Bundan yaklaşık 27 yıl önce piyanist ve müzikbilimci Prof. Filiz Ali öncülüğünde ve çok kısıtlı koşullarda atıldı Ayvalık Uluslararası Müzik Akademisi (AIMA)’nin temelleri… Kuruluşundan bu yana da Türkiye ve yurt dışından konservatuvar düzeyindeki öğrencilere yönelik müzik ustalık sınıfları düzenleyerek, dünya müziğini ve ustalarını Ayvalık’a taşıyor. Akademide yetişen yüzlerce genç müzisyenin hatırı sayılır bir bölümü ise kariyerlerini hâlen uluslararası platformda sürdürüyor.
Şimdilerde yolcuğuna müzik severlerin ilgiyle takip ettiği Ayvalık Müzik Festivali’nin de eşlik ettiği AIMA’nın kuruluş öyküsünü, bugünkü geldiği konumu ve daha fazlasını Türk klasik müziği denince ilk akla gelen isimlerden Filiz Ali ile konuştuk.
Hiç bilmeyenler için hikâyeyi en başa saralım isterseniz… “Ayvalık Yaylı Çalgılar ve Oda Müziği Uzmanlık Kursu” aradan geçen süre içinde büyüdü ve “Ayvalık Uluslararası Müzik Akademisi”, yani AIMA’ya dönüştü. Ayvalık’ta böylesine bir oluşum fikri nasıl doğdu? Nasıl başladı bu hikâye?
Genç müzisyenler ile usta virtüözleri bir araya getiren ustalık sınıfları, sadece müzik eğitimi açısından değil, sahne ve sanatçı duruşunu öğretmek açısından da, dünya çapında enstrüman eğitiminin önemli bir parçasıdır. Türkiye’de pek çok genç müzisyen, bu olanaktan mahrum kalıyordu. Neden burada da olmasın, dedik. Düşüncemi sevgili Ayla Erduran’a açtım. O da destekleyince, el birliği edip bu işin içine girdik. Başta ben, Ayla, okuldan öğrencim ve asistanım İlke Boran olmak üzere pek çok isimsiz kahraman omuz verdi. Boynerler, Cunda Adası’nda, zeytinliklerin içindeki iki taş evlerini bize tahsis ettiler. İlk yıl Valeri Oistrakh, Viktor Pikaizen ve Mikhail Khomitzer gibi usta müzisyenler geldi. Kulaktan kulağa duyurularla toplanan yirmi beş öğrenci. Eşin dostun el vermesiyle bir çılgınlık yapalım dedik, o da çok tuttu. Çeyrek asrı devireceğini kim bilebilirdi…
Ve hikâye 2011 yılında Ayvalık Kültür ve Sanat Vakfı ve İlki 2013 yılında düzenlenen Ayvalık Müzik Festivali ile devam ediyor… Böyle bir zinciri yaratmak kolay olamasa gerek.
Kolay değil, doğru. Ama demek ki bu alanda, Türkiye’de ciddi bir açık varmış. AIMA da o boşluğu doldurdu. Zamanla ustalık sınıflarımız çeşitlendi. Keman, viyola ve viyolonselle başlamıştık; piyano, flüt, klarnet, gitar, kontrabas, şan, koro, arp, daha pek çok farklı alanda masterclasslar düzenledik. Şu ana dek on festival, sayısız ev konseri, çok sayıda söyleşi ve seminer yaptık. AIMA’nın özellikle ustalık sınıfları açısından Türkiye’deki pek çok farklı kültür-sanat kurumuna öncü ve örnek olduğunu söylersek, herhalde abartı olmaz.
Nelerle mücadele etmek zorunda kaldınız? Üstelik İstanbul’dan uzakta…
Kişisel tanışıklığınız yoksa, özellikle nitelikli ve adı duyulmuş yabancı müzisyenleri, hele ki sınırlı maddi olanaklara sahip bir kurumsanız, Türkiye’de İstanbul dışında bir yere getirmek çok zor. Güçlü referanslarımız olmasına karşın, hâlâ zaman zaman bu sorunla karşılaşıyoruz. Yerel yönetimle geçmişten beri iyi ilişkilerimiz var; organizasyon konusunda, sağ olsunlar, desteklerini esirgemiyorlar. Ancak Ayvalık’ta konser mekânı ciddi bir sorun. Özellikle klasik müzik açısından… Örneğin müze olan bir kilisenin festival için tahsisini istiyorsunuz, ama ilgili birimler size uygun koşullar sunmuyor. Ne yapabilirsiniz? Alternatifiniz maalesef çok az. Karşılaştığımız diğer bir sorun da, Ayvalık’ın ziyaretçi profilinin son yıllarda biraz değişmeye başlaması. Geçmişte tarih ve kültür turizmi ön plandayken, şimdilerde “rakı-balık-Ayvalık” anlayışı öne çıkıyor. AIMA etkinlikleri de bundan doğal olarak etkileniyor. Yine de, genel olarak durumdan şikayetçi değiliz. Ayvalık, tarihi, doğası, kendine özgü ve kozmopolit kültürüyle muhteşem bir yer. Biz de buraya kök salmak, Ayvalık denildiğinde ilk akla gelen kurumlardan biri olmak için çabalıyoruz.
Bu kurum ve kuruluşlarda nasıl bir desteğe ihtiyacı doğuyor ve yeterince destek alıyorlar mı?
AIMA, başlangıçtan beri hiçbir kuruluşa bağlı olmadan, tümüyle bireysel ve kurumsal desteklerle, imeceyle ve dayanışmayla faaliyetlerini yürüttü. Kâr amacı gütmeyen bir sivil toplum örgütüyüz. Karşılıksız emekle ve gönüllülükle ayakta duruyoruz. Vakfımız, maddi olanağı kısıtlı pek çok gence, başvuru sürecini geçtikleri takdirde, masterclass için burs veriyor. Özel şirket gibi faaliyet gösteren organizasyonlardan farklı olarak, bütün ücretli etkinliklerimizde, giderlerimizi karşılamaya yetecek en düşük ücreti talep etmeye gayret gösteriyoruz. Hem profesyonel emekçilerimiz hem de gönüllülerimiz bir kamu hizmeti gerçekleştirme bilinciyle çalışıyorlar. Bu açıdan en önemli meselelerin başında, elbette etkinliklerimizi sürdürebilmek için zorunlu mâli kaynakları yaratmak geliyor. Geride kalan yıllarda, maddi olsun, manevi olsun, AIMA’ya desteğini esirgemeyen çok sayıda kişi ve kurum oldu. Hâlâ da var. Bugün Vakıf merkezimiz olan Ege kıyısındaki güzel yalı bile, Barutçuoğlu ailesinin bağışıdır. Hepsine, bugüne kadarki bütün destekçilerimize minnettarız. Ancak tahmin edebileceğiniz gibi, özellikle ekonomik darboğazlarda, kültür ve sanat etkinlikleri genellikle ilk feda edilenler oluyor. Dolayısıyla, zaman zaman ciddi maddi sıkıntılarla karşı karşıya kaldığımızı itiraf etmek zorundayım. Vizyonumuz, potansiyelimiz, birikimimiz ve yapabileceklerimiz, halihazırda yapabildiklerimizin çok ötesinde. Ancak maddi koşullar, çoğu kez elimizi kolumuzu bağlıyor. Yine de himaye arayışında değiliz; AIMA, eğer ayakta kalacaksa, bu şekilde, mevcut felsefesiyle ayakta kalacak ve bağımsız bir örgütlenme olarak çalışmalarını sürdürecek.
Bugün alınan sonuçtan memnun musunuz?
Geçenlerde bir liste çıkardık. Geride kalan çeyrek asrı aşkın sürede, tam 1.221 genç müzisyenin yolu AIMA Masterclass’tan geçmiş. En son geçen yıl, toplam 7 ustalık sınıfı ve 111 öğrenciyle rekor kırdık. Geçmişte yolu AIMA’dan geçen pek çok müzisyen, bugün sadece Türkiye’nin değil, dünyanın önde gelen pek çok konservatuvarında ve orkestrasında kariyerini başarıyla sürdürüyor. Geçmişte öğrenci olarak ustalık sınıflarımıza katılan sanatçılar, son yıllarda eğitmen ve asistan olarak gelmeye başladılar. Festival ve oda müziği konserlerimizde de, yine AIMA’da yetişen müzisyenlere öncelik veriyoruz. Yeri geliyor, dünyanın öbür ucundaki eski bir AIMA Masterclass katılımcısı, beraber çalıştığı hocasını AIMA’ya eğitmen olarak öneriyor. Yeri geliyor, eski bir öğrencimiz, Türkiye’de veya Avrupa’da kurduğu ve başarılı olduğu grubuyla festivalimize katılmak için başvuruyor. Bir başka deyişle AIMA, geride kalan yıllar içinde, adeta kendi kendini besleyen bir organizmaya dönüştü. Bu açıdan alınan sonuçtan memnun olduğumuzu söyleyebilirim.
Peki tüm bunların Ayvalık’ın kültür ve yaşamına katkıları hakkında neler söylersiniz?
Şu ana dek eski bir Rum kilisesinden ilçe meydanına, kentin içindeki bir kıraathaneden amfitiyatroya dek Ayvalık’ın kolektif hafızasını yansıtan pek çok farklı mekânda konserler düzenledik. Masterclass final konserlerimiz başta olmak üzere, festival kapsamında birçok ücretsiz ve halka açık etkinlik düzenliyoruz. Ayvalık ve Balıkesir’de yeteneğiyle ve çalışkanlığıyla öne çıkan bazı yerli gençlere, ustalık sınıflarımıza burslu katılma olanağı tanıyoruz. Dolayısıyla, Ayvalık halkına klasik müzik sevgisi aşılamak için çalıştığımızı söyleyebiliriz. Şimdiye dek birkaç yüz kişinin hayatına bile temas edebildiysek, bundan mutluluk duyarız.
Tüm bunlar dışında elinizde olanaklar olsa gerçekleştirmeyi tasarladığınız başka çalışmalar oldu mu?
2013’te, yani AIMA’nın kuruluşunun 15. yılında, o güne dek AIMA Masterclass’a katılmış olan, halen eğitimlerini sürdüren ya da zaman içinde profesyonel kariyerlerine başlayan genç müzisyenlerle bir AIMA Festival Orkestrası kurduk. Bu orkestra, yıllar içinde, İdil Biret, Alexander Rudin, Julian Milkis, Orhun Orhon gibi seçkin sanatçılarla aynı sahneyi paylaştı; Ayvalık’ta ve İstanbul’da çok sayıda konser verdi. Ne yazık ki pandemi dönemi ve ekonomik kriz, bütün kültür-sanat kurumları gibi bizi de derinden etkiledi. Ekonomik olanaklarımızın daralması nedeniyle, AIMA Festival Orkestrası, 2019’dan beri toplanamıyor. Umut ediyoruz ki, gelecekte alternatif kaynaklar yaratarak bu projeyi tekrar canlandırabiliriz.
Değerli Filiz Ali bu söyleşi vesilesiyle size bir – iki soru daha yöneltmek isterim. Siz aynı zamanda Türkiye’nin kültür – sanat dünyasının önemli bir tanığı ve aktörüsünüz. Hem kültür – sanat dünyamızın hem de Türk klasik müziğinin bugün içinde bulunduğu duruma dair neler söylersiniz?
Türkiye’de Batılı anlamda çoksesli müzik eğitiminin başlangıcı olarak 1924’ de toplanan ilk Müzik Kongresini temel alırsak yüz yıllık bir tarih söz konusudur. Aynı yıl Ankara’da önce Musiki Muallim Mektebi, ardından 1936’da Ankara Devlet Konservatuarı kurulur. Ülkede ilk defa yaylı, üflemeli, vurmalı ve klavyeli çalgılar ile bestecilik, opera ve tiyatro eğitimine eğilen bu okul ilk mezunlarını 1940 yılında verir. İlk on yılın sonunda bir elin beş parmağını geçmeyen sayıdaki özverili, idealist yerli ve yabancı eğitici tarafından gerçekleştirilen bu eğitim süreci sonucunda Cumhurbaşkanlığı Senfoni Orkestrası, Devlet Opera ve Tiyatrosu’nun kurulduğunu, buralara elemanların yetiştiğini ve hayata atıldıklarını görürüz.
Atatürk’ün vizyonu gerçekleşmiş, çocuklarımızla gençlerimiz çağdaş müzik ve sahne sanatlarında ne denli yetenekli olduklarını ispatlamışlardır. 1950’li ve 60’lı yıllarda Konservatuar sayısının arttığını, bale bölümün açıldığını, devlet opera ve balesi ile orkestralar ve korolar kurulduğunu, bunların ülkenin birçok bölgesine yayıldığını görürüz. Ne var ki 80’li yıllardan günümüze kadar uzanan yaklaşık elli yıl boyunca ülkenin yaşadığı çok sayıdaki krizden müzik ve sahne sanatlarının yara bere almadan kurtulduğunu söyleyemeyiz. Ancak, kuruluşundaki sağlam temeller her ne kadar sık sık sarsıntıya uğrasa da sonuçta gelinen nokta o kadar da umutsuz görünmüyor.
Kuzeyimizde Rusya, batımızda Avrupa, Uzak Doğu’da Çin, Kore ve Japonya’da müzik sanatının devlet desteğiyle dünya çapında müzisyenler yetiştirildiği bir evrende, ne yazık ki bizim genç yeteneklerimizin arkasında eskisi kadar güçlü bir destek mekanizması bulunmuyor. Dünya sahnelerinde kendini gösterebilecek olan pek çok yeteneğimizin bireysel çabaları ve şanslarının yaver gitmesi ile önlerinin açılabildiğini görüyoruz ancak. Sermaye sahibi bireylerin ve kuruluşların sanatla olan ilişkilerinin de bir tür alışveriş düzeyinden öteye geçmediği de başka bir gerçek.
Bugün artık Carl Ebert gibi insanların yokluğunu nasıl değerlendiriyorsunuz?
Yirmi birinci yüzyıl sermayenin her konuda egemen olduğu bir yüzyıl. Bundan yüzyıl önceki değer yargıları bugün geçerli değil. Sanat bir metadır, satıcısı ve alıcısı vardır bugün. Sanatsal değerinin ne olduğu önemli değildir çoğu kez. Yüzyıl öncesinin idealist yaklaşımları bugünün insanına gülünç gelebilir. Örnekse, Carl Ebert Türkiye’ye geldiğinde kırk yaşını aşmış, bütün kariyerini, evini barkını terk etmek zorunda kalmış bir mülteci idi. Atatürk’ün vizyonuna inandı ve bütün sanatsal gücünü ona kucak açmış olan bu ülkede opera sanatını yoktan var etmeye adadı. Onun gibi idealist insanlar belki bugün de karşımıza çıkabilir.
Geleceği nasıl görüyorsunuz?
Ne mutlu bize ki ülkenin her köşesinde konservatuarlar genç yetenekleri yetiştirmeye devam ediyorlar. Senfoni orkestralarımıza genç elemanlar katılıyor. Birbirinden değerli orkestra şeflerimiz var. Solist kemancı, piyanist, çellistlerimiz, opera sanatçılarımız bizleri dünya sahnelerinde tanıtıyorlar. Ama bir de onlara sormalı. Seçtikleri bu çok zahmetli mesleği devam ettirmek için neler çektiklerini bir anlatsalar şaşar kalırız. Onların başarılı olmaları ancak devletin ve hayırseverlerin kesintisiz desteğine bağlıdır. Umutlu olmaya devam edelim.
Filiz Ali
Ayvalık Uluslararası Müzik Akademisi kurucusu ve yöneticisi olan Filiz Ali, Ankara Devlet Konservatuvarı Yüksek Piyano Bölümünü bitirdikten sonra Fulbright bursu ile ABD’ye gitti. New England Conservatory (Boston) ve Mannes College of Music’te (New York) eğitimini tamamladı. 1985-86’da Londra Üniversitesi King’s College’in Müzikoloji Bölümü’nden Yüksek Lisans derecesi aldı. Ankara Devlet Konservatuvarı’nda piyano ve eşlik öğretmeni (1962-65), İstanbul Şehir Operası ve İstanbul Devlet Operası’nda korrepetitör (1965-72), Mimar Sinan Üniversitesi Devlet Konservatuvarı’nda piyano ve eşlik öğretmeni (1972-85) olarak çalıştı.
Prof. Filiz Ali, 1987 yılında Müzikoloji Bölümü’ne geçti; 1990-2005 yılları arasında bu kurumda bölüm başkanı olarak görev yaptı. 1989-92 yılları arasında Cemal Reşit Rey Konser Salonu’nun genel sanat yönetmenliğini de yapan Filiz Ali, aynı zamanda Uluslararası Eskişehir Festivali’nin de müzik danışmanlığını üstlendi. 1962-1995 yılları arasında TRT Ankara ve İstanbul radyolarında ve 1985-86 yılları arasında Londra’daki BBC Türkçe Servisinde müzik programı yapımcılığı da yapan Ali, Cumhuriyet, Hürriyet, Yeni Yüzyıl, Radikal ve Milliyet gibi günlük gazetelerde ve Gösteri, Milliyet Sanat, Esquire, MarieClaire, Vizyon, YK Kitaplık, Müzikoloji Dergisi gibi dergilerde müzik yazarlığı yaptı.
2002 yılından 2004 yılına kadar Açık Radyo’da müzik programları hazırladı ve sundu. Balkan Müzik Forum’unun kurucularından olan Filiz Ali, 2003 Ekim ayında Uruguay’ın başkenti Montevideo’da toplanan UNESCO Uluslararası Müzik Konseyi’ne Türkiye temsilcisi olarak katıldı. 2005’den bu yana European Music Council (Avrupa Müzik Konseyi) Türkiye temsilciliğini sürdürmektedir. Filiz Ali’nin Sabahattin Ali, Müzik ve Müziğimizin Sorunları, Dünyadan ve Türkiye’den Müzisyen Portreleri, “Filiz Hiç Üzülmesin…”, Cemal Reşit Rey’e Armağan, Ferhunde Erkin/ Tuşlar Arasında, Elektronik Müziğin Öncüsü Bülent Arel, Mitos Diyarında Çağdaş bir Müzik Odağı: Ayvalık’tan bir Masterclass Öyküsü, Müzikli Geziler ve Bir Tutkunun Peşinde Carl Ebert – Genç Cumhuriyet’in Tiyatro ve Opera Serüveni başlıklı kitapları da bulunuyor.
1995 yılında Fransa Kültür Bakanlığı tarafından sunulan Chevalier de L’Ordre des Arts et des Lettres madalyası sahibi Filiz Ali, 2011 yılında da Vehbi Koç Vakfı ödülünü kazandı.