Türk denizcilik tarihinde önemli yerleri olan bu gemileri çizmeye ne zaman başladınız? Gemilere olan ilginiz nereden geliyor?
Gemi resimlerime o zamanki Milliyet gazetesinin genel yayın müdürü olan kişiyle sürtüşmem yüzünden başladım. Karikatüre istemeyerek de olsa üç yıl ara verip kendimi denize, dalgalara, güneşe, fırtınaya ve elbette gemilere vererek 2000 yılında vira dedim. İlk tablo olarak Savarona’yı yaptım. Bu beni deniz resmi yapmaya sürükledi.
Annem Trabzonlu olduğu için çocukluğumun bir kısmı Trabzon’da geçti. Denize olan ilgim de Karadeniz’de başladı. Evden okula giderken uzaktan gördüğüm Karadeniz postası, beyaz yolcu gemilerini hayranlıkla seyrederdim. Resme başlayalı yirmi yıl geçti. İlk sergim olan Cennetin Gemileri’nden bu yana resimlerim, değişti ve gelişti.
Tablolarınızdaki gemilerin pozisyonları, dalgalar, rüzgâr göze çok gerçekçi geliyor. Çizerken denizcilikle ilgili teknik bilgilerden faydalanıyor musunuz? Nelere dikkat ediyorsunuz?
Deniz resmi yapmak gerçekten zor. İlk zamanlarımda çok zorlandım. Sonraları giderek denizdeki matematiksel hareketleri inceledim. Dalgalar ve ışık onlar da matematiksel davranış gösteriyorlar. Çok severek çalışmama rağmen resim yapmak beynimi yoruyor, büyük bir enerji gerektiriyor. O yüzden her zaman resim yapamıyorum. Dikkatimi topladığım, toplayamadığım anlar oluyor. Yaptığım gemilerle ilgili teknik bilgileri araştırıyorum. Çünkü bu aynı zamanda resimlerime belgesel özellik katıyor.
Karanın Bittiği Mavi, Rahmi M. Koç Müzesi’nde 2003 yılından bugüne kadar açtığınız altıncı sergi. Sergide ziyaretçileri ne bekliyor?
Karanın Bittiği Mavi sergimde yirmi altı resim bulunuyor. Sergide gemilere eşlik eden hikayeler ise resimlerin yanında yer alıyor. Gemilerden benim favorim diye adlandıracağım, hakkında çok az bilgi bulabildiğim Gayret-i Vataniye” var. Bu Osmanlı Donanması’na ait gemi Birinci Dünya Savaşı’na girip, nedeni belli olmayan bir şekilde batmış ya da batırılmış. Nedense isminden dolayı bu gemiyi yaşatmak istedim… Bu sergide Atatürk’ün emri ile dünya denizlerinde dolaşıp Cumhuriyet’in yeni yüzünü gösteren Karadeniz gemisi, İstanbul limanına ilk gelen transatlantik olan Leonardo Da Vinci, İstanbul limanının küçük kahramanları römorkörler ve denizin her türlü halleri ziyaretçileri bekliyor.
T.C. Cumhurbaşkanlığı İstanbul Tarabya Huber Köşkü’nde bir, İstanbul Beşiktaş Deniz Müzesi’nde iki, Rahmi M. Koç Müzesi koleksiyonunda ondan fazla yapıtınız var. Türkiye denizcilik arşivine kaç tablo kazandırdınız?
Karanın Bittiği Mavi Rahmi M. Koç Müzesi’ndeki altıncı sergim. Türk denizciliğine yaklaşık iki yüzün üstünde resim kazandırdım. Bu arada Sayın Rahmi Koç’un bana verdiği desteklerden söz etmeden geçemeyeceğim. Kendisi de herkesin bildiği gibi çok iyi bir denizcidir. Müzesindeki atmosfer resimlerime ayrı bir değer katmaktadır. Denizin sanatla karışık kokusu izleyenleri büyüler.
ArtDog Istanbul basılı dergi satış noktalarını görmek için tıklayın.
Kapak Görseli: Mustafa Kemal Atatürk, Ankara’da açılan bir sergide heykeli incelerken, 1934, BYEGM
Kapak Tasarımı: Burcu Ocak
İlham aldığınız ressamlar var mı?
Montague Dawson beni etkilemiştir.
Siz aslında önemli bir karikatüristsiniz. Milliyet’te Küçümen’i ilgiyle takip ediyoruz. Resim yapmanın birbirinden çok uzak görünen bu iki dalı arasındaki dengeyi nasıl sağlıyorsunuz? Hangisi daha keyifli? Hangisini çizmek size daha iyi geliyor?
Karikatürle resim arasındaki dengeyi kafamın içindeki tahterevalliyle sağlarım. Kimi zaman karikatür ağır basar, kimi zaman resim. Karikatürü 45 yıldır her gün çizerim, resimlerimi ise canım istediği zaman yaparım. Karikatürü bir an önce çizip kurtulmam gereken problem olarak görürken, resim ise aklımı kullanıp uzun uzun düşünerek yaptığım bir sanattır. Tabii ki iki türden de çok zevk alırım. Biri gazete sayfasında her gün okuyucu karşısına çıkar, diğeri en az üç yılın sonunda biriken resimlerin sergilenmesiyle sanatseverlerle buluşur. Sonuçta ikisi de benim mesleğim ve severek yaptığım işlerdir.
HÜSEYİN
1925 yılında İngiltere’de yapılan buharlı gemi S/S Hüseyin, 1954 yılında Türk kabotaj hattına girdi. Rıza ve Aslan Sadıkoğlu tarafından satın alındıktan sonra kıyılarımızda rota tutan S/S Hüseyin, 1982 yılında hurdaya ayrılarak söküldü.
LEONARDO DA VINCI
Leonardo da Vinci, 1960 yılında İtalya’daki Ansaldo Tersanesi’nde yapıldı. Okyanus gemisi Da Vinci, Cristoforo Colombo ile transatlantik hizmetinde kullanıldı. Kuzey Atlantik hattında çalışan Da Vinci, İstanbul’a gelen ilk yabancı transatlantik oldu. Döneminin en ileri teknolojisiyle donatılan Leonardo da Vinci, 1978 yılında hurdaya çıkarıldı. 1982 yılında sökülen transatlantiğin İstanbul Galata Limanı’nda olduğu günler bu yağlıboya tabloyla hatırlanacak.
LİMAN 2
Yaşayan gerçek bir efsanedir Liman 2. 1935 yılında Hollanda’da İstanbul’da çalışması için yapılan römorkör uzun yıllar Haliç ve İstanbul Boğazı hattında hizmet etti. Büyük gemilere liman giriş ve çıkışlarında hizmet veren on dokuz metre boyundaki Liman 2, 1988 yılına kadar çalıştı. 1990 yılında iş insanı ve deniz tutkunu Sayın Rahmi M. Koç tarafından müzeye dönüştürülmek üzere satın alınan römorkör, 1992 yılından beri Hasköy’de bulunan Rahmi M. Koç Müzesi’nde hizmet veriyor. Çalışır durumdaki Liman 2 ile Haliç’te geziler düzenleniyor.
MİDİLLİ
Osmanlı İmparatorluğu’nu Birinci Dünya Savaşı’na sokan iki gemiden biri olan Breslau (MİDİLLİ), Alman İmparatorluk Donanması için 1910 yılında kızağa kondu. Ağır kruvazör Goeben (YAVUZ) ile Akdeniz’de görev yaparken İngiliz savaş gemilerinden kaçıp Osmanlı İmparatorluğu’na sığındılar… 138 metre boyuyla hafif muharebe kruvazörü Midilli, Dünya Savaşı’nın henüz başında 20 Ocak 1918 tarihinde İmroz açıklarında mayınlara çarparak battı.
NADİR
1915 yılında Almanya’da yapılan yük gemisi Nadir, dönemin şartlarına uygun olarak buharlıydı. 1949 yılında Faik Zeren tarafından satın alınarak genç Türkiye Cumhuriyeti’ne getirilen Nadir, 1961 yılına kadar aktif kullanıldı.
RUMELİ FENERİ
Dünyanın en zorlu su yolu olan İstanbul Boğazı’nın Avrupa yakasındaki Karadeniz başlangıcıdır Rumeli Feneri. İsmini denizcilere yol gösteren fenerden alan balıkçı köyü bugün de önemini koruyor. 1769 yılında yapımına başlanan Rumeli Feneri, Kurtuluş Savaşı’nın kazanılmasının ardından 1933 yılında Fransızlara verilen yüz senelik işletme imtiyazının iptal edilmesiyle tamamen Türkiye’nin oldu. Otuz metre boyundaki deniz feneri, denizden elli sekiz metre yüksekte bulunuyor ve beyaz ışığı on sekiz deniz mili uzaktan görülebiliyor.