Gülçin Aksoy tanıdığım, çalıştığım, dostluk kurduğum en değerli sanatçılardan birisidir.
Bu projede serginin küratörü olarak sanatçılarla nasıl bir süreç geçirdiniz? Sanatçılar arasındaki kolektif ruhu yansıtmak adına nasıl bir küratöryel yol izlediniz?
Sergiye katılan Nancy Atakan, Gül Ilgaz, Serhat Kiraz, Ferhat Özgür, Neriman Polat Gülçin Aksoy’un yakın arkadaşları ve yoldaşları – kuşkusuz başkaları da var- sergiye hemen katılacaklarını bildirdiler. Hüzünlü ama kararlı bir şekilde birlikte çalıştık. Bu katılımın temelinde yıllar boyunca paylaşılan mesleki dayanışma ve sanatsal söylem birlikteliği olduğunu söyleyebilirim. Benim özel bir çaba göstermeme gerek yoktu; bütün sergi uyum ve işbirliği içinde gerçekleşti.
“Sanatçılar Öldükten Sonra Bile Hakları Korunmuyor”
Sergi, Aksoy’un sanatının sürdürülebilirliği ve kalıcılığı üzerine olan “Vasiyetimdir” projesine dayanıyor. Bu projeyi nasıl değerlendiriyorsunuz, sizce sanatçılar yapıtlarının gelecekleri üzerinde ne kadar kontrol sahibi olmalılar?
Vasiyetimdir, Gülçin Aksoy’un 2016’da Aslı Çavuşoğlu, Özge Ersoy ve Merve Ünsal tarafından tasarlanmış bir projeye sunduğu metin üstüne ve onu anmak için düzenlenmiş bir sergidir. Bu sanatçılar 10 yıl önce zamanlaması çok doğru bir proje gerçekleştirdiler ve birçok sanatçı da bu projeye katıldı. Şu anda Türkiye’de üç kuşak sanatçı üretim yapıyor; ne yazık ki son dönemde 1930- 1950 doğumlu sanatçılardan çok kaybımız oldu – dahası, Pandemi ile daha genç sanatçıları da yitirdik. Gerçekçi bir bakışla, Türkiye’nin siyasal, ekonomik, kültürel, toplumsal sorunlarını irdeleyen ve topluma üretimleriyle uyarı gönderen bu sanatçıların yaşamlarındaki zor süreçlerin gündeme gelmesi, bu yaşamların etkin bir bellek oluşturması ve gelecek kuşaklar için istikrarlı bir arşiv sisteminin oluşturulması gerekir. Mevcut kamusal ve özel kültür ve sanat sanayisi ve sistemi yaratıcı insanın yaşarken de ve vefatından sonra da desteklenmesi ve değerlendirilmesi konusunda son derece yetersiz. Sanatçılar öldükten sonra bile hakları yeterince korunmuyor; üretimleri darmadağın olan sanatçılar var, ancak bilinçli aileler üretimi koruyabiliyor. Vasiyetimdir projesi sanatçının üretimi ve belleği açısından varlığını miras bırakma olanağı veriyor.
Gülçin Aksoy’un eserlerinde bireysel ve toplumsal hafızaya dair derin bir sorgulama var. Sizce sanatın hafızayı koruma ve güçlendirmedeki rolü nedir? Bugün, bu çağda, bu Türkiye’de bu yeterli mi?
Gülçin Aksoy’un yapıtlarında her zaman bellek özelliği vardır; bu uzak ve yakın geçmiş, tarihsel ve geleneksel üstüne kurgulanmıştır. En önemli işlerinden birisi olan Duble Hikâye’de gündelik ve kurumsal yaşamda yerleşik ideolojik yapıları, güç yapılarını ve mekanizmaları ortaya çıkarmak için görsel ve nesnel bir anlatım dili kullanmıştır. 2014’te İstanbul Depo’da gerçekleşen kapsamlı solo sergisinde, bireysel ve toplumsal hafızanın kaybına karşı çalışan videolar, fotoğraflar, halılar, resimler ve enstalasyonlardan oluşan otobiyografik bir çalışma sundu. Merkez parça, 1980 darbesinin ailesinin neden olduğu travma ve Mustafa Kemal’in 1919’da bağımsızlık savaşını başlattığı ve Aksoy’un doğup büyüdüğü Samsun şehrinde devam eden ulus-devlet ideolojisidir. Şehir, tarihteki o önemli güne ait her türlü anma malzemesiyle kimliğini vurgular. Mustafa Kemal’in Samsun limanına çıkışı balmumu heykellerle sahnelendi ve Aksoy, bu gösteriye kendisini de bu hafızaya adanmış mükemmel bir Modernist kadın olarak yerleştirdi; bu yapıt Modern Cumhuriyet ülküsünün kurulması için ikonik bir iştir.
“Toplumsal Belleğe Karşı Güçlü Sorumluluk”
Aksoy’un Mimar Sinan Üniversitesi’ndeki öğretim görevlisi rolü göz önünde bulundurulduğunda, Türkiye’de sanat eğitiminin gelişimindeki katkılarını nasıl değerlendiriyorsunuz?
Gülçin Aksoy, 1989 yılında Mimar Sinan Üniversitesi’ne gelip 1990’lı yıllardan bu yana öğretim görevlisi olarak görev yapmasından bu yana bu şehirde yaşayan ve çalışan en dikkat çekici sanatçılardan birisiydi. Üniversitenin eğitim düzeyine söylemlere, kuramlara, değişimlere, yeniliklere açık çalışmaları ve öğrencilerle dayanışmacı ve aktif ilişkileri önemli bir model oluşturmaktadır; sürdürülmesini umut edelim. Goblen ve Halı Stüdyosu’nda davetli yerel ve uluslararası sanatçılar, teorisyenler ve sanat uzmanlarıyla düzenlediği birçok teorik, eleştirel ve pratik proje ve buluşma da eğitim sisteminde çok gerekli olan küresel kültür alışverişini destekleyiciydi. Gülçin Aksoy’un Perşembe Pazarı’ndaki tarihi bir iş hanı (Bereketoğlu Han) ve Zilberman Galeri’de gerçekleştirdiği son dönem tamamlayıcı sergileri de yine aile kavramını ve onun sosyo-politik uzantılarını ele alarak, özellikle Türkiye’de ve küresel neo-kapitalist düzende ailenin hakikatini, düzenini ve anıtsal konumunu yapı bozuma uğratmayı amaçlıyordu. Bu işler ve diğerleri onun sanatçı olarak toplumsal belleğe karşı nasıl güçlü bir sorumluluk taşıdığının göstergeleridir.
“Direnç Ve Değişim Genellikle Sanatta Başlar”
Aksoy’un sanatıyla ilgili olarak sıkça vurgulanan direniş ve direnç kavramları hakkında ne düşünüyorsunuz? Sanatın bu gücü nasıl bir fark yaratabilir?
Gülçin ve onun gibi birçok sanatçının hayret verici bir direnişlerine tanık oldum yıllardır; en zor ve umutsuz dönemlerde bile onlar umutlarını sağlam tuttu ve bugün Türkiye sanat ortamı her şeye karşın en dirençli ve sürdürülebilir üretim sunuyor, bu direniş güçleri ile. Şimdilerde çok sevilen Ursula K. Le Guin şöyle söylüyor direnç ve değişim hakkında: “Kapitalizmde yaşıyoruz. Gücü kaçınılmaz görünüyor. Kralların ilahi hakkı da öyledir. Herhangi bir insan gücüne direnilebilir ve insanlar tarafından da değiştirilebilir. Direnç ve değişim genellikle sanatta başlar ve çok sıklıkla sanatımızda, kelimeler sanatında.”
Bu kavramların arkasında kuşkusuz Hegemonik siyaset ve Neo-kapitalizm ile insan arasındaki tekinsiz ilişkinin parametreleri çağdaş sanat üretiminde şifreler ve metaforlar olarak gösteriliyor; bu üretimi ciddiye alan toplumlar bilinçlenip bu ilişkinin üstesinden gelebiliyor.
Bu serginin Mine Sanat Galerisi Deneysel’de düzenlenmesinin anlamını nasıl açıklarsınız? Mekânın sergi ile uyumlu bir deneyim sunması adına neler yapıldı?
Mine Sanat Galerisi Deneysel, geçen yıl Gülçin Aksoy’un ve yakın arkadaşlarının da içinde olduğu bir sergi düzenleme kararı almış; bu sergi bir yıl önce kararlaştırılan serginin onun manevi varlığında gerçekleşmesi gibi düşünüldü. Mine hanım bu düşünceyle beni davet etti. Galeri yöneticisi Ayşe Koşak ile mekânın olanaklarını göz önüne alarak bir düzenleme yaptık. Gülçin’in eşi ve kızı da bize destek oldu; Gülçin’in anlamı bu sergiye çok uygun Saat işini verdiler.
Peki sizce bu sergi, izleyicilere nasıl bir direniş ve bilinç sunuyor?
Bu soruyu daha geniş bağlamda yanıtlamak isterim. Uzun bir süredir Türkiye’de yaşayan insanlar her güne yeni bir siyasal ve ekonomik olumsuz olay, cinayet – genellikle her gün birkaç kadın öldürülüyor-, çocuk-kırım, taciz-tecavüz olaylarına gözünü açıyor. Toplumun psikolojisinin ne durumda olduğu istatistiklerde görülüyor: Türkiye Ruh Sağlığı Profili’nin bazı sonuçlarına göre (2001); Alkol bağımlılığı dışındaki ruhsal bozukluklar kadınlar arasında daha yaygın; her beş kadından ve her on erkekten biri ruhsal bozukluklara sahiptir (Gürhan 2016, Kılıç 2020). http://psikguncel.org/archives/vol16/no4/cap_16_04_08.pdf. Özellikle Pandemi sonrası bireyler ve aileler zamansız ölümler yaşadı. Bu açıdan bu serginin zamanlaması ve başlığı önemli bir mesaj taşıyor; hele Gülçin Aksoy’un “Vasiyetimdir” metnini dikkatlice okuyanların etkileneceğini düşünüyorum.
“Vasiyetimdir”
Sanat eserlerinin uzun süre boyunca nasıl var olacağını araştırmayı amaçlayan bir yayın projesi olan “Vasiyetimdir”, sanat eserlerinin kaderine dair önemli soruları gündeme getiriyor. Sanatçı Aslı Çavuşoğlu, küratör Özge Ersoy ve sanatçı-yazar Merve Ünsal tarafından tasarlanan proje, sanatçılara eserlerinin gelecekte nasıl korunması ve sergilenmesi gerektiğine dair düşüncelerini soruyor. Sanat eserleri, sanatçıların stüdyolarında, özel koleksiyonlarda, müzelerde ya da sadece anılarda yaşamını sürdürüyor. Ancak sanatçılar artık hayatta olmadığında, eserlerinin kaderi hakkında ne kadar kontrol sahibi olmak istiyorlar? Bu kontrolü nasıl sağlamak istiyorlar? Vasiyetimdir, bu soruları yanıtlamak için sanatçılarla diyalog kurarak yanıtlarını topluyor. Projeye dair detayları m-est.org adresinden öğrenebilirsiniz.