Galerist küratörlüğünü Burcu Fikretoğlu’nun üstlendiği “True Love Leaves No Traces” başlıklı grup sergisine ev sahipliği yapıyor. 19 Mart’a kadar açık kalacek sergi adını Leonard Cohen’in şiirinden alıyor. Aynı zaman ve mekanda birlikte var olmanın yollarını tahayyül edemediğimiz için kendimize oynadığımız bütünleşme oyunu ve bir olma arzusunu yeniden düşünmeye davet eden sergi, 11 sanatçının işlerini bir araya getiriyor.
‘Gerçek aşk iz bırakmaz / Sen ve ben bir olabilirsek / Sarılmalarımızdan geriye hiçbir şey kalmaz’ dizeleri serginin farklı bölümlerinde izleyiciye eşlik ederken; sergi yabancı olanın, bilinmezin dokunuşuna izin vermenin temelini oluşturduğu bir yaklaşımı, birlikte var olmanın tek yolu olarak tartışıyor.
Hale Tenger Sergi İçin Üretti
“True Love Leaves No Traces”ta Hale Tenger’in sergiye özel ürettiği ipek kumaşlardan kübik bir formdan oluşan bir yerleştirme yer alıyor. Bu kübün içinde aşağıya doğru süzülüp tekrar havalanan kumaşın sonsuz döngüsü Leonard Cohen’in ‘Happens to the Heart‘ adlı şarkısından alıntılanan bir melodi eşlik ediyor.
Belirli aralıklarla tekrar eden melodi ve kumaşların hareketi, göğüs kafesinde hapsolmuş bir kalbin pompalama makinası olarak rutinini ve maruziyetini anımsatırken, aynı zamanda muğlaklığın ağırlığını, hayaller ve hayal kırıklıkları arasındaki döngüyü, geçirgen bir hareketlilik ve hafiflik önerisiyle düşündürüyor. Eeserin içine yerleştiği mekanın mümkün bütün mesafelerine, sunduğu ‘bir arada’lık ihtimallerine dair sorular soruyor.
Sergideki İşler
Sergi, konukseverlik sorusu ve sorununu dilden düşmediği haliyle bir örf, adet, mülkiyet ekseninde veya hiyerarşi ilişkisi bağlamında değil; aksine izinsiz ve beklenmeden geleni; koşulsuzca, beraberinde getirdiği bütün risklerle, bırakacağı bütün izlerle kabul etmenin yollarını araştırıyor.
Anri Sala’nın ‘If and Only If’ başlıklı videosunda iki aktör olarak müzisyen ve salyangozu görüyoruz. Aralarındaki ütopik ilişki, bir viyolayı ortak mekan olarak paylaşmaları serginin omurgasını oluşturan çıkış noktalarından. Bu ikilik, sergi boyunca farklı yüzeylerde, başka ilişkiler/ilişkisizlikler üzerinden tartışılıyor.
Claire Denis’nin Jean Luc Nancy’nin otobiyografik metni ‘L’Intrus’den ilhamla yarattığı aynı adlı filminde, kalp nakli geçirmesi gereken bir adamın kendisiyle, kalbi; evi; başkaları ve geçmişi arasında kurmaya çabaladığı ve başarısızlıkla sonuçlanan diyaloğunda; Silva Bingaz’ın mesafeleri ve yan yanalıkları arasında dolaştığı insan ve doğa tanımlarında ve Necla Rüzgar’ın canlı varlıkların birbiri içinde dağılan sınırlarında da görülüyor.
Apollon ve Dafni
Ellerinin bir uzantısı gibi tuttuğu kuş tüyleriyle Kiki Smith’in ‘Kız’ başlıklı heykeli ve Kostis Velonis’in asla gerçekleşemeyecek çifti Apollon ve Dafni, bu dualitenin farklı katmanlarını aralıyor.
Savaş sonrası atölyesinin yıkıntısıyla başbaşa kalmış Lucio Fontana’nın merkezde yer aldığı eseri ile Alfredo Jaar, hafızası tahribe uğrayan bir kentten geriye ne kaldığını, bu izlerden ve boşluklardan hareketle ortaya koyarak, nelerin nasıl yeniden kurulabileceği üzerine düşünüyor.
Stefania Strouza’nın mekana yayılarak meteoritlere gönderme yapan seramik heykelleri, bu defa hakimi olduğumuz yanılgısında olmadığımız; bir parçası olduğumuz evrenin sürekli olarak izin almadan parçalandığını, bölündüğünü, dağıldığını hatırlatıyor.
Ariana Papademetropoulos’un batık mobilyaları ev ve kapalılık düşüncesinden hareketle, ‘ile-olmak’ fikriyle nasıl bir temas kurulabileceğine odaklanırken; Ismene King, paylaşılmış bir varoluşun, ikamet edilen evin ötesinde, dünyada nasıl bir ortak mevcudiyete tercüme edilebileceği sorusunu, dünyanın izlerini bir sofraya taşıyan enstalasyonundaki amorf seramik heykeller üzerinden tartışılıyor.
Özellikle yakın zamanda yaşamımıza yeni biçimlerde dahil olan, yüzeylerdeki mikroskobik kalıntıların bedenleri, nesneleri, dünyayı ve hatta ötesini birbirine bağlı ve maruz kıldığı düşüncesi, dokunmayla kurduğumuz ilişkiyi hala yeniden tanımlamaya devam ediyor ve gözle göremediğimiz varlıkların canlı ve cansız nesnelerle birlikteliğimizi ve sosyal varoluşumuzu derinden değiştirmiş olması; geçirgenliğimizi, savunmasızlığımızı ve duyarlılığımızı belki de hiç olmadığı kadar fark etmemizi sağlıyor.
İçerisi ve Dışarısı
Ötekiyle bütün olma, sınırsızlanma, sonsuzluğu kapsama, mesafeyi ortadan kaldırma arzusunu bu eksende yeniden düşünmeye davet eden sergi, tenin sınırı olduğu varsayılan bedenden yola çıkarak, içerisi ve dışarısı düşüncelerini farklı düzeylerde yeniden tartışmaya açıyor.
“True Love Leaves No Traces“, yokluk, varlık, imge ve dokunsallık kavramları üzerine devam eden bir araştırmanın son durağı olarak 2019’da SIGNS ile başlayan bir dizi serginin üçüncü ve son buluşması.
Bu gönderiyi Instagram’da gör