- Koleksiyonerlik yolculuğunuz nasıl başladı?
Herkes gibi ben de resim sevgisi ya da koleksiyon bilinciyle dünyaya gelmedim. Seyahat etmeyi sevdiğim için gittiğim yerlerde müze ve galeriler her zaman ilk uğradığım destinasyonlar olmuştur. Bu şekilde resme aşina olmaya ve sevgi duymaya başladım. Daha sonra dekoratif resim satın almayla başlayan bu süreç, çevremde koleksiyon yapan insanların da etkisiyle koleksiyon bilinciyle eser toplamaya evrildi ve halihazırdaki koleksiyonumun oluşmasını sağladı.
Nuri İyem Eseri ile Başladı
- İlk edindiğiniz işi ve sizin için ne anlam ifade ettiğini hatırlıyor musunuz?
Evimin duvarına asmak amacıyla edindiğim dekoratif bir resimdi. Ressamını şu an hatırlamam mümkün değil. Türk resminde yer eden sanatçılardan söz edecek olursak, ilk etapta Nuri İyem resmi satın aldığımı söyleyebilirim. Bir Anadolu kadınının portresiydi. Bu resim şu an koleksiyonumda yer almıyor.
Koleksiyonun oluşum sürecinde, takip ettiğim ressamların erişebildiğim en iyi işlerini koleksiyona dahil etmeye çalışıyorum. Bu resimler ise sanatçının ticari kaygılardan uzak, tamamen kendisini kamuoyuna tanıtmak amacıyla sanatsal kaygılarla ürettiği işler oluyor. Bu işin de benim sanatsal zevkime uygun düşmesi gerekiyor. Hal böyle olunca da, bir ressamın sanatsal açıdan daha önemsediğim bir resmine denk geldiğimde, koleksiyonumdaki eseri bu resimle değiştiriyorum.
- Koleksiyonunuzun çizgisini kendi bakış açınız ve kelimelerinizle nasıl tanımlarsınız?
Koleksiyonumun Türk resminde sanatsal açıdan yer etmiş figür ressamlarının eserlerinden oluştuğunu söylemem gerekir. Türk resminde yer eden sanatçıları, önemli kişi, kurum ya da müze koleksiyonlarında ittifakla yer alan ressamlar olarak tanımlayabiliriz. Bu ressamları tespit etmemde, kişi ya da kurum koleksiyonlarında yer alan eserleri görebileceğimiz koleksiyon kitaplarının incelenmesi ve müze gezileri bana oldukça fayda sağlamıştır. Zaten figür resmine olan ilgim, incelediğim eserler ışığında daha da pekişmiştir. Böylelikle ilgimi çeken figür ressamlarının hayatlarını ve eserlerini incelemeye başladım. Bu konuda sanatçıların üretim süreçlerinin en iyi noktalarına işaret eden resimlerinin basılı olduğu sanatçı kitapları işimi epeyce kolaylaştırmıştır. Zira, ressamın eserlerini mukayese ederek konu ve dönem olarak hangi eserlerin o sanatçıyı daha iyi temsil ettiğini anlayabilme fırsatı edindim. Bu şekilde ortaya çıkan bir anlayışla, takip ettiğim ressamların ulaşabildiğim en önemli işlerinden oluşan bir koleksiyon oluşturma gayesindeyim. Bunu yaparken, koleksiyondaki eserleri birbirine yakın ebat ve teknikteki eserlerden seçmeye çabalıyorum.
- Koleksiyonda tam olarak kaç eser var; bunları hangi zamanlarda edindiniz?
Koleksiyonumda bulunan eserlerin tam sayısını söylemem pek mümkün olmuyor. Dinamik bir koleksiyona sahip olduğum için bir eserin koleksiyona dahil olması ya da bir eserin koleksiyondan çıkması çok kısa bir zaman diliminde gerçekleşiyor. 130’un üzerinde resme sahip olduğumu rahatlıkla söyleyebilirim. Bu eserleri son 10 yıl içerisinde edindim, yoğun olarak son 5 yılda ve özellikle pandemi sürecinde çok önemli eserleri koleksiyonuma kazandırma fırsatı buldum.
Koleksiyondaki Eserler Üzerine
- Çok almak istediğiniz iş ya da işler var mı?
Koleksiyonumda eksik olan ressamlar bulunduğu gibi, tam olarak sanatçısını temsil etmediğini düşündüğüm atipik resimlerin yanında koleksiyonla ebat yönünden uyumsuz eserler de var. Örneğin Bedri Rahmi Eyüboğlu ve Nedim Günsür’ün iyi birer resmine sahip olmayı çok isterim. Halihazırda koleksiyonda bulunup koleksiyonun çerçevesiyle tam olarak örtüşmeyen eserleri ise zaman içerisinde değiştirmeyi düşünüyorum.
- Türk çağdaş ve modern sanatının belli başlı isimlerinin işlerinin yer aldığı koleksiyonunuzu ilerde geçici sergiler dışında kamu ile buluşturmayı düşünüyor musunuz?
Koleksiyonumda bulunan eserleri, evde ya da depoda tamamen kendime saklamak bana biraz bencilce geliyor. Gerçekten de, eserlerin 3. kişiler tarafından izlenebilmesini hem sanat tarihi açısında bir sorumluluk, hem de ilgililerinin beğeni ve eleştirisinden faydalanarak koleksiyonun daha da rafineleşmesini sağlayacak bir fırsat olarak görüyorum. Ayrıca, koleksiyon sergilerinin yeni koleksiyonerler türemesine ve Türk resim sanatının hak ettiği ilgiye kavuşmasına yol açabileceğini düşünüyorum. Bunun için sahip olduğum resimlerimin sergilenmesi fikrine her zaman sempatiyle yaklaşırım. Zaten CerModern’de 10 Şubat’a kadar sürecek sergi fikri de bu şekilde ortaya çıkmıştı. Ne var ki, müze fikri şu an için bana biraz iddialı geliyor. Tabi zaman ne gösterir bilemem.
Eserlerin Hikayeleri
- Koleksiyondaki eserlerden bazılarının hikayesini sizden dinleyebilir miyiz?
Burada, birkaç resmin anlattığı hikayeye ve bazı resimleri elde ederken yaşadığım hikâyelere değinebilirim.
Bunlardan ilki, ressam Cihat Burak’ın sanat tarihi açısından çok önemli olan ve bence başyapıtları arasında yer alan ‘Sultan sofrası’ isimli eseridir. Bana göre, Cihat Burak’ı temsil eden en önemli resimleri, onun genel karakterini ve hayatını da yansıtması bakımından hiciv içerenleridir. Bu resim de politik bir hiciv içerir. Resme ilk baktığımızda Turgut Özal’ı gelinlikler içerisinde, yakalarına paralar takılmış halde görürüz. Yanında, o dönem Türkiye’yi ziyaret eden Kral Fahd ve beraberindeki heyet görünür. Aslında bu resim, o tarihlerde basına çıkan bir haberden ve fotoğraftan esinlenerek çizilmiştir.
Özal ile başlayan liberalleşmeyle birlikte körfez sermayesi Türkiye’ye gelir. İstanbul’da ‘Sevda tepesi’ olarak adlandırılan bölge ve Boğaz’da yer alan pek çok yalı körfez sermayesi tarafından satın alınır. O tarihlerde gayrimenkulün değeri henüz bilinmemektedir ve halk genel eğilim olarak yabancılara toprak satışına karşıdır. Gazetelerde de, halkın eğilimine uygun olarak bu durumu eleştiren haberlere ve Özal’ın İstanbul’un en önemli yerlerini körfez sermayesine ‘çeyiz gibi’ sunduğuna yönelik manşetlere rastlanır. Cihat Burak, bu ‘çeyiz’ manşetinden etkilenerek Özal’ı gelinlikler içerisinde yanında körfez sermayesinin temsilcileriyle resmeder. Resmin hemen üst kısmındaki bir mahyada “Saraydan kız kaçırma operet 3. perde” yazısı görünür. Bu sırada Özal ve Kral Fahd ile beraberindeki heyetin Türk mutfağının her türlü eşsiz lezzetinden faydalanabildikleri belirgindir. Halkın bir kısmı bu ziyafeti uzaktan izlerken resmedilmiş, çarpıcı bir şekilde özel bir bankaya ait olduğu anlaşılan oturak “Orta direk bankası” olarak değiştirilmiş, bank üzerinde oturan orta direğin temsilcilerine ise büyük bir kazığın düştüğü kuvvetli bir hicivle gösterilmiştir. Tabii, orta direk, resmin önemli figürlerinin aksine simit, zeytin, peynir ve çaya talim eder şekilde görünmektedir. Yine, orta direğin temsilcilerinden biri olan kadın figürünün tüm bunlar yaşanırken “Türk bayrağı” örmekte olması çarpıcı ve düşündürücüdür.
Beni daha da etkileyen ise, Özal’ın tüm bu eleştirel yaklaşıma olan hoşgörüsü ve resmin Özal ile yakın dostluğu bulunan ve resmin önceki sahibi olan bir koleksiyoner tarafından uzunca yıllar hoşgörüyle evin en güzel köşesine asılarak izlenmiş olmasıdır.
Önemsediğim diğer bir eser ise ressam Neşet Günal’a ait ‘Korkuluk’ resmidir. Korkuluk figürü, Neşet Günal resminde Anadolu’daki bağnazlığı ve yobazlığı temsil eder. Resimde bir çocuk yerde geleceğinden kaygılı şekilde oturur vaziyettedir. Güçlü bir teknikle üretilen bu eser, verdiği duygular itibariyle beni çok etkiler.
Ressam Neş’e Erdok’un ‘Eylül’de Gölköy’ resmi de beni duygusal olarak etkileyen resimler içerisinde yer alır. Bahse konu eserde, denizden henüz çıkan çocuklar, biraz üzgün şekilde resmedilmiştir. Çocukluğumda ailemin işi dolayısıyla çoğunlukla yazlıkçıların bulunduğu bir yerde yaz-kış ikamet ederdik. Yaz başında, okulların kapanmasıyla bulunduğum yer en kalabalık dönemini yaşar, tüm arkadaşlarım tatil için oraya gelirlerdi. Mükemmel geçen yazın ardından, Eylül ayında okulların açılmasıyla bu kalabalık yerini derin bir sessizliğe bırakır, tüm arkadaşlarım kışın yaşadıkları yere dönerdi. Hele bir de yaz aşkınız varsa, durum biraz daha üzüntü verici olurdu. Neş’e Erdok’un denizden çıkan çocukları üzgün şekilde resmettiği bu eser, bana daha önce yaşadığım duyguları anımsattığından koleksiyonda ayrı bir yere sahiptir.
Koleksiyonumda bulunan ressam Orhan Peker’e ait 1971 tarihli ‘At başı’ resminin hikayesi de ilginçtir. Bu resim, konu ve 170x110cm ebadıyla ön plana çıkan ve bana göre ressamın başyapıtları arasında yer alan bir eserdir. Bu resmi, Kanada’nın eski Ankara büyükelçisi 1971 yılında Orhan Peker’den satın alır. Yıllarca atandığı her görev yerine bu resmi de götürür ve evinde izler. Yurt dışında olduğu için sanatçının kitaplarında fotoğrafı yer almadığı gibi retrospektifinde de resme yer verilememiştir. Büyükelçi emekli olur ve resmi Kanada’da bulunan bir müzayede evi aracılığıyla satışa sunar. Türkiye’de müzayedeye sunulan eserleri takip etmek kolay olsa da, dünyanın herhangi bir yerinde Türk resmi satışa sunulduğunda bundan haberdar olmak kimi zaman zordur. Ben de bu eserlerin müzayedeye çıkacağından koleksiyonerleri haberdar eden abonelik sistemlerine üyeyim. Resmin müzayedeye çıkacağını öğrenir öğrenmez, hemen provenansını ve otantikliğini teyit ettim ve resmi müzayededen satın aldım. Böylesine önemli bir resmi tekrar ülkemize kazandırmak bana ilginç bir hikayedir.
Yine, ressam Neş’e Erdok’a ait 1960’lı yıllarda üretilen bir resim anonim ve yanlış anımsamıyorsam imzasız olarak müzayedeye çıkmıştı. Ressamı yakından izlediğim için bu resmi de hemen fark edip çok uygun bir bedelle satın alma fırsatım olmuştu. Resmi Türkiye’ye getirdim, imza için Neş’e hanıma götürdüm. Kendisi resmi yıllar sonra tekrar gördü, böyle bir resmin önemini anlayıp ülkemize getirdiğim için çok mutlu oldu ve bana aynı döneme ilişkin başka bir resmini hediye etti. Bu iki resim manevi olarak koleksiyonumda çok önemli bir değere ve öneme sahiptir.