Kültür Varlıkları ve Müzeler Genel Müdürlüğü Bilim Kurulu Üyesi ve YTÜ Mimarlık Fakültesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Zeynep Gül Ünal

Dünya Anıtlar Fonu’ndan Onur Ödülü “Kaybettiklerimize Borçluyuz”

Kültür Varlıkları ve Müzeler Genel Müdürlüğü Bilim Kurulu Üyesi ve YTÜ Mimarlık Fakültesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Zeynep Gül Ünal, dünyanın farklı bölgelerindeki insani felaketlerde ve son olarak da Türkiye’de yaşanan depremlerin ardından kültür varlıklarının korunmasına ilişkin müdahale çabalarına öncülük eden çalışmaları nedeniyle Dünya Anıtlar Fonu tarafından Onur Ödülü’ne layık görüldü. Aynı zamanda Uluslararası Riske Hazırlık Bilim Komitesi (ICORP) Başkan Yardımcısı görevini de yürüten Ünal ile 6 Şubat depremleri sonrası sahada yürüttükleri çalışmaları konuştuk.

/

Zeynep Gül Ünal aynı zamanda Uluslararası Riske Hazırlık Bilim Komitesi (ICORP) Başkan Yardımcısı görevini de yürütüyor. Ünal ile 6 Şubat depremleri sonrası sahada yürüttükleri çalışmaları konuştuk.

  • Dünya Anıtlar Fonu tarafından Onur Ödülü’ne layık görüldünüz. Bu konunun önemi nedir? Bize biraz söz eder misiniz?

Dünya Anıtlar Fonu 1965 yılında kurulmuş ve özellikle risk altındaki kültür varlıklarının korunması konusunda çalışan önemli küresel organizasyonlardan biri. Watch Award – Onur Ödülü de koruma konusunda alanda uluslararası etkiye sahip çalışmalar gerçekleştiren konu uzmanı kişilere veriliyor. Benim ödüle aday gösterildiğimden haberim yoktu. Haberi afet bölgesinde çalışma yaptığım sırada gelen bir mesajla öğrendim.

2021 yılında, ICOMOS Uluslararası Anıtlar Sitler Konseyi’nin Kriz İzleme ve Müdahale Çalışma Grubu’nun koordinatörü olarak göreve getirildim ve yakın zamanda Ukrayna, Sudan, Nijerya, Pakistan gibi savaşların ve doğal afetlerin bulunduğu bölgelerde yaşananların kültür varlıkları üzerindeki etkisini ekibimle birlikte yakından izliyor, müdahale aşamasında destek verilmesi konusunda çalışıyoruz Ödül, bu çalışmalar da göz önünde bulundurularak verildi. 6 Şubat Depremi ise kültür mirası üzerinde de önemli yıkımlara neden olan yakın dönem afetlerin en büyüğüydü. Oradaki çalışmalarım da en başından itibaren izleniyordu sanırım.

  • Kültür mirasını korumaktan ne anlamalıyız?

Kültürel miras belki de içinde geçen ‘miras’ kelimesi nedeniyle genelde çaba harcamadan edinilmiş gibi algılanabiliyor. Bu nedenle korunması da emek konmadan edinilenlere karşı takınılan bir harcayabilme tavrını da içeriyor. ‘Miras’ diyerek onu eğer sadece yapıya, malzemeye indirgerseniz; aslında zorunlu ve içi tanımsız bir eyleme dönüşebilir.

Kültür mirasının korunması; geleceğimizi tasarlayabilmek için geçmiş referansımızı korumak aslında. Örneğin, günlük yaşamda bir adım önünüzü planlamak için nasıl hafızanızdan referans alırsınız, aslında buna referans veriyor kültür miras. Sizin üstün derecede nasıl bir eser yaratabildiğinizi, yaratımınızın gücünü tanımlıyor. Sürekliliğin içindeki dinamik yapının özünü tanımlıyor. Toplumda kolektif olarak bunu nasıl yapabiliyorsunuz; onu gösteriyor.

  • ‘Koruma’ bilinci gelişmesi ne demek? Toplum olarak bizim bu konudaki eksiklerimiz neler?

Bu üzerinde uzun tartışılacak bir konu. Bu konunun bir boyutu sizin kültür mirası ne kadar size ait olarak kabul ettiğinizle ilgili. Miras olarak kabul edilen ya da kültür varlığı olarak kabul edilen değeri kendi hayatınızın içine çok katmamışsanız; yokluğu da sizin için çok bir şey ifade etmiyor olabilir. Ama eğer o varlıkla, değerle birlikte yaşama geleneğine sahipseniz, yaratımında zamandan ve mekandan bağımsız olarak bir rolünüz olduğunu düşünüyorsanız; yokluğu da sizin için çok büyük bir boşluk yaratıyor. İhmalin bir kısmı buradan geliyor galiba.

  • Siz UNESCO, ICOMOS ve ICORP- Risklere Hazırlık Bilimsel Komitesi gibi pek çok uluslararası kurumda kültür varlıklarının ve kültürel mirasın korunması için etkili rol oynuyorsunuz. Burada nasıl bir çalışma yürütüyorsunuz?

Bunların bazıları hükümetlerarası organizasyonlar. Kuruluş amaçları, çalışma prensipleri tanımlı… Bunlar aynı zamanda katılımcı ülkelerin benimsediği belli kurallara sahip organizasyonlar. Belli görevleri ve belli rutin çalışmaları var. UNESCO’nun dünya mirasına ilişkin çalışması gibi…  Somut veya somut olmayan kültürel mirasın korunmasına ilişkin sözleşmeler; bunların uygulanmasına ilişkin araçların tanımlanması ve uygulanmasının sağlanması gibi… Bunlar daha ziyade politika belirleyici ve kültür politikalarına yön verici organizasyonlar. Bir de sivil toplum örgütleri var. Bunların arasında tabii Uluslararası Anıtlar Sitler Konseyi (ICOMOS) önemli organizasyonlardan biri. Bu organizasyon da 1965 yılında İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra yaşanankayıpların ve hafızadaki büyük boşlukların yarattığı endişeleri gidermek, yıkılan yapılı çevreleri yeniden oluşturmak için hangi kuralların geçerli olacağını tespit etmek için kuruluyor. Şüphesiz büyük savaşlarla gelen geniş ölçekli ani yıkımlar her açıdan kırılma noktası oluyor. Savaş sadece yıkımı tanımlamıyor, savaş sonrası sınırlar da değişebiliyor ve sınırlar değiştiğinde, mirasın ötekileştirilmesi söz konusu olabiliyor. Tüm bu problemli ortamlarda kültürel varlığını herkesin mirası haline getirip, korumak gerekiyor. Bu ortamda kurulan Uluslararası Anıtlar Sitler Konseyi ICOMOS çok önemli bir role sahip.

ICOMOS kültür varlıklarının korunmasıyla ilgili olarak çalışan dünyadaki en büyük bilimsel network olarak tanımlanabilir. Yaklaşık 11 bin üyesi var. Sanırım 150 üye ülkede ulusal komitesi bulunuyor.Konsey,yirmi kişilik bir yönetim kurulu ve onun içinde de yedi kişilik bir çekirdek danışma kurulu tarafından yönetiliyor. Her ülkenin bir milli komitesi var. Türkiye Milli Komitesi 1970 yılında kurulmuş ve uluslararası komiteler içinde de önemli bir yere sahip. Ben kuruluşundan beri yönetimde göreve gelen ilkTürk’üm. Bununla da gurur duyuyorum tabii; kadın ve Türk olmaktan dolayı… Bunun en önemli sebeplerinden biri de kuvvetli bir milli komiteye sahip olmamız. Bu dönem yeniden bulunduğum pozisyona aday gösterildim ve seçilirsem son görev dönemim olacak. Umarım benden sonra bayrağı devralacak genç arkadaşlarım olur.

  • Bölgede şu anda nasıl bir çalışma yürütülüyor?

Şu anda her kurum kendi yetki ve sorumluluk alanına göre sahada iyileştirme aşamasına destek veriyor. Yıldız Teknik Üniversitesi olarak bir çalışmamız var bölgede. Mimarlık Fakültesi Restorasyon Araştırma Grubu olarak da ekibimiz durum belgeleme çalışmalarına devam ediyor. Bu tamamen detaylı bir hasar belgelemesi değil. Durumun belgelenmesi, daha sonra afet risk yönetiminde kullanılacak altlığı oluşturmak için yapılan hızlı bir belgeleme.  Alandaki hasara ve hasarsızlığa bakarak bundan sonrası için o bölgede nasıl bir rehabilitasyon çalışması yapacağız, onu belgelemeye çalışıyoruz. Buna enkaz yönetimi de, kültür molozunun yönetimi de, müdahale önceliklerinin nasıl belirlenmesi gerektiği de dahil…

  • Dünyada bize örnek olabilecek bu türden bir deprem ve sonrasındaki uygulamalar var mı?

Bence her afetten bir ders çıkarabilirsiniz. Yeter ki alana kendiniz gidin ve çalışın. Mesela bundan birkaç yıl önce ICOMOS, ICORP Risklere Hazırlık Bilimsel Komitesi ve Yıldız Teknik Üniversitesi Tarihi Miras Uygulama ve Araştırma Merkezi’nin de içinde olduğu, ICORP On the Road isimli bir belgesel projemiz olmuştu. O projede ‘dünyadaki altı büyük afeti seçip bu vakalara nasıl müdahale edilmiş, nasıl sıkıntı yaşanmış, halkın buna katkısı nasıl olmuş?’a baktık. Bunlardan bir tanesi de Gorkha depremiydi. Ve daha sonra bunlarla ilgili yayınlar da yaptık. Sanırım kültür varlıklarına yönelik afet risklerinin yönetiminde en önemli noktalardan biri olayın olduğu o bizim sıfırıncı saniye dediğimiz andan itibaren iyi bir kayıt tutmak. Çünkü iyi bir kayıt tutarsanız problemlerin en başından itibaren sebeplerini görme şansınız oluyor ve bunu da çözüme doğru aktarabiliyorsunuz. Bence onun için en iyi örnek L’Aquila ve Gorkha depremleri olabilir. Yani ikisinde de komitelerde çalışan arkadaşlarımız çok iyi belge topladılar. İtalya kendi yaptığı restorasyonları da irdeledi; burada yaptıkları hatalarla ilgili iyi raporlar hazırladılar ve bunu uluslararası camiayla paylaştılar. Bence bu da çok değerliydi. Yani problemleri çözmek için kendi hatalarını da kendileri çalıştılar.

İlginizi çekebilir:  Ormanda Bir Kulübe Saklı

Gorkha depreminde Dünya Mirası alanı Katmandu Vadisi  çok büyük hasar gördü ve tapınaklar yıkıldı. Özellikle o bölgede tapınakların üzerinde koruyucu bazı semboller var. Bunların korunması önemliydi ve alanda ellerinden geldiğince hassas bir çalışma gerçekleştirmeye çalıştı uzmanlar. Kısaca bu ilk defa 6 Şubat depreminde karşımıza çıkan bir konu değil.

  • Beklenen olası İstanbul depremi için 6 Şubat’tan nasıl bir ders çıkarmalıyız?

Bu depremde benim gördüğüm en önemli eksiğimiz güncellenmiş bir envanterimizin olmamasıydı. Yani elinizde güncel envanter yoksa neyi kaybettiğinizi de bilemeyebilirsiniz. Mutlaka basından takip etmişsinizdir; özellikle tarihi yapının yoğun olduğu Antakya’da tescilli olmayan tarihi yapıların enkaz olarak görülüp kaldırılmasıyla ilgili bir tartışma yaşanıyordu. Şimdi orada iki noktanın altını dikkatle çizmek gerekiyor. Birincisi niye tescilli değillerdi? Çünkü içinde yaşayan insanlar da tescillenmesini istemiyordu. Özellikle kaçınıyorlardı; proje yapmak, bunu uygulatmak vs. ile ilgili sıkıntılar nedeniyle. Fakat devlet tescilli tarihi yapıların onarımı için fon ayırdığını açıkladığı andan itibaren birdenbire tescil başvurusu patlaması yaşanmaya başladı bölgede. Bir afete karşı siz bu yapıları değerli buluyor ve koruyorsanız evet İstanbul’da da afetten daha fazla yapı hasarsız çıkar. Bu tamamen ulusal politikalarımızın yanında kişisel bilinçle de ilişkilendirilmesi gereken çok önemli bir konu.

  • Doğru restorasyon ile tarihi bazı yapıları kurtarabilir miydik?

Kısa cevap evet! Tarihi bir yapının depremde davranış biçimini anlamak çok zordur. Doğru restorasyon demek yapıyı doğru anlamış olmanız demektir. Yani yapının mevcut durumunu, davranış biçimini doğru anlamanızdır. Böylelikle yapının dayanıklılığa katkısını da anlarsınız. Zaten özellikle tarihi dokuların neden tarihi doku olarak afet bölgelerinde ayakta kaldıklarının anlaşılması iyi bir afet yönetiminin altlığını oluşturuyor. Çünkü düşünün bir deprem bölgesindeki tarihi bir yapı bir sürü afetten sağlam çıkabilmiştir. Bunun bize bir ipucu veriyor olması lazım. Şimdi bu yapıyı iyi okuyamadıysanız, yapıya zaman içinde yapılmış müdahaleleri doğru anlayamadıysanız ve bunu geleneksel yöntemde inşa edilmiş bir yapı değil de yeni, çağdaş malzemelerle ve yapım teknikleriyle inşa edilmiş bir yapı gibi görüp hesaplamaya kalktıysanız; hele ki geleneksel malzemeyle uyumlu olmayan malzemeleri kullandıysanız o zaman işte ikinci bir afeti yaratırsınız. Zaten afetleri ‘doğal afet’ ve ‘insan kaynaklı afet’ diye ayırmıyoruz artık. Dolayısıyla net cevap verecek olursak; evet yanlış restorasyon uygulamalarından kaynaklı kayıplarımız oldu.

  • Depremden hemen sonra bölgedeydiniz? İlk anda nelere şahitlik ettiniz?

Ben Gaziantepliyim, yakınların orada yaşıyor. Doktora tezimi de oradaki tarihi dokunun korunması konusunda yaptım. Yani afet, kişisel olarak da çok yakından vurdu beni… Dolayısıyla ekip üyesi olduğum GEA Arama Kurtarma Grubu’nun alarmı almasından bir süre sonra aile üyeleri ile bağlantı kurabildim ve hayatta olmalarının sevindirici bilgisinden sonra ilk teknik bilgileri de aldım… Gaziantep nispeten az etkilenmişti…

İlk ulaştığımız ve çalıştığımız alanlar önce İskenderun sonra Antakya oldu. Deprem bölgesinde içinde bulunduğumuz durum insanın ve insanlığın bir sınavı gibiydi. Bir yandan can kurtarmaya odaklanırken bir yandan da meslek insanı olarak küçük hataların büyük afetleri nasıl yarattığının ibret verici görüntülerini sindirmeye çalıştık. Elimizden geleni yapmaya çalıştık ama ne kadar çabalasak da hep ‘az’ oldu.

  • Sizi en çok ne etkiledi?

Bir kere çok fazla yerleşim etkilenmişti. Ben ve GEA’daki ekip arkadaşlarım alana ilk ulaşan ekiplerden biriydi. Biz de tabii ilk anda sadece ilk ulaştığımız yerdeki hasarı görebiliyorduk… Bizim için, bizim uzmanlık alanımız için de çok üzücüydü ilk anlar. Mesela Antakya’da Meclis Binası’na bakıyorsunuz, yıkılmış. Ulu Cami’ye bakıyorsunuz, yerle bir olmuş. Habib-i Neccar Cami’nin kubbesi çökmüş. Zaten sokakların çoğu yıkılan yapılar nedeniyle kapandığı için birçok noktada ilerlemek neredeyse mümkün değil. Deprem bölgesine ulaştığımız an bulunduğumuz yeri algılama sorunu yaşadık. Yapı adaları yok olmuştu. “Tarihi yapılara bakarak yönümü tayin ederim” diyordum ama onların da çoğu yıkılmıştı. Yani bulunduğumuz yere dair tanıdık hemen her şey yıkılmıştı. Kaybolmuştuk…

İnsanlar çok üzgündü. Yani herkes genelde ilk anlarda o yapıları düşünmezler diye düşünür. Ama öyle değil. Örneğin, ilk andan itibaren Kültür Bakanlığı’ndan genel müdür yardımcıları ile telefonlaşıyorduk ve onların ekipleri hemen sahaya çıkmıştı. Herkes hızla kendi bölgelerine ulaşarak hasara bakmaya çalışıyordu. Onların hikâyelerinin şahidi oldum. Herkes bir şeyi korumak için çabalıyordu. Sanırım afetlerde en önemli şey; referans noktalarını kaybetmek oluyor

  • Son olarak ne eklemek istersiniz?

Travma sonrası yeniden yapılanma, ayağa kalkma ve yaşamaya devam etmek gerekiyor. Çok büyük alanda bir kayıp olduğu zaman hani derseniz öncelik nedir? Neyi önce onarmamız gerekir? O bölgede yaşayan insanlarla konuşup; onlar ilk olarak hangi yapıyı yeniden görseler yaşamlarına ifade katan bir şey yerine gelmiş olur, onu anlamak lazım… O önemli. Şimdi her yerleşim için bunu bulmamız gerekiyor. Orada yaşayan her kişi için bunu bulmamız gerekiyor… Ve orada kaybettiğimiz her kişiye de bunu borçluyuz…

Previous Story

Hangi ülkelerde en çok özel sanat müzesi var?

Next Story

Bir Mutluluk Çağrısı

0 0,00
02_ArtDog_CD_Logo_RGB_Black

BÜLTEN

Türkiye ve dünyadan haftalık kültür-sanat haberleri, inceleme yazıları, sergiler ve etkinlikleri takip et.

Bülten aboneliğinde ArtDog Istanbul’un gizlilik sözleşmesini kabul etmiş olursunuz.

Verified by MonsterInsights