Evin ne olduğunu hiç düşündünüz mü? Bir mekân mı, bir his mi, yoksa geçmişle bugünü birbirine bağlayan soyut bir fikir mi? Londra’daki Tate Modern, Güney Kore doğumlu sanatçı Do Ho Suh’un son otuz yıla yayılan üretimini bir araya getiren The Genesis Exhibition: Do Ho Suh: Walk the House başlıklı kapsamlı sergiyle bu sorulara yeni yanıtlar arıyor.
Suh’un ilk büyük Londra solo sergisi olma özelliğini taşıyan Walk the House, sanatçının ev, kimlik, aidiyet ve hareketlilik temalarını merkezine alan heykel, video, çizim ve yerleştirme çalışmalarını içeriyor. Serginin başlığı, geleneksel Kore evleri olan “hanok”ların taşınabilirliğinden ilham alıyor ve Suh’un belleği mekâna dönüştüren pratiğini vurguluyor. Ziyaretçiler, sanatçının geçmişte yaşadığı evlerin bire bir ölçekte üretilmiş kumaş replikaları arasında yürürken sadece bir sergi değil, aynı zamanda bir hayat hikâyesi deneyimliyor.

Kumaştan Evler, Geçişten Geleceğe Mekânlar
Do Ho Suh, çocukluğunu Seoul’de geleneksel ve çağdaş yapıların iç içe geçtiği bir evde geçirdi. Babası ünlü Koreli ressam Se-ok Suh, annesi ise Kore kültür mirasının korunmasına yönelik çalışmalar yapan Arumjigi Vakfı’nın kurucularındandı. Bu çok katmanlı aile geçmişi, sanatçının üretimine derinden işlemiş durumda. Rhode Island School of Design’da aldığı eğitim, kumaş ve mekân ilişkisini araştırmasına olanak tanıdı. Yale Üniversitesi’ndeki yüksek lisans sürecinde ise Rirkrit Tiravanija gibi isimlerle tanışarak New York sanat dünyasına adım attı.
Sanatçının uluslararası çapta tanınan işlerinden biri olan Seoul Home… (1999), New York’ta yaşadığı dönemde Kore’deki çocukluk evine duyduğu özlemi polyester kumaş ve metal çubuklarla mekânsal bir anıya dönüştürüyor. Eser, her sergilendiği kentte adını o yerin ismiyle güncelleyerek bir tür nomadik bellek nesnesine dönüşüyor. Suh’un deyimiyle bu işler, geçmişle bugünü birbirine bağlayan fiziksel geçitler: “Bir kapıdan girip tüm hayatımın içinden geçip başka bir kapıdan çıkabilirsiniz.”

Suh’un floor (1997–2000) adlı işi, 180 bin plastik figürün taşıdığı cam panellerden oluşan yükseltilmiş bir zeminden oluşuyor. İzleyiciler bu zeminde yürürken, bedenleriyle kolektif hafızanın üstünde durduklarının farkına varıyorlar. Tıpkı Who Am We? (2000) adlı enstalasyonunda olduğu gibi, bireysellik ve kolektiflik arasındaki gerilim, Suh’un işlerinde sıklıkla karşımıza çıkan bir tema. Ancak sanatçı, Doğu’yu kolektiflik, Batı’yı bireysellik üzerinden tanımlayan söylemlere mesafeli yaklaşıyor.
Suh’un kumaş kullanımı yalnızca estetik değil; geleneksel Kore mimarisinin geçirgenliğini, hanbok giysilerinin hafifliğini ve kağıdın kırılgan belleğini de çağrıştırıyor. Rubbing/Loving Project’te New York’taki evinin tüm yüzeylerini pastel boyalarla ovup kağıda aktaran sanatçı, mekanı bedenin hafızasına dönüştürüyor. Speculation Project ise Suh’un Kore’den ABD’ye göçünü minyatür ev modelleri ve sinematik anlatımlarla belgeselleştiriyor.
Tate Modern’deki sergi, sanatçının son yıllarda geliştirdiği iplik çizimleri ve 3D teknolojilerle ürettiği heykelleri de içeriyor. Sergiye özel yeni ve mekâna özgü işler de ilk kez izleyiciyle buluşuyor.
Belleği taşınabilir kılmak mümkün mü? Evin duvarlarını katlayıp bir valize sığdırabilir miyiz? Do Ho Suh, bu sorulara kendi estetik diliyle yanıt veriyor. Walk the House, mekânı giyilebilir bir hafızaya dönüştüren bu şiirsel ve titiz pratiğe tanıklık etmek isteyenler için kaçırılmaması gereken bir sergi.