Serkan Sarıer’in Eylül ayında Berlin Sanat Haftası sırasında Berlin’deki stüdyosunda sergilenen eserleri, kimlik, aidiyet ve yabancılaşma temalarını araştırarak, toplumda “öteki” olarak konumlanan bireylerin sosyal baskılarla nasıl başa çıktığını konu ediniyor.
Kelime anlamıyla Hubris, antik Yunan’da aşırı kibir veya gurur anlamına gelen, genellikle felakete yol açan bir kavram olarak bilinir. Ancak Sarıer’in yorumunda, bu terim klasik köklerini aşarak toplumsal normlara karşı direnişin güçlü bir metaforu olarak kullanılıyor. Kavramı resimlerinde “öteki” olarak görülebilecek formların kendisine yüklenen beklentilerle nasıl yüzleştiğini ve kendini ifade etme arayışında yaşadığı yabancılaşma riskini nasıl göze aldıklarını betimliyor. Hubris kelimesinin etimolojik kökenleri Antik Yunan’a dayanıyor, genellikle aşırı güven ve saygısızlık olarak tanımlanır. Özellikle tanrılara karşı işlenen bu tür eylemler ciddi sonuçlarla cezalandırılırdı. İkarus ve Prometheus gibi mitolojik figürler bu fikri somutlaştırır; onların sınırları aşma girişimleri trajik sonuçlarla karşılaşmıştır. Ancak Hubris sergisinde Sarıer, bu kavramı geleneksel anlamının ötesine taşıyarak, dışlanmaya karşı verilen bir yanıt olarak yeniden yorumlar. Eserlerinde, meydan okumayı kaderi sorgulayan bir hareketten ziyade, hayatta kalmak için gerekli ve cesur bir eylem olarak ele alır. Etnisite, cinsiyet veya cinsellik gibi kimliklerinin toplumsal normlarla çatıştığı bireyler için bu baskılara direnmek, bir geri kazanım eylemi haline gelir. Sarıer’in eserleri, bu bağlamda, hubris kavramını yeniden tanımlayarak, marjinalleştirilen bireylerin riskleri göze alarak var olma haklarını savunma cesaretini ve direncini kutlar.
Sanatçı kimlik ile toplumsal beklentiler arasındaki gerilimi ele alır ve hubris kavramını, kendini kanıtlama ve yabancılaşma arasındaki ince çizgiyi keşfetmek için kullanır. Sergi, izleyiciyi hubris’in olumsuz çağrışımlarını yeniden düşünmeye davet eder ve bu kavramı baskıcı yapılar karşısında bir direniş biçimi olarak konumlandırır. Hubris’teki her bir eser, kırılganlık ve meydan okuma anlarını yakalayarak, marjinalleştirilen bireylerin dış baskılara nasıl direndiğini ve adapte olduğunu ayrıntılı bir şekilde sunar. Bu terimin etimolojik ve mitolojik köklerini çağrıştıran Sarıer’in Hubris sergisi, toplumsal normlara meydan okumanın bir kibir eylemi değil, dışlayıcı bir dünyada hayatta kalmanın temel bir unsuru olduğunu daha derin bir şekilde düşünmeye davet ediyor.
Direk olarak soracağım. Şu anda olduğunuz döneminizde (ilerde değişip dönüşebilir) sanatta esas meseleniz nedir?
Çalışmalarım öncelikli olarak insanlığın durumunu araştırıyor ve bireylerin tanıdık olmasına rağmen gerçek doğalarına hoş gelmeyen düşmanca ortamlarda nasıl gezindiklerine odaklanıyor. Aidiyet ile yabancılaşma arasındaki gerilimi ve insanların kendilerini bastırmak için tasarlanmış alanlarda kimliklerini nasıl öne çıkarmaya çalıştıklarını inceliyorum. Bu statükoya meydan okuma eylemi, yeniden tanımlanmış bir kimlik ve yer duygusuna yol açarak dönüştürücü olabilir.
Hubris özünde aşırı “kibir” anlamına geliyor bu ruh halini ve duruşu ifade ediyor. Mitolojik temelleri bir yana, “Hubris” (kibir) hali sizce insan denen türün en büyük sorunu olabilir mi? Tüm gezegeni yönetmeye çalışan, kendini diğer canlılardan üstün gören bir ırk olarak….. (örnek: ağaçları kesip ev yapan, hayvanları kesip yiyen ve kendini her şeyin üzerinde gören bir kibir )
Bu sergide “kibir” terimi, geleneksel yıkıcı gurur kavramından yola çıkarak bir isyan biçimini ifade edecek şekilde yeniden tanımlanıyor. Dayatılan sınırlamalar karşısında gerçeğin ve benliğin cesur bir iddiasını temsil eder. Kibir, kibri somutlaştırmak yerine, baskıcı güçlere karşı hayatta kalma ve kendini ifade etme aracı olarak hizmet eder.
Yunan mitolojisindeki anlamıyla “Hubris” daha çok haddini aşmak, doğal düzene ve sınırlara aldırış etmeden hareket etmek anlamına geliyor diyebiliriz. Mitolojik hikayeleren bazı örneklerde İkarus ve Prometheus Tanrılara meydan okudukları için cezalandırılırlar. Ancak siz kendi yorumunuzda aynı kavramı “sınırları aşmak, meydan okumak” değil “hayatta kalmak” olarak betimliyorsunuz. Bu gözleme katılıyor musunuz?
Bu gözleme katılıyorum. Bana göre kibir, Yunan mitolojisindeki gibi sırf meydan okumak için sınırları aşmak değil, düşman ortamlarda kendi kimliğini ortaya koymaktır. Baskıcı sistemlere meydan okuma eylemi, hayatta kalmak ve özgünlüğü korumak için gereklidir.
Yine bu soruyla bağlantılı olarak sizin hikayelerinizde bu cesur eylemleri yapanlar her anlamda daha çok “azınlık”lar degil mi? Farklı olduğu için baskı altında olanlar ….
“Azınlık” terimi, düşündüğüm karakterlerin karmaşıklığını tam olarak yansıtamayacak kadar genel. Irk, cinsiyet, ideoloji ya da kişisel deneyimler nedeniyle baskıcı ortamlara karşı verdikleri mücadeleyle tanımlanıyorlar aslında. Onları bastırmaya ve kendi varoluşlarını yeniden tanımlamaya çalışan sistemlere karşı savaşırken eylemleri dönüştürücü olabilir.
“Hubris” kavramı sizin serginiz kapsamında güncel bir direniş hareketine mi dönmüştür?
Benim anlatımımda kibir, salt kibri temsil etmekten çok, güç yapılarının meşruiyetine meydan okuyor. Baskıcı sistemleri sorgulayan, kibir olarak görülebilecek şeyi hayatta kalmak için cesur bir mücadeleye dönüştüren bir kendini ifade etme ve direniş eylemidir.
Yabancılaşma kavramı tüm bu denklemde işlerinizde bu çerçevede nasıl yer alıyor?
Yabancılaşma, kibir ve hayatta kalmayla yakından bağlantılı olan çalışmalarımın ana temasıdır. Karakterler genellikle gerçek doğalarına hoş gelmeyen ortamlarda bir kopukluk hissi yaşarlar. Bu yabancılaşma, baskıcı bir dünyada kimliklerini öne çıkarma çabaları olan eylemlerine yön veriyor.
İşleriniz kişisel tarihinizi ve deneyimlerinizi yansıtıyor mu? Öyleyse paylaşır mısınız?
İşlerim ağırlıklı olarak kişisel geçmişimden, özellikle de kopukluk deneyimlerimden ve kimlik arayışımdan yararlanıyor. Etrafınızdaki dünyanın kim olduğunuzu tanımaması veya onaylamaması durumunda ortaya çıkan yer değiştirme hissini yansıtıyor. Bu onaylanma eksikliği derin bir umutsuzluk duygusu yaratabilir, çünkü çevre sizin varlığınıza karşı kayıtsız ve hatta düşmanca görünebilir. Çalışmalarım, kişinin kendini görünmediğini ve desteklenmediğini hissedebileceği alanlarda gezinmeyi, kendini keşfetme yolculuklarını belgeliyor. Dışarıdan onaylanma eksikliğinin kişinin benlik duygusuna nasıl meydan okuyabileceğini, aynı zamanda yabancılaşma karşısında kişinin kimliğini tanımlama ve savunma yönünde daha derin, daha acil bir arayışa nasıl yol açabileceğini araştırıyor.
Güncel ilham kaynaklarınız?
Şu anki ilham kaynağım, tarihsel olayların ve bu olayların değişen yorumlarının güncel meseleleri nasıl şekillendirdiğini araştırmaktan kaynaklanıyor. Zamanla kültürel, politik ve sosyal değişimlerden etkilenen yeni bakış açıları ortaya çıktıkça anlamlar da gelişir. Bu dönüşümleri inceleyerek tarihsel anlatıların nasıl yeniden tanımlandığını ve bu yeniden yorumlamaların mevcut mücadelelerimizi nasıl etkilemeye devam ettiğini anlamaya çalışıyorum. İşlerim geçmiş olayların durağan olmadığı, güncel zorluklara çözüm bulmak için sürekli olarak yeniden çerçevelendiği tarihin akışkan doğasını araştırıyor ve tarihin kimliği, güç dinamiklerini ve toplumsal çatışmaları nasıl bilgilendirmeye devam ettiğini açığa çıkarıyor.
** Serkan Sarıer’in Hubris adlı sergisi 3 Ekim – 2 Kasım 2024 tarihleri arasında PİLEVNELİ’de.
KOPUKLUK VE KİMLİK
1979 yılında Hanau Almanya’da doğan Serkan Sarıer, 2001 yılında Antwerp Royal Academy of Fine Arts’dan mezun oldu. 2018’de Goldsmiths University of London’da yüksek lisans öğrenimini tamamladı.
Tuvalden videoya uzanan geniş bir portfolyoya sahip olan sanatçı “Ya kimliğimizle ilişkilendirdiğimiz topluluktan çok uzakta var oluyorsak? Ya benliğimiz, etnik kökenimiz, cinsiyetimiz çevremizden taşıdığımız kimliğimiz bir kayıp anlamına getirecek kopuksa?” sorularının peşinden gidiyor ve yapıtlarında bir yere ait olamama hali, mekan, kimlik, insan ilişkilerini sorguluyor. Sarıer eserleriyle cinsel kimlik, etnik köken, dinsel farklılıklar gibi kalıplara karşı çıkıyor. Sanatçı kişisel ‘yabancılaşma hali’ni, eserlerinde figürleri kendine has formlarından uzaklaştırıp akışkan bir görünüme dönüştürerek işliyor. Sarıer için bu dönüşüm sosyal benliği kısıtlayan kimlik gruplarından ayrışmanın bir sembolü. Yaşamını ve çalışmalarını New York’ta sürdürüyor.
“ALGININ SINIRLARI” Sayısı
ArtDog Istanbul basılı dergi satış noktalarını görmek için tıklayın.
Kapak Fotoğrafı: Doug Aitken, 3 Modern, Figures (dont forget to breath), 2018, Fotoğraf: Hadiye Cangökçe.