Kerem Ardahan ve BIYIKOF, Büyükdere35’te açılan “Dysto Daisies” adlı sergilerinde gerçeklik, gündelik yaşam ve distopya konularını irdeliyorlar. İki birbirinden bağımsız sanatçı olarak paralelde birlikte ürettikleri bir sürecin yansımaları olarak izlenen sergi disiplin, üslup gibi konularla birlikte iki farklı stilin sanatçısını tek bir yüzeyde buluşturuyor. Yüzeyde izlenen katmanlı ve dokulu fırça darbeleri ile, pürüzsüz arayışlar heterojen bir kimşiğe dönüşüyor. Aynı zamanda gündelik yaşam, gerçeklik, yansımalar ve distopik meseleleri de irdeleyen sanatçılar bir tuval yüzeyine birlikte müdahale ederken sanatçı kimliklerindeki sınırları geçme çizgisinin, müdahalelerin ve yeniden kurulan sözsül diyalogların imgesini sunuyor. Kerem Ardahan ve BIYIKOF’un “Dysto Daisies” sergisi Büyükdere 35’te 20 Nisan’a kadar izlenebilir.
Kerem ve Çağlar (Bıyıkof) bu birlikte hazırladığınız ikinci sergi. “Dysto Daisies” adlı serginizin kavramsal yaklaşımı, ikinizin arayışları ve söylemlerinden bahsedebilir misiniz? Birlikte çalışırken hangi kavramların üzerinde durmayı öncelik haline getirdiniz?
Kerem Ardahan & BIYIKOF: İlk sergimiz “Cry Baby” daha çok hareket, enerji, tırmalama, bağırtı, çağırtı, sıkıntı ve kanırtmanın izlerini taşıyordu. Bu hislerin kaynağını anlamaya çalışmak bizi içinde bulunduğumuz durumun adını koymaya ve bir adım geriden bakmaya götürdü. Bu çaba bir rüyadan başka bir rüyanın içine uyandığımız bir tavşan deliği gibiydi. Dysto Daisies, giderek silikleşen gerçekliğe dair izlenimlerimizin tezahürü diyebiliriz. Bu sergide gerçeklik sonrasının tuhaf, rahatsız edici, muğlak yönlerine odaklanıyoruz.
Cry Baby’nin üretim sürecinde birlikte bağırıp çağıran iki çocuk gibiydik, bu bağırış çağırışlar sanki kendi icat ettiğimiz yeni bir dile dönüştü. “Dysto Daisies”de bu dili kullanarak sakince sohbet ediyor, dertleşiyor gibiyiz.
Büyükdere35’te birlikte gerçekleştirdiğiniz bu sergide çeşitli kavramlardan söz ettiniz. Bu kavramları biraz daha derinleştirerek nasıl üretimler ile izleyicinin karşısında çıkıyorsunuz? Serginin ismi nasıl bir anlatı sunuyor?
Dysto Daisies ideal bir toplum anlayışının antitezini tanımlamak için kullandığımız “distopya” ile “papatyalar” kelimelerinin İngilizce bir birleşimi. “Distopya”da geçirilen sıradan bir günün sonunda hissedilen kasvetli gerçekliği kabul ettiğimiz ve bu izlenimlerimizin tuvale yansıması diyebiliriz. Sergideki bütün işleri üretirken hep aynı duyguda kalmaya çalıştık diyebiliriz. Konudan uzaklaştıkça da sürekli bir mantra gibi tekrar tekrar aynı hisse kendimizi odakladık. İçerisinde azıcık umut barındıran kayıp ve çaresizlik hissi…
Peki, iki farklı sanatçı olarak bir araya nasıl geldiniz, birlikte üretmeye nasıl karar verdiniz, birlikte çalışma sürecinizi nasıl tanımlarsınız?
Tanışır tanışmaz resim yapmaya başladık diyebiliriz. İlk tanıştığımız günden beri resim yapıyoruz ve resim seanslarımız dışında sosyal yaşamda çok az görüşüyoruz. Tuval üzerinde kurduğumuz iletişim bize çok yetiyor. Beraber resim yapmak değil de sadece yakın dostluğumuz olsa birbirimizi çok daha az veya daha farklı yerden tanırdık. İlk resim yaptığımızda çok çekinmiştik ve birbirimizin özel alanına giriyoruz diye konuşmuştuk. Bu durum gerçekten de öyle. Resim yapma anı biraz insanın kendi kendisiyle yaşadığı bir süreç nihayetinde. Bunu başka biriyle paylaşmak ve bunu dört seneden uzun bir süredir yapmak, iletişim kurmanın bambaşka kapılarını aralıyor insana.
Birlikte üretirken plastik bir çerçevede resim yapıyorsunuz. Birlikte kullandığınız teknikler nelerdir, hangi malzemeleri tercih ediyorsunuz?
İkimiz de gerçek anlamda ressamız. Hep boyayla çalışıyoruz, çocukluktan beri kendimizi ifade etmek için kullandığımız malzeme boya ve bize şimdilik yetiyor. Bunun dışında Kerem’in sokak sanatına, Çağlar’ın ise illüstrasyona ilgisi var, bunun resimlerimize etkisi azımsanamaz derecede hissedilir durumda. Genelde tuval üzeri akrilik ve sprey boyalarla çalışıyoruz. Bunun dışında bazen bu teknikleri kolajla desteklediğimiz kâğıt üzeri işler yapıyoruz. Bir noktada kesinlikle yeni malzeme ihtiyaçları doğacak fakat bunu derdimizi anlatmak için o malzemeye ihtiyacımız olduğu noktada kullanmak isteriz.
Peki, eserlerinizdeki görsel dili, kullandığınız imgeleri nasıl tanımlarsınız? Birbirinizin üslubunda belirli bir yaklaşımı ne ölçüde takip ediyorsunuz, yoksa her resim için farklı bir yaklaşım mı benimsiyorsunuz? Burada rastlantısallık ve belirli bir planlılık arasındaki geçiş sürecini öğrenmek isterim.
Biraz zıt karakterleriz. Kerem daha sert ama renkli, dağınık, glitchli, biraz sokağa göz kırpan bir dil kullanıyor. Bıyıkof ise hem kaba saba hem kırılgan, rahatsız edici, yeraltı çizgi roman estetiğine göz kırpan bir dil kullanıyor. İkimizin üslupları bir araya geldiğinde ortaya üçüncü bir persona çıkıyor, bunda çok uzun süredir beraber aynı yüzeyde çalışmamızın etkisi büyük. O kadar ki bazen yer değiştirebiliyor, birbirimizin çizgilerini taklit edebiliyoruz. Belirli bir formülümüz yok, her resim yapma seansımız yeni bir deney gibi, kobay olarak kendi hislerimizi, coşkularımızı, sancılarımızı koyup kesip biçiyoruz tuval üzerinde… Bazen eski eskiz defterlerimizden bulup çıkartıyoruz imgeleri, bazen yeni eskiz yapıyoruz, bazen de rastlantısal olana teslim oluyoruz.
Ortak paydada resmin konusu, imgesi belirlenirken sizi geliştiren, sanatsal pratiğinizde besleyen ve belki de meditatif bir sınır olgusunu resim üzerinden insanlara, sanatçılara tanımlanan alanı nasıl yorumluyorsunuz?
En uzun sözlü konuşmamız ilk buluşmamızda gerçekleşmişti… Ondan sonra çok az konuştuk, zaten elimizde iletişim kurmamızı sağlayan çok güçlü bir dil var, o da resim. Bu kadar süredir devam etmemizi sağlayan şey tam olarak da bu. Daha önce kimseyle kurmadığımız yeni bir diyalog biçimi keşfettik. Bir araya geldiğimizde ortaya çıkan kimyaya ikimiz de kıymet verip sahiplendik. Birlikte üretirken birbirimizin sınırlarını işgal etmiyoruz, “resim”in önümüze açtığı, sınırları sürekli genişleyen bir alanda hareket ediyor oluyoruz. Bu da bizi sınırsız olanaklar barındıran bir deneyime ulaştırıyor böylece iki kişi olarak özgürlük alanımız daha da büyüyor.
Peki, birlikte çalışırken yaşadığınız en büyük zorluklar neler oldu? Bir diğer yandan birlikte çalışmanın sizin sanat anlayışınıza ve yaratıcı sürecinize nasıl bir katkıda bulunduğunu düşünüyorsunuz?
Beraber resim yapmak bizim için zorlukları aşmanın yolu oldu. Birlikte resim yaparken girdiğimiz açmazlar birbirimizle değil resim ile ilgili oluyor. Resim yapmak zaten başlı başına kendine zorluk çıkarmak, başına bela almaktır. Beyaz yüzeye atılan ilk fırça darbesi en büyük problemdir ve resim bitene kadar o problemi çözmeye çalışırız aslında. Üretirken sadece kendimize değil birbirimize karşı da sorumluyuz ve bu belirli bir özen getiriyor. Bu özen önce arkadaşlığımıza, sonra kendi işlerimize yansıyor… Ve başkalarıyla olan iletişimimize doğru yayılıyor.
Birlikte çalışmanın anahtarını bulduktan sonra başka sanatçılar, üretimler, kültürel etkiler veya kişisel deneyimleriniz size nasıl bir yön veriyor?
Birlikte üretmek birbirimizle etkileşim halinde vakit geçirmemizi sağladı. Resim yapma seanslarımızda harcadığımız saatler birçok yönden törpülenmemizi, bazı öğrenilmiş, ezberlenmiş, bayatlamış yaklaşımlarımızın yerine taze ve gerçek bakış açılarının ortaya çıkmasını sağladı. Bu durum hayatımızın geneline yansıyor, bizi diri ve yeniye açık hale getiriyor.
Son olarak Büyükdere35’te gerçekleştirdiğiniz bu sergide birlikte çalışmanın, kolektif üretmenin gücünden besleniyorsunuz. Dört yıldır birlikte de devam eden üretim pratiğiniz ile ileride birlikte çalışmak istediğiniz başka sanatçılar veya farklı projeler var mı?
Beraber resim yapma sürecine hiçbir zaman bir proje olarak başlamadık. Hayatın olağan akışının bir parçası olarak gerçekleşti. Daha önce de belirttiğimiz gibi birlikte bir dil icat ettik. Bu icat istikrarlı bir şekilde mesaimizi sürdürmemizle mümkün oldu. Biz üretmeye devam edeceğiz ve yolculuğumuz sırasında karşımıza neler çıkaracak, başka kimler çıkacak bilmiyoruz.
Olağan akış içerisinde karşımıza aynı düzlemde diyalog kurabildiğimiz birileri çıkarsa birlikte çalışmaya kapalı değiliz.