Düşünce ve İfade Özgürlüğü 2023 Ödülleri Verildi

Türkiye Yayıncılar Birliği Düşünce ve İfade Özgürlüğü 2023 Ödülleri bu akşam Yapı Kredi Kültür Sanat Merkezi’nde düzenlenen törenle sahiplerini buldu. Törende yayınevi kategorisinde Güldünya Yayınları, yazar kategorisinde Yavuz Ekinci ödüle değer görülürken Özel Ödül ise Türkiye Gazeteciler Cemiyeti’ne verildi.

/

Türkiye Yayıncılar Birliği Düşünce ve İfade Özgürlüğü 2023 Ödülleri bu akşam düzenlenen bir törenle sahiplerini buldu. Törende yayınevi kategorisinde Güldünya Yayınları, yazar kategorisinde Yavuz Ekinci ödüle değer görülürken Özel Ödül ise Türkiye Gazeteciler Cemiyeti’ne verildi.  Törende Uluslararası Yayıncılar Birliği Yayınlama Özgürlüğü Komitesi Başkanı Kristenn Einarsson’un video mesajı yayınlandı, Einarsson mesajında ifade özgürlüğü açısından dünyanın durumunun pek iyi olmadığını vurguladı.

Türkiye Yayıncılar Birliği Başkanı Kenan Kocatürk de açılış konuşmasında yayıncılığımızın mücadele ettiği temel sorunların başında düşünce ve ifade özgürlüğü önündeki engellerle birlikte yayınlama özgürlüğü önündeki yasaklar, yasal zorluklar ve baskıların geldiğini söyledi. İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi’nin 19. Maddesini hatırlatan Kocatürk, düşünce ve ifade özgürlüğünün ve bunlarla birlikte gelen yayınlama özgürlüğünün, en temel anayasal haklarımızdan olduğunun bir kez daha altını çizdi.

Yavuz Ekinci’nin Ödül Töreninde Yaptığı Konuşma

Size birkaç hikâye anlatayım. İlkokulun ya üç ya da dördüncü sınıfındaydım. Öğretmenimiz bize “Resim defterinizi çıkarın ve evinizi, köyünüzü çizin” demişti. Büyük resim defterimi açtım, sayfanın ortasına önce bir çatı, sonra bir ev… Evin sağına gürül gürül akan bir dere, sol tarafına ise kocaman bir çam ağacı… Sonra evin arkasına sıradağlar, sıradağların arasında yükselen sarı bir güneş, V-M harflerinde onlarca kuş çizdim. En son evin çatısına tüten bir baca çizdim.

Derken yıllar geçti. Üniversiteyi bitirdim ve öğretmen olarak Batman’ın bir köy okuluna atandım. Bir gün öğrencilerime “Resim defterlerinizi çıkarın ve evinizi, köyünüzü çizin” dedim. Çocuklar defterlerini çıkarıp evlerini çizmeye koyuldu. Sıraların arasında dolaşıp öğrencilerimin çizdiği resimlere baktım. Öğrencilerim de tıpkı benim gibi, sayfanın ortasına çatılı bir ev, evin sağına dere, soluna çam ağacı, araka fona sıradağlar, dağların arasında yükselen güneş ve havada asılı kuşlar çizmişlerdi.

Oysa gerçek bu değildi!

Ben bir dağ köyünde büyüdüm. Evimizin duvarları taştan ve damları topraktandı. Köyde tek bir çatılı ev yoktu. Ama ben yine de resim defterime çatılı bir ev çizmiştim.

Görev yaptığım köy, bir ova köyüydü. Evler kerpiçtendi. Hepsi toprak damlıydı ve köyde çatılı tek bir ev bile yoktu. Ama öğrencilerim de benim gibi evlerini çatılı yapmışlardı. Peki neden çatısı olmayan evimizi değil de kitaplardaki gibi çatılı ev çiziyorduk? Çünkü evimizin bir ev olduğunu düşünmüyorduk.

İşte o günlerde öyküler yazıyordum. Okuduğum kitaplardaki gibi öykülerdi bunlar. Hiç bilmediğim, görmediğim hayatları anlatıyordum. Çünkü bir hikâyemin olduğunu ve hikâyemin de anlatılmaya değer bir hikâye olduğunu düşünmüyordum. Tıpkı yaşadığım evin çizilmeye değer bir ev olduğunu düşünmediğim gibi…

Evimin bir ev olduğunu, hikâyemin de anlatılmaya değer bir hikâye olduğunu anlamamı sağlayan yazarlardan biri Yaşar Kemal’dir. O yüzden Yaşar Kemal benim için bir yazardan öte, bir keşif, bir buluştur. Bu vesileyle yıllar önce bu ödülü alan Yaşar Kemal’i saygıyla anıyorum. Onun sayesinde yüzümü kendi evime, yani kendi hikâyeme çevirdim.

Açıkçası, “Rüyası Bölünenler”de anlatıldığı gibi bir hayatım olmadı ama “Rüyası Bölünenler” benim evimin ve evimdeki insanların geniş anlamıyla, köyümün, memleketimin, ülkemin hikâyesidir. “Rüyası Bölünenler”, pencerenin önünde gözü yolda, televizyonun karşısında giden oğullarından, kızlarından veya babalarından haber bekleyenlerin hikâyesidir. Bitmeyen bir bekleyişin hikâyesidir. Öyle veya böyle bu coğrafyanın hikâyesidir.

“Rüyası Bölünenler” romanım mahkeme tarafında yasaklanıp toplatıldığında “Kurgu evrenine açılan dava”ya karşı bir açıklama yapmıştım. O açıklamanın son kısmını tekrar bir kez daha hatırlatmak istiyorum.

“Roman bir kurgudur. Kurguladığım evrenin mahkemeye gerçek gelmesi benim edebiyatımın gücünü, mahkemenin de edebiyata yaklaşımını gösterir. Kurgulanmış bir yapıtın evrenine açılan dava soyuttur. Onu bugünün mahkemelerinde yargılayıp yasaklayıp toplatmak ise politiktir. Mahkeme, ‘Rüyası Bölünenler’in kahramanlarına tutuklama kararı çıkarıp onları hapse mi atacak? Gücünüz yetiyorsa buyurun roman kahramanlarını tutuklayıp hapse atın” demiştim.

Şimdi bu açıklamaya bir iki cümle daha eklemek istiyorum. İstanbul Cumhuriyet Savcısı, bu romanı yazdığım için bana dava açmaya hazırlanıyor. Bundan üç ay önce savcılığın isteği üzerine emniyet müdürlüğüne gidip ifade verdim. Bildiğiniz gibi mahkeme şimdiye kadar roman kahramanlarımı tutuklayıp hapse atamadı. Onlar hâlâ dışarda ülke, sınır, dil tanımdan dolaşıyorlar.

Merak ediyorum, mahkeme roman kahramanlarım geri gelsinler diye beni rehin mi alacak şimdi? Beni rehin alıp hapse de atsalar da roman kahramanlarım geri dönmeyecekler. Çünkü ben onların umurunda değilim.

Bu ödül benim için bir onurdur. Türkiye Yayıncılar Birliği’ne beni bu ödülü layık gördüğü için teşekkür ediyorum.

İlginizi çekebilir:  Edebiyat İç Dünyayı Ortaya Çıkarır
Previous Story

Gençlere Alan Açık: Medya Sanatı Yarışması

Next Story

Pera Müzesi’nde Yazarlar ve Editörler Buluşuyor

0 0,00
02_ArtDog_CD_Logo_RGB_Black

BÜLTEN

Türkiye ve dünyadan haftalık kültür-sanat haberleri, inceleme yazıları, sergiler ve etkinlikleri takip et.

Bülten aboneliğinde ArtDog Istanbul’un gizlilik sözleşmesini kabul etmiş olursunuz.