Sanatçının çocukluk ve ilk gençlik günlerini geçirdiği Ankara Devlet Konservatuarı’nın yıkımı ile başlayan hikaye, serginin bel kemiğini oluşturuyor. Toplumsal hafızadaki yer yer olagelen kayıplar, özellikle Türkiye toplumuna özgü olan hafıza boşlukları, Bingöl’ün ilgi ve araştırma alanını oluşturuyor. Yeryüzünde Minör Titreşimler sergisi sanatçının 2022 yılının Mart ayında, SAHA desteğiyle bulunduğu Tate St. Ives Porthmeor Stüdyoları’nda bir ay süren misafir sanatçı programının ürünlerini bir araya getiriyor. Orada kaldığı dönem boyunca Bingöl, Bernard Leach Seramik Atölyesi, Barbara Hepworth Heykel Bahçesi ve Cornwall’ün Penwith Yarımadası’ndaki modernist sanatsal mirasını inceleme fırsatı buldu. Bu ziyaretini daha sonra İstanbul’da Galata’daki stüdyosunda, seramik malzeme ve metodları aracılığıyla modernizmin tarihini birleştirdiği, unutma, hatırlama ve değişimin kendisini görsel bir araştırmaya dönüştüren bir sergiyle tamamladı.
Seramik Başrolde
Ankara’da büyüyen ve 2010 yılından itibaren çalışmalarını İstanbul’da sürdüren sanatçı, seramik alanında tamamladığı eğitimini yıllar içinde farklı malzemelerle harmanlayarak uluslararası kabul görmüş pek çok sergide yer aldı. Eserleri yurt içi ve yurt dışında önemli koleksiyonlarda yer almış olan sanatçının 14. Kişisel sergisi olan Yeryüzünde Minör Titreşimler’de seramik yine başrolü alırken izleyiciyi, modernleşmenin kimlik ve aidiyeti, ya da deneyimin etkilerini düşünmeye davet ediyor. Sergide kültürel mirasın yükü, tarihin kesintililiği ve kesintisizliği gibi kavramlar üzerine çalışan sanatçı Tate St. Ives’da geçirdiği günlerde bu ikilemlere yakından şahit olduğunu ifade ediyor. Osmanlı’yı hatırlamaya çalışırken, büyüdüğü şehirde şahit olduğu yıkım ona hafıza boşluklarıyla ilgili derinlemesine düşünmek için yeni bir alan açarken, St. Ives’ın sabit kalan ve kültürü korumak üzerine inşa edilen atmosferi bu tezatlar üzerine kurulu bir sergiye dönüşmüş. Bütün çelişkileriyle iki farklı kültür üzerine odaklanan sanatçı, üretimlerinde bu yaklaşımları üst üste bindiriyor. Seramik fırını kurgusuyla tasarlanan sergi alanında bir fırınının katmanlarını geziyormuş gibi deneyimleyebiliyorsunuz. Eklemek, yük, yüklü olmak Bingöl’ün her zaman etrafında gezindiği konular. Seramik fırınlarının yükü, fırının rafları ve katmanları aynı zamanda düşünce katmanlarına da işaret ediyor. Sanatçı bulunduğu yeri ve zamanı anlamlı kılacak yeni bağlamlar üretmeye ve bu bağlamlardan yola çıkan yeni formlar araştırmaya odaklanıyor.
Malzemeyle Aşk Nefret İlişkisi
Bingöl’ün eserleri dışardan bakıldığında oldukça planlı ve hata kabul etmeyecek biçimde tasarlanmış gibi görünse de seramiğin yapısından kaynaklanan tesadüfilikler her zaman yerini buluyor. Rastlantısallıkları sürecin bir parçası olarak algılayarak malzemeyle kurduğu aşk-nefret ilişkisinde bir konsensusa ulaştıklarını söyleyen Bingöl, yıllar içinde bu ilişkinin bir müzakere yöntemine döndüğünü söylüyor. Sanat üretiminin en başından bu yana seramik kullanan sanatçı eğitimini, doktora dönemi de dahil olmak üzere seramik üzerine tamamlamış. Hem çok primitif hem de sofistike olabilen bu malzemeyle kurduğu efendi-köle ilişkisinde demokratik bir orta yol yakaladığını ifade ediyor. Seramik gibi çok dikte eden bir malzemeyi kontrol edebilmek için usta bir zanaatkar olmak gerektiğini ama o noktada da sanatçı bakış açısının bazen kaybolma ihtimalinin var olduğunu belirten Bingöl, son geldiği noktayı “fırın, ben ve çamur iş birliği yapıyoruz” şeklinde ifade ediyor.
2019 yılında Berlin Zilberman Gallery’de açtığı Interrupted Halfway Through sergisinde Türkiye’nin modernleşmesi sırasında ve sonrasında oluşan hafıza boşluklarını ele alan Bingöl, kazı alanını anımsatan sergi düzenlemesinin içine yerleştirilmiş, birer deniz altı buluntusu biçiminde bozulmaya yüz tutmuş formlardan oluşan seramik işlerinde “yanlışlıklar ve enkazlar, yeni bir kurgu için bir başlangıç noktasına dönüşebilir mi?” sorusunun üzerinde duruyordu. Seramik hata olarak görünen bazı şeylerin son derece dikkatli ve bilinçli olarak üretilebildiği bir malzeme. Sanatçı bu rastlantısallık ile ilgili şu ifadeleri kullanıyor: “İşlerde imparatorluk geçmişine gönderme var metafor olarak. Öyle görünmesi için bazı işleri bazen 15 kez pişirmem gerekiyor. Dolayısıyla her fırını açtığımda tesadüfi olan çok şey vardı. Bunu tam olarak nasıl bir yapıya oturturum gibi bilinçli bir arayışım oldu. Tam da onu yaparken nihayetinde Tate sergisine de evrildi o düşünme biçimi. Çoğu zaman fırının içine benim kurguladığım sistemler çok daha ilginç bile oluyordu.”
ArtDog Istanbul basılı dergi satış noktalarını görmek için tıklayın.
Kapak Görseli: Mustafa Kemal Atatürk, Ankara’da açılan bir sergide heykeli incelerken, 1934, BYEGM
Kapak Tasarımı: Burcu Ocak
Bir Orkestra Şefi Gibi
Sanatla ilişkisi olduğu uzunca dönem içinde küratör olarak da çeşitli sergilere imza atan Bingöl çalışmalarında kendini bir orkestra şefi gibi konumlandırdığını belirtiyor. Serginin başlangıcından bitişine kadar olan süreçte malzemelerin birbiriyle ilişkisinden tutun sergi düzenlemesine kadar geçen süreçteki çalışma biçiminin gençlikte aldığı klasik müzik eğitiminden kaynaklandığını söylemek belki de yanlış olmaz.
Tate St. Ives’dan Ka’ya taşınan serginin başlangıcı aslında Ankara’dan yola çıkan bir hikaye olduğudan sanatçının modernizm üzerine düşünceleri ve araştırmaları İngiltere’de de devam etmiş. Ankara’daki sergi için iki tür bahçe kurgulayan Bingöl, Tate St. Ives’da yer alan Barbara Hepworth’ün heykel bahçesini büyükelçiliğe taşımayı amaçlamış. Oraya bahçeden topladığı bitkilerden oluşturduğu, çiçeklerle bezeli silüetini birebir ebatta ürettiği çalışmaya “avatar” ismini veriyor. Ka’daki bölüm ise daha çok kentin tarihi ile ilgili yapıya yönelik bir düzenlemeden oluşuyor. Ka’daki sergi 18 Kasım’a kadar ziyaret edilebilir.