“Her şey yıkılırken, neden bacalar ayakta kalıyor?” Eren İnönü, bu cevapsız sorudan yola çıkarak bacaları kentin görünmeyen anıtları olarak fotoğraflıyor. Kalkınma idealleriyle yükselen bacalar, bugün artık tütmeseler de sanatçının kamerasında hâlâ bir solunum organı gibi varlıklarını sürdürüyor. 1 Kasım’a dek Galeri Işık Teşvikiye’de görülebilecek Görünmeyen Anıtlar başlıklı sergi, kentsel yapıların çoğu zaman fark edilmeyen bu unsurlarına 26 fotoğraf aracılığıyla görünürlük kazandırıyor. Bacalar, hem ayakta kalmış hem de yıkıma yazgılı halleriyle karelerde beliriyor.

Bacalar, sanatsal bir bakışla yeniden okunabilir mi?
Bacalar, şehir silüetinde sürekli göz önünde bulunmalarına rağmen, çoğu zaman fark edilmeden geçilirler. Günlük hayatın akışı içinde unutulmuş; her gün yanından geçip baktığımızı bile hatırlamadığımız bir heykel gibi görünmez hâle gelirler. Eren İnönü’nün fotoğrafları ise bu göz ardı edilen yapıların varlığını yeniden görünür kılıyor; Teşvikiye’deki sergi mekânına adım atan izleyici, ilk bakışta sade ve sessiz görünen bacaların nasıl birer anıta dönüştüğünü deneyimliyor.
İnönü 26 fotoğraftan oluşan sergide, bu yapıların da sessiz tanıklar olarak geçmişi yansıttığını ve bugünü anlamamızda önemli bir rol oynadığını hatırlatıyor. İşlevini yitirmiş ya da hâlâ sessizce çalışan bacalar, geçmişle şimdi arasında bir köprü kurarken aynı zamanda geleceğe dair sorular sormamıza da neden oluyor.

Sanatçı, “Bacaların kendi başlarına, genelde dimdik ve tarihe meydan okurcasına duruşlarını gözlemledim,” diyerek onları sıradan birer mimari unsurdan çok, değişim, gelişim, mimari kaygılar ve çevre duyarlılığı gibi kavramların taşıyıcısı olarak gördüğünü ifade ediyor. Aynı zamanda şu soruyu da ortaya atıyor: “Acaba bugün hâlâ yıkılmadılarsa, bacalar bir sanat nesnesi olarak mı algılanıyor? Ve eğer öyleyse, yarın gözden düşüp yıkılmayacaklarının garantisi var mı?”
İnönü’nün yaklaşımı, Bernd ve Hilla Becher’in endüstriyel yapı tipolojilerinden esinlense de, onların nesnel tutumunu dönüştürerek daha kişisel ve estetik bir bakış sunuyor. Siyah-beyaz fotoğraflarda dünyanın farklı noktalarından bacalar yer alıyor; bu kareler hem modern üretim çağının görsel mirasına gönderme yapıyor hem de bu mirasın yavaş yavaş çözülüşünü kayda geçiriyor.

Sergi yalnızca fotoğraf çalışmalarından ibaret değil. Mekânsal düzenleme, mimar ve sanatçı Büşra Tunç tarafından kurgulandı. Tunç’un mekânın merkezine yerleştirdiği, kabuk formunu andıran yapı, izleyiciyi fiziksel olarak da serginin içine çekiyor. Bu yerleştirme, bir bacanın içinde bulunma hissi uyandırarak ziyaretçiye görselin ötesinde, bedensel bir deneyim yaşatıyor. Kabuğun hemen önünde ve serginin sonunda yer alan ekranlar ise hareketli görüntüler aracılığıyla bu “nefes alanı”nı iç mekândan dışarıya, sokağa taşıyor.
Görünmeyen Anıtlar, kent gürültüsünün ortasında sessiz ama kararlı bir varlık gösteren bacalar aracılığıyla, izleyiciyi hem fiziksel hem düşünsel olarak çevreliyor. Serginin genelinde hissedilen ritim; bir yandan anıt kavramının toplumsal bağlamlara göre nasıl evrildiğini gözler önüne sererken, diğer yandan izleyiciye kentin dönüşen yüzünü sorgulama alanı sunuyor.