Zihnin Sınırlarında Bir Rota: Fikret Muallâ sergisi, Bor Sanat desteği ile Erimtan Arkeoloji ve Sanat Müzesi’nde 28 Şubat’ta açıldı. Ebru Nalan Sülün’ün küratörlüğünü üstlendiği sergi, Fikret Muallâ’nın üretim dönemlerine odaklanarak onun yaşamı, sanatsal yolculuğu ve eserlerindeki varoluşçu katmanları derinlemesine inceliyor. Sergi, Hancan Sanat Koleksiyonu’nda yer alan Fikret Muallâ eserlerinin kurgulanması ile Türkiye’de yitikleşerek değeri geç anlaşılan sanatçının külliyatlı geçmişine, sanat tarihinin tozlu sayfalarına ışık tutuyor. Tarihteki yerinin anlaşılabilmesinin de incelikle kurgulandığı sergide metinsel arşivlerle birlikte Ankara izleyicisine Muallâ’ya dair köklü bir öğretinin de kapılarını açıyor. Zihnin Sınırlarında Bir Rota: Fikret Muallâ sergisi sanatçının çizgi yolculuğundan, varoluş kaygılarına, üretimlerinden sanat tarihindeki konumuna dair kapsamlı bir kurgu ile 7 Eylül tarihine kadar izlenebilir.
Zihnin Sınırlarında Bir Rota: Fikret Muallâ başlıklı bu sergide Fikret Muallâ’nın yaşamına dair “rotayı” kurarken, sanatçının kırılganlıkları ve direnç noktaları arasında nasıl bir denge gözeterek küratöryel bir anlatı inşa ettiniz?
Ebru Nalan Sülün: Fikret Muallâ’nın yaşamını, yaşadığı dönemin siyasi, felsefi, sanatsal dinamiğini bilmek/ hissetmek öncelikle bu rotayı belirlerken en önemli unsurlar oldular. Muallâ’nın tüm yaşamında dirençli olmasını gerektiren çok önemli duraklar, olaylar, anlar, hikâyeler mevcut. Neredeyse yaşamının sonuna dek bu varolma mücadelesi, onun kendine has özellikleri ile yaşamının sürebilmesini sağlamış. Muallâ’nın en çok bilinen sanatçılardan olmasına rağmen yeterince okunmadığını, bilinmediğini düşünüyorum. Kendisinden ve eserlerinin bir döneminden söz edilirken sürekli ezberlenmiş bilgilerin tekrarlandığını düşünüyorum. Bu nedenle de sergi süresince sanatçıya dair daha fazla öğrenmeyi, hissetmeyi, analiz etmeyi önceleyen bir küratöryel kurguyu benimsedim.
Fikret Muallâ’nın Dönemleri
Sanatçının tüm yaşamı izlendiğinde Paris’e dek hep yolda olma hali var, üslup denemeleri ile süren farklı deneyimler, karşılaşmalar… Küratöryel kurguyu yaparken koleksiyonda var olan eserlerle bu yaşamı bir arada düşünmeye çalıştım, parantez hatırlatmalarla bu rotanın hissedilip okunmasını amaçladım. Örneğin; yaşamında önemli bir rota olan “Yeni Adam” dönemi; sanatçının İsmail Hakkı Baltacıoğlu tarafından ilk keşfedildiği zamanlara denk geliyor. Örneğin koleksiyonda “Yeni Adam” çizimleri mevcut değil ama sergide bu dönemini de (1936-1937) ‘hatırlatmak’ amacıyla Kültür Bakanlığı tarafından 1993’de yayınlanan içinde Yeni Adam çizimlerinin yer aldığı kitabının incelenmesine de olanak tanıyan bir kurgulamayı gerçekleştirdik. Sanatçının yaşam ve zihin rotasını izlerken bu yolda yanında yer alan dostlarının, onu tanıyan-hisseden yazarların metin alıntılarına da eserlere paralel yer vererek, izleyenleri de bu sürece dahil eden bir okuma/araştırma sürecini kurguya ekleyerek sanatçının tüm yaşam sürecinin bu yolla daha içtenlikle hissedilmesini amaçladım.
Bu yaklaşım ile sergi; “Çizginin – Tinin Ötesinde” ve aynı bölümde yer alan “Bir Hatırlatma: Varoluşçu Bir Adam/ Yeni Adam – 1936/1937” parantezi, “Bir Gidiş / Bir Paris / Bir Fikret Muallâ – 1939/1967”, 1967-1989 yılları arasında yayınlanan Fikret Muallâ’ya dair gazete yazı ve yorumlarını barındıran “Arşiv Alanı” ve izleyicilerin sanatçıya dair güncel ve eski yayınları inceleyebilmesine olanak tanıyan “Okuma Alanı” bölümlerinden oluşmakta.
Bahsettiğiniz sergide yer alan “Çizginin – Tinin Ötesinde” bölümü, Muallâ’nın duygu durumlarının izini sürüyor. Çizgisel üretimleri incelerken, Muallâ’nın varoluşsal arayışlarıyla nasıl bir ilişkilendirme yaptınız?
E. N. S.: Bu bölümde; koleksiyonda yer alan çizgisel çalışmalarına İsmail Hakkı Baltacıoğlu tarafından 935 sayı yayınlanan Yeni Adam dergisini ve Fikret Muallâ desen ve çizgilerini hatırlatmayı amaçlayan “Bir Hatırlatma: Varoluşçu Bir Adam/ Yeni Adam – 1936/1937” parantezi eşlik ediyor.
Sanatçının özellikle “Sainte-Anne Desenleri” varoluşsal arayışlarının sanat hayatındaki en eşsiz örnekleri niteliğinde. Koleksiyonda da bu çizimlerinden üç örnek bulunmakta. Bu eserler “çizgi” nin duygu ile anlam bulduğu en önemli örnekler. Abidin Dino’nun “Boyuna sıkıntıdan patlıyorum’ diyordu Muallâ, fakat çiziyordu ve bu çizgiler –bence- bugüne dek kimsenin çizmediği kadar güçlü tutukluluk belgeleri idi. Acımasız, kupkuru, kesin çizgiler…Şaheserler” ifadeleri sanatçının belki de çizgi üslubuna dair en etkileyici yorumlar arasında. Bu bölümde; sanatçının bu sürecine tanıklık eden sanatçı-araştırmacı yazar dostları tarafından kaleme alınmış belgeler Fikret Muallâ’nın çizgi üslubuna dair önemli bilgileri barındırıyorlar.
Arşiv alanında yer verdiğiniz 1967-1989 dönemi yazılı materyalleri, Fikret Muallâ’nın sanatsal mirasını dönemselleştirme açısından nasıl bir epistemolojik katkı sağlıyor? Bu belgeler sergi kurgusunda nasıl bir dönüştürücü, öğretici rol üstleniyor?
E. N. S.: Serginin kurgusunda -daha önce de ifade ettiğim üzere- izleyenleri geçmişe daha detaylı bakma, geçmişi okuma, araştırma, keşfetme ve analiz etmeye odaklamayı amaçladım. Bu bağlamda; geçmişten günümüze “süreli yayınlar”ın dönem analizindeki varlıkları sanat tarihi yazımında da çok önemli bir unsur. Bu arşiv okumasının sergiye olan en önemli katkısı; dönem metinlerinin dönemin sosyo-kültürel yaşamına paralel okunma imkânını sunuyor olması. Arşiv; Fikret Muallâ’nın ölüm yılından başlamakta. Dolayısıyla sanatçının ölümünün yarattığı etkiyi de bu gazetelerde okuma hali, sadece sanatçı-eser izleminden öte bir dönem izleniminin gerçekleşmesine de olanak sunmayı amaçlamakta. Ayrıca; bu metinlerde “sahtecilik” hakkında da haberler mevcut. Ne yazık ki bu konuda da tam bir muamma olduğunu bildiğimiz bilinmezlikler mevcut, keza sergiye paralel gerçekleşecek konuşmalarda bu konu da tartışacağımız başlıklar arasında yer alacak.
Serginin üç bölümlük yapısı, Muallâ’nın farklı üretim dönemlerini temsilen kurgulanmış. Bu dönemsel ayrımı yaparken hangi sanatsal, tarihsel ya da sosyokültürel katmanları dikkate aldınız?
E. N. S.: Serginin katmanlarında, ilk bölüm olan “Çizginin – Tinin Ötesinde”, kronolojiden bağımsız sanatçının “çizgi” kullanımına ve “Yeni Adam” desenlerine odaklanmakta. Ardından, tam da II. Dünya Savaşı zamanında Paris’e gitme zorunluluğu ile başlayan ‘tek” gidişli ve Türkiye’ye dönüşü ancak vefatından sonra olabilen Paris Dönemi’ni anlatan “Bir Gidiş / Bir Paris / Bir Fikret Muallâ – 1939/1967” dönemi yer almakta. Belki de en çok tartışmalı eserlerin yer aldığı bu eserler, Fikret Muallâ’nın en bilinen döneminin eserlerini görünür kılıyor. Bu bölümde de eserlere dönemin sosyo-kültürel yapısını tanımlayan metinler eşlik etmekte.
Hem Okunan Hem İzlenen Bir Sergi
Fikret Muallâ’nın eserlerini bir yazınsal arşivle buluşturmak, izleyiciyi sadece görsel değil düşünsel bir yolculuğa da çıkarıyor. Bu çok katmanlı sergi diliyle izleyiciye nasıl bir deneyim alanı yaratmayı hedeflediniz?
E. N. S.: Aslında sergi; genel kurgusunda “okuma” eylemini öne çıkaran bir deneyim alanını barındırma özelliğinde. Sadece eserleri izlemek, sergiyi ve sanatçıyı anlamak için yeterli olmayacak. “Okuma” sanırım en önemli “deneyim” unsuru. Bölümlerde var olan metinlerin yanı sıra “Arşiv Alanı”nda yer alacak gazete sayfalarına sergi alanında yer alan bir okuma masası eşlik ediyor. Fikret Muallâ’ya dair baskısı bitmiş ve bulunması zor olan eski yayınlar da sergide yer alıyorlar. Bu yayınlar, ayrıca çoğaltılarak sergi alanında kurgulanan çalışma masasında okuyuculara incelemeleri için sunuluyorlar. Ayrıca Ağustos’a dek sürecek farklı konferans oturumlarında da sanatçıya, Paris sanat ortamına, sanatta orijinallik sorununa dair pek çok konferans oturumu gerçekleşecek. Özetle; hem okunan hem izlenen hem öğrenilen hem de özellikle akademisyenler tarafından yeniden analiz edilecek bir Fikret Muallâ sergisi izleyenlere sunuluyor.
Missem Canmutlu-Bor Sanat Genel Koordinatörü
Bor Sanat olarak Fikret Muallâ gibi sanat tarihimizin önemli bir figürüne odaklanan bir sergiye işbirliği ile katkı yaratırken, sanat ve kültür alanında toplumsal hafızayı güçlendirmek adına serginin ve kurumun nasıl bir sorumluluk taşıdığını düşünüyorsunuz?
Missem Canmutlu: Sanat kurumlarının toplumsal hafızada yarattığı etki, doğru stratejilerle ilerleme kaydedildiğinde bilgi ve kültür aktarımında oldukça önemli bir gücü barındırıyor. Biz Bor Sanat olarak, geniş kitlelere ulaşan, bilgiyi paylaşan ve yeni nesillere aktarım sağlayan bir misyon üstleniyoruz. Bor Holding çatısı altında bir sanat platformu kurma amacımız da tam olarak bu bakış açısıyla şekilleniyor; bireylerden bağımsız olarak kurumsal ve daha güçlü bir yapı ile kültürel mirası daha geniş kitleler ile paylaşabilmek. Bor Holding Yönetim Kurulu Başkanımız Özgür Cem Hancan’ın bir koleksiyoner olarak Fikret Muallâ’ya duyduğu tutku ile başlayan bir hikâye bu. Elbette Fikret Muallâ sanat tarihimizin en değerli ve özgün sanatçılarından değerli bir isim. Bu büyük değeri tüm halleriyle yansıtmak, tanıtmak amacıyla çok değerli Doç. Dr. Ebru Nalan Sülün’ün küratörlüğünde sergimizin çalışmalarını tamamladık.
Zihnin Sınırlarında Bir Rota: Fikret Muallâ sergimiz vasıtasıyla bir araya geldiğimiz Erimtan Arkeoloji ve Sanat Müzesi, ülkemizde uzun yıllardır kültür aktarımını layıkıyla yerine getiren kurumların başında geliyor. Fikret Muallâ gibi önemli bir değeri geniş kitlelere tanıtmak, hafızalarımızda pekiştirmek adına yaptığımız bu işbirliğinden son derece mutluyuz. Farklı toplumsal kesimleri ve kuşakları sanatla bir araya getirmek, toplumsal ve sanatsal hafızayı bilginin değerini hatırlatarak her daim geleceğe aktarmak, üstlendiğimiz değer ve sorumlulukların başında geliyor.
“Genç Sanatçılara Gelişim Alanı Sağlamak Bizim İçin Çok Önemli”
Bağımsız sanatçıları destekleme misyonunuz çerçevesinde, Hancan Sanat Koleksiyonu gibi özel yaklaşımlarla oluşturulan koleksiyondan önemli sanatçıların eserlerini halka açık bir sergiye dönüştürmenin Bor Sanat’ın kültürel vizyonuna nasıl bir katkı sunduğundan söz edebilir misiniz?
M. C.: Bor Sanat’ın ajandasında bağımsız sanatçıları, misafir sanatçı programlarını desteklemek/ kurgulamak birinci sırada yer alıyor. Özgün, kendini ifade edebilen sanatçılara katkı sunmak ve genç sanatçılara gelişim alanı sağlamak bizim için çok önemli. Genç ve bağımsız sanatçıların sanatsal üretimdeki üstün başarılarını son derece dikkat çekici buluyoruz. Bu vizyonumuzu önümüzdeki dönemlerde yeni projelerimizi hayata geçirerek pekiştirmeyi amaçlıyoruz. Bu bağlamda; sanatçının kendini var edebileceği, sanat üretimini gerçekleştirebileceği ve üretimlerini sergileyerek toplumla etkileşimde bulunmasını sağlayacak nitelikte faaliyetleri önemsiyoruz. Var olan koleksiyonun izleyenlere sunumu da bunun bir parçası.
Fikret Muallâ gibi çok köklü ve sanat tarihinde değerli bir yeri bulunan bir sanatçıya sergi yapmak Türkiye sanat tarihinin belirsizlikleri içinde çok kıymetli. Kısa zaman önce Açık Oturum başlığı altında Türkiye sanat tarihindeki bilinmezleri, açmazları ve birliktelikleri işaret edecek bir çalışma düzenlediniz. Sanat profesyonellerinin katılımı ile düzenlenen bu çalışma görünmeyen, sessiz kalan ve unutulan, yitikleşen içerikleri, çalışmaları duyurmak adına da çok kıymetliydi. Bu açıdan Fikret Muallâ’nın bilinmezleri ve enternasyonal çalışmaları açısından da böyle bir sergi yapmak değerli diye düşünüyorum. Bor Sanat’ın misyonunda bu çalışma nasıl yer ediniyor?
M. C.: Kültür – Sanat alanındaki hafızanın diri tutulmasının son derece önemli olduğunun bilincindeyiz. Şimdiye kadar Emre Erbirer, Ebru Nalan Sülün ve Sinan Eren Erk moderatörlüğünde düzenlediğimiz Açık Oturum Konuşmaları’nın da en büyük amacı bu hafızayı diri tutmak. Geçmişte neler oldu ve şimdi bizi gelecekte neler bekliyor? Ne yapabilirsek bugün içinde bulunduğumuz konumun bir adım ötesine geçebiliriz? Bu sorgulamaları sanat üretiminin her alanında gerçekleştirmek üzere akademisyenler, sanatçılar, sanat yayıncıları, yazarlar ve sanat kurumları tüm paydaşları bir araya getiren bir alan açmayı hedefledik. Açık Oturum konuşmalarımıza gösterilen yoğun ilgi de bizleri daha fazlasını yapma konusunda motive ediyor. Fikret Muallâ, sanat ve resim tarihi açısından çok önemi bir sanatçı olmasına rağmen ne yazık ki gölgede kalmış olduğunu söyleyebiliriz. Elbette ki yaşadığı dönemde Muallâ’ya değer veren sanatseverler vardı ancak sanatçının gerçek değerinin anlaşılması 2000’li yılların başlangıcını buluyor.
“Amacımız Fikret Muallâ İle İlgili Belleğimizi Tazelemek”
Hiçbir zaman Fikret Muallâ’nın hayatı, ailesi ve entelektüel seviyesi çok fazla konuşulan unsurlar olmadı. Bu sergiyi hazırlarken aslında en büyük amacımız Fikret Muallâ ile ilgili belleğimizi tazelemek ve sanatçıya verdiğimiz kıymeti ortaya koymak. Muallâ’nın yaşamı, bilinirliği ve Türk sanat tarihine yapmış olduğu katkıları ön plana çıkarmak istiyoruz. Dolasıyla bu sergiyi hazırlamamızın en temel amaçlarından birisi bu mirası sonraki nesillere aktarabilmek. Örneğin, Fikret Muallâ’nın sanatını incelediğinizde yalnızca bir ressam olmadığını aynı zamanda edebi yönünün de son derece kuvvetli olduğunu görüyoruz. Sergimizin küratörlüğünü üstlenen Ebru Nalan Sülün’ün derinlikli anlatısıyla bu diyalektiği ortaya koymayı amaçlıyoruz. Ayrıca; sergiye paralel Ağustos’a dek devam edecek konferans / söyleşi oturumlarında da akademisyenler ve alanının uzmanı isimlerle gerçekleşecek konuşmalarda bu diyalektik analiz edilecek, konuşma kayıtları kayıt altına alınarak paylaşılacak ve bu hafızanın geleceğe aktarımı sağlanacak.
Nazan Gezer – Erimtan Müzesi Müdürü
Erimtan Müzesi’nin arkeoloji ve sanat arasında kurduğu disiplinlerarası bağ, Fikret Muallâ gibi modern bir sanatçının sergilenme biçimini nasıl etkiledi? Müzenizin mekânsal kurgusu bu sergiye nasıl bir olanak sağladı?
Nazan Gezer: Erimtan Arkeoloji ve Sanat Müzesi, kuruluşundan bugüne geçen 10 yıl içerisinde sahip olduğu arkeoloji koleksiyonun yanı sıra birçok güncel sanat sergisine de ev sahipliği yaptı. Bor Sanat ve Hancan Sanat Koleksiyonu ile yaptığımız bu işbirliği sayesinde uzun zamandır müzemizde yer vermek istediğimiz Fikret Muallâ’yı izleyenlerimizle buluşturmaktan büyük mutluluk ve heyecan duyuyoruz. Müzenin mimari kimliğinin en önemli unsuru olan çağdaş sergileme teknikleri süreli sergi alanında da devamlılığını sürdürmekte. Şimdiye kadar yaptığımız tüm sergilerde bağımsız küratörlerin bu kimliği benimsediklerini ve çarpıcı, yenilikçi sergileme kurguları yarattıklarını deneyimledik. Fikret Muallâ sergisinde de küratörümüz sevgili Ebru Nalan Sülün’ün ve tasarım ekibinin müzenin mimari yapısını ve ruhunu dikkate alarak hazırladığı sergileme düzeni, sanatçının eserlerini en etkileyici şekilde izleyiciyle buluşturmayı amaçlıyor.
“Eserleri, Müzeyle de Güçlü Bir Bağ Kuruyor”
Müze olarak arkeolojik mirasla çağdaş sanat arasında bir diyalog kuruyorsunuz. Fikret Muallâ’nın sanat pratiği, bu tarihsel süreklilik içinde nasıl bir konumlandırma imkânı sunuyor?
N. G: Erimtan Müzesi olarak, arkeolojik miras ile çağdaş sanat arasında kurduğumuz diyalog, geçmiş ile günümüz arasında köprüler inşa etmemizi sağlıyor. Ancak, her sergide arkeoloji koleksiyonumuza sıkı sıkıya bağlı kalmak yerine, bağımsız sergi stratejileri geliştirmek de bizi heyecanlandırıyor. Fikret Muallâ’nın eserleri, insanlık tarihinin evrensel temalarını ve duygularını yansıtarak müzeyle de güçlü bir bağ kuruyor.
Erimtan Müzesi’nin kültürel programlarında yer alan bu sergi vesilesi ile Bor Sanat ile işbirliği geliştirdiniz. Bu işbirliği sürecinden ve serginin oluşum aşamalarında kamusal çıktıları ile ortak anlatıdan söz eder misiniz?
N. G: Bor Sanat ve Ebru Nalan Sülün bizimle iletişime geçtiğinde, koleksiyondaki Fikret Muallâ eserleri hemen dikkatimizi çekti. Uzun süredir Ankara’da sanatçının eserlerine odaklanan kapsamlı bir serginin eksikliğini hissediyor ve bu doğrultuda çeşitli girişimlerde bulunuyorduk. Müze olarak, işbirliklerinin projeleri daha da büyütüp güçlendirdiğine inanıyor ve farklı kurumlarla ortak anlatılar geliştirmeyi önemsiyoruz. Bu sergi de tam da bu anlayışın bir ürünü olarak hayata geçiyor. Farklı disiplinleri ve bakış açılarını bir araya getiren bu süreç, yalnızca sergiyi değil, aynı zamanda izleyicinin sanatçının dünyasını derinlemesine keşfetmesini sağlayan kamusal programları/etkinlikleri de kapsıyor. Böylece, Fikret Muallâ’nın sanatı yalnızca duvarlarla sınırlı kalmayarak, geniş bir izleyici kitlesiyle buluşan dinamik ve çok yönlü bir deneyime dönüşüyor.