Bazen bir hikâye, hiç beklenmedik bir anda insanın içine sızar, orada bir çatlak bulup kök salar. Fok Derisi Kavuşma! oyunu da tam da böyle bir hikâye. Mitlerin derin sularından çıkarılmış, zamanın ve mekânın ötesinde yankılanan bir çağrı gibi… Esra Şengünalp’in kaleminden ve sahnesinden doğan bu oyun, kadim bir anlatıyı bugünün dünyasında yeniden var ediyor. Ruhunu kaybedip bir başkasının suretinde yaşamaya zorlanan kadınların hikâyesi bu. Ve en nihayetinde, fok derilerini bulup, kendi özlerine kavuşma mücadelesi.
Fok Derisi Kavuşma! adlı oyunda iki kadının kendini hatırlama sürecini, bedenine, ruhuna ve hikâyesine yeniden kavuşmasını anlatıyor. Oyunun derinliklerine indikçe, kadınların binlerce yıldır tekrar tekrar yazılan, silinen, kaybolan ve yeniden keşfedilen hikâyelerinin yankısını duyuyoruz.
İki Kadın
Dilek ve Gül… İki kadın. İki farklı hayat. Ama ortak bir eksiklik. Dilek, hayatında her şeyi yoluna koyduğunu düşünürken, annelik arzusuyla derin bir boşluğa düşer. Kendi bedeninin ona çizdiği sınırları aşmaya çalışırken, kaybolan bir benlik, sorgulanan bir kadınlık ve toplumun baskılarıyla yüzleşir. Gül ise bambaşka bir özlemle yanar. Kendi çocuğunu geride bırakıp, başkalarının çocuklarına annelik yaparken, kimliksizleşmenin, aidiyetsizliğin ve parçalanmış bir ailenin ağırlığını taşır.
İskandinav mitolojisindeki Fok Derisi, Ruh Derisi anlatısı bu iki kadının hikâyesinde yankılanır. Masaldaki fok kadın gibi, Dilek ve Gül de yitirdikleri ruhlarını, kim olduklarını, neye ihtiyaç duyduklarını anlamaya çalışır. Biri hiç sahip olamadığı bir çocuğu, diğeri var olup da kavuşamadığı ailesini özler. Eksikliklerini tamamlamak için çıktıkları bu yolculuk, onları kaçınılmaz bir yüzleşmeye götürür. Asıl eksik olan nedir? Bir çocuk mu? Bir yuva mı? Yoksa kendi benlikleri mi?
Geçmiş ve şimdi iç içe geçerken, seyirci kadınlık, annelik ve kimlik üzerine derin bir sorgulamaya davet edilir. Fok Derisi, her kadının içinde bir yerlerde duyduğu o çağrıyı hatırlatan, masalsı ve bir o kadar gerçek bir hikâye sunuyor. Yaklaşık 75 dakika süren oyunda, Esra Şengünalp ve Gamze Dar’ın güçlü performanslarıyla bu iki kadının hikâyesine tanık oluyoruz. Oyunu ve sahnelenme hikâyesini Esra Şengünalp’le konuştuk.
“Mitler Her Zaman Görmek İsteyene Bir Rehber Aslında”
Clarissa P. Estes’in Kurtlarla Koşan Kadınlar kitabından esinlendiğinizi biliyoruz. Özellikle Fok Derisi, Ruh Derisi anlatısı sizin için ne ifade ediyor? Oyununuzda bu mitolojik hikâyeyle nasıl bir bağ kurdunuz?
Kurtlarla Koşan Kadınlar kitabı; kadının içindeki vahşiyi uyandırmayı, kendini hatırlaması, fark etmesi gerektiğini söyler bize. Görevini yaptı kitap. Beni yazmaya, yaratmaya iten güç oldu. Mitler her zaman görmek isteyene bir rehber aslında. Beni etkileyen masallardan biriydi Fok Derisi. Ben de kendi arayışımı bu hikayeyle tamamlamış oldum.
Yazdığım modern hikâyenin merkezinde değil ama manasıyla tam olarak var. Küçücük de olsa oyunun bir yerinde olsun istedim. Bir selam… Bu İskandinav mitini daha önce duymamış birileri de belki merak eder bakar ya da bilenler hatırlar. Yol gösterir umarım. Bağlanırız bir yerlerden yine.
Dilek ve Gül karakterleri, farklı sınıfsal ve kültürel geçmişlerden gelen kadınlar olarak karşımıza çıkıyor. Bu iki kadını yaratırken ne gibi gerçek hikâyelerden ya da gözlemlerinizden ilham aldınız?
İlk Dilek karakterini yazmaya başladım. Esra olarak da derdim; evli bir kadın olarak “çocuk ne zaman?” sorularının artması. Ben çocuk istiyor muyum? Ama kariyerim? Daha çok şey yapmam lazım? gibi ikilemdeyken yaratma istediğimi çocuktan değil sanat yaratımından yana kullandım. O zaman yazacağım ilk kadın anne olmak istesin ama engeli, olamamak olsun yani biyolojik olarak dedim. Erken yaşta kısırlık teşhisi konmuş ve yıpratıcı bir süreç geçiren çocukluk arkadaşım Dilek geldi aklıma ve ondan bu hikâyeyi daha ayrıntılı anlatmasını istedim. Karakterin adı da Dilek ve eşi Tamer isimlerini de kullanmama müsaade ettiler. Yani Dilek’in anlattıkları çoğu onların yaşadıkları ve onlar gibi olan birçok çiftin gerçek hikâyesi. Tabii ki birçok kadın doğum uzmanıyla da yaptığım görüşmelerden, araştırmalardan… Sonrasında o kadar bağ kurdum ki hikâyelerle yazarken kendim anne olmaya karar verdim. Hamilelik sürecimde de yazmaya devam ettim. Anne olduktan sonraki değişim tüm oyunu tekrar gözden geçirmeme sebep oldu. Gül karakteri o da bir anne. Ama kendi çocukların, ailesini memleketinde bırakıp başkalarına annelik yapan bir anne. Kendim hiç yatılı bakıcıyla çalışmadım ama çevremde çok fazla vardı. Gül’ü yazma fikri oluşunca hepsiyle zaman geçirdim. Yıllarca anneanneme bakan Gül, ilk sohbetim onunla oldu. Sonra kızımı parka, bahçeye çıkardığım sitede, kafede her köşede onlardan vardı. Bir yandan kızım Maya’yı salıncakta sallıyor bir taraftan onlarla sohbet ediyordum. Hepsinde başka acılar var ama ortak dertleri para biriktirip kendi ailesini bir çatı altında toplamak, kavuşmak. Dilek ve Gül karakteri böyle kavuştu oyunda.
Dilek ve Gül’ün hikâyeleri üzerinden kadın olmanın farklı sınıfsal ve kültürel katmanlarını gözler önüne seriyorsunuz. Bu iki karakter arasındaki çatışmayı kurarken, toplumun kadınlar arasındaki dayanışmayı nasıl şekillendirdiğine dair özel bir çıkarımınız var mıydı?
Özellikle bir çıkarımda bulundum diyemeyeceğim. Sadece gerçek bir yerden, hayatın çok içinden bakmaya gayret ettim. Ve karakterlerin kendi penceresinde de. Çıkarımları, seyirci keşfediyor. Bu çok güzel bir his. Deneyimlerimiz, önyargılar, birbirimize aktardıklarımız maalesef ki farklı statü ve coğrafya olmamıza gerek kalmadan da bizi etkiliyor.
“Kadın kadının kurdu değil, yurdudur” deyişiyle hareket etmek istesem de… Hayat! İnsanın hayatta kalma meselesi. “Önce ben” var hep. Mesele insan olmak. Zor.
“Sana Biçilen Rol ve Kimlikten Sıyrılıp Kendi Gerçek Sesini Duymak”
Clarissa P. Estes’in dediği gibi “Çok uzun süre ruh evinden uzak kalan her kadın kaçınılmaz olarak yorulur. bu doğal bir durumdur. sonra benlik ve ruh duygusunu canlandırmak, derinleri gören bilgilerine yeniden kavuşmak için tekrar derisini aramaya çıkar”. Oyunda bunu “kendi özüne dönüş” temasını da derinlikle işliyorsunuz, Dilek ve Gül’ün yaşadığı dönüşümler, fok derisini yeniden bulmaya çalışan kadının yolculuğuyla nasıl örtüşüyor?
Dilek ve Gül’ün tamamlamaya çalıştığı bir yuva portresi var. Dilek kendi yurdunda bir eve ve eşe sahip ama o yuvayı tamamlayabilmesi için bir çocuk eksikliğini duyuyor. Gül bir çocuğa ve eşe sahip ama bir arada yaşayabilmeleri için bir evleri yok o kendi memleketinden ailesinden uzakta bu eksik olanı tamamlamaya çalışıyor. Eksikliğini hissettiklerimiz aslında kaybolan ruh derimiz. İkisinin de kavuşmak istediği şey annelik meselesi üzerinden bir çocuk; biri var olan çocuğuna hasret, diğeri olmayan çocuğa kavuşmak istiyor. Bu uğurda yitip giden kendileri, çalınan, kaybolan fok derileri (ruh derileri), masaldaki fok kadın çocuğu sayesinde derisine kavuşuyor. Aslında Dilek ve Gül’de annelik meselesiyle yaşadıklarının, fedakarlıklarının gerçek eksikliğin ne olduğunun farkına varıyor. Fark etmek bir nevi ruh derini bulmaya yakınsın demek. Sana biçilen rol ve kimlikten sıyrılıp kendi gerçek sesini duymak. Derinlerden, özden gelen ses. Buradayım. Benim demek. Bir uyanış. Sadece kadın ve annelik üzerinden düşünmemek lazım herkes hayat döngüsünde gerek toplumsal, gerek kişisel, ruh derisini kaybedip bir dönüm noktasıyla yeniden arayışa çıkabiliyor. Bu bir kanser tedavisi geçiren bir insan, zor bir ayrılık yaşayan biri, kendi sesini duymayı unutmuş sistemin içinde sürüklenen bir beyaz yakalı da olabilir. Mitler daima bize rehber. Bu oyunda bana fok derisi ışık tuttu.
Oyunun zaman algısını değiştiren bir anlatım kurgusu var, diğer bir deyişle, anlatıyı kurgularken çizgisel bir zaman akışını reddediyorsunuz, döngüsel bir yapı sunuyorsunuz. Kadınların hikâyesini anlatırken bu tür bir yapıyı tercih etmenizin nedeni neydi?
Hayat bir döngü. Bir çember. Tekrarlanan hikâyeler. Tamamlanan ya da tamamlanamayan bir çember. Sistem. Dünya. Oyun aynı mekânda farklı zaman dilimlerinde geçiyor. Finalde zaman ve mekân birleşiyor. Evet hikâyemi anlatış biçimimde hem de seyirlik olmasını destekleyeceğinden böyle bir matematik ile kurgulamayı tercih ettim.
Aynı zamanda yönetmen, yazar ve oyuncu olarak bu oyunda bir çok rol üstlendiniz. Kendi yazdığınız bir oyunu yönetmek nasıl bir deneyimdi? Kendi yönettiğiniz bir oyunda sahnede olmak sizi nasıl etkiledi?
İlk niyetim yönetmek değil, oynamaktı. Ama şartlar, zamanlama, hem de içimde o hiç susmayan “Yaparsın Esra!” çılgınca bir atlayışla dalmama sebep oldu bu derya denize.
Mesleğe dair yeniden bir üniversite okumak gibiydi yazma süreciyle beraber. Ama güvencem oyuncu yazar olarak yazdığım bu ilk tiyatro metninde dünyayı oyuncu gözümden kurdum belki. Mesleğe dair bildiklerimle tüm benliğimi ortaya dökerek. Karakterler tüm duygularıyla içimde adeta bir orkestra gibi tüm enstrümanları çalarak devam eden bu senfoniyi rejisiyle bolca parantez içiyle yazdırdı bana. Sahneler de monolog ağırlıklı olduğu için cesaret ettim tabii ki. Ara vermesi, anne olma sürecim, dört yıllık bir yazım aşaması yani dört yıldır kafamda dönen bu metne çok hakim olduğum ezbere bildiğim içindi cesaretim. Bir dahakine kolay kolay yapmayacağım bir şey.
“Devam Etmeye Mecburuz”
Tiyatro US’un kuruluş süreci nasıl gelişti? Türkiye’de bağımsız tiyatro yapmanın en büyük zorlukları neler?
İlk olarak niyetim bir tiyatro açmak değildi. Zaten bir sürü var. Sebebini şimdi anlıyorum. Önce bildiğim, tanıdığım tiyatrosu olan arkadaşlarımla, sahnelerle görüşmeler yaptım ama zamanlama demiştim ya ben zaten çok beklemiştim bu oyunu yapabilmek için artık daha fazla beklemeye tahammülüm kalmadı. Çünkü görüştüğüm yerler benim heyecanıma sahip değildi. Zaman ilerliyordu. Onların enerjisinin sebebini de şimdi anlıyorum yani Tiyatro Us‘la beraber. Bu oyunu sahneleyebilmek için açtım tiyatroyu.
Ama çok zor. Adaletsiz ve çok dengesiz bir düzende var olmaya çalışan bir sürü sanatçı, bir sürü hikâye var. Ama asıl bu hikâyeleri paylaşmak istediğimiz, ulaşılması gereken insana ulaşabilmek. Maalesef desteksiz, parasız bu çok zor. Kendimiz çalıp, kendimiz söylüyoruz gibi olsa da üretmeye, devam etmeye mecburuz.
Oyununuz 2025 Kadın Oyun Yazarları Festivali’nde sahnelendi ve 2024’te Direklerarası Seyircileri tarafından “Farkındalık Yaratanlar” ödülüne layık görüldü. Bu tür festivallerin bağımsız tiyatrolar ve kadın oyun yazarları için sizce önemi nedir?
İşte bu meyveler çok tatlı oluyor. İyi ki vazgeçmedim. O kadar emek, çaba, fark edildi. Asıl dertlerimizden biri de bu çağda. Karşılığını alınca üretime katkın çoğalıyor. Bazen de olmuyor. Ama anladığım hep daha çok çalışmak. Bu işle beraber ödüllerin yanı sıra, tanıdığım tanımadığım bir çok kadından duyduğum; “Bana ilham oldun!” İşte buna değer.
Var olmaya, farkındalıklar yaratmaya devam, ilham almaya, ilham olmaya devam.
*Fok Derisi Kavuşma! 16 Nisan 20:30 Kadıköy Boa Sahne‘de.