Dans yolculuğunuz nasıl başladı ve bugün neredesiniz?
Kendimi fark ettiğimden beri dans ediyorum. Hareket ve dansla büyüdüm, birçok bireysel özelliğimi dansla keşfettim, çoğu zaman tercihlerimi hareket ve bedenimi merkeze koyarak yaptım. 1983-1984 sezonunda başladığım dans yolculuğum bir direniş yöntemi, açılma ve arayış dinamikleriyle devam ediyor. Yaşam bana bu şansı tanıdı, ailem bu seçimime saygı duydu ve destek verdi.
İlkokul 4. sınıftayken Ankara Devlet Opera ve Balesi’ne bağlı olan Çocuk Balesi sınavını kazandım. Ardından Hacettepe Üniversitesi Devlet Konservatuvarı, Bale Bölümü’nde başladığım akademik eğitimimi 1992’de Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi’nde birinci sınıfı bitirmemle sonlandırdım.
1992-1993 döneminde MSGSÜ İDK bünyesinde açılan Modern Dans programının ilk üç öğrencisinden biri oldum. Profesyonel olarak çağdaş dans eserlerinde yaratıcı dans ve performans sanatçısı olarak yer almaya ve kısa koreografiler yapıp sahnelemeye başladım.
Fikirlerimi bedenleştirmek peşinde kendimin kâşifi olmak istedim. Ve bu tavırdan çok zevk aldım. Bedenlerle kinestetik iletişim kurmaktan, rehber olabilmekten çok keyif alıyorum, öğreniyorum. Dansla hareketle dönüştüm, dönüşüyorum.
Beden ve dans odaklı yaşıyor, çağdaş dans sanatçısı, koreograf ve akademisyen olarak üretiyorum. Beden odaklı terapi alanında kırılganlaştırılmış kişilerle çalışıyorum.
Dans sanatçılığı geliştikçe, hareket üretimine, hareketin niyetine ve tavrına verdiğim değer katlandı ve beraberinde öteki bedenlere olan ilgim ve hizmet etme isteğim, merakım arttı. Beden inşa ve yeniden yapılandırma sürecinin ardından, MSGSÜ’de 95’te başlayan akademik eğitmenlik kariyerime devam ediyorum.
Dans aracılığıyla çeşitli kültürlerle tanıştım, farklı yaş gruplarına, yaşanmışlıklara, bedensel ve davranışsal alışkanlıklara ve yaşamlara dokundum. Beden benim için hep anahtar. Sözün olmadığı anda beden var, sözün bittiği yerde de beden oldu. Dans yaklaşımı, bu akışı sağladı. Kişileri tanımak için bedenlerini izlerim, analiz ederim kendimce, bedeninin enerjisini, rengini, davranışsal ritimlerini duyumsamaya çalışırım. Sözel iletişim sonra gelir. Bu kinestetik dürtü, açıkçası öteki bedeni hayatıma ne kadar hangi mesafede dahil edeceğime de karar verir. Dans yolculuğum bana bunu da öğretti.
Çağdaş dans alanında koreografi, eser sunumlarımda sahne eserleri kadar hafızası değişen mimari alanları, terk edilen binaları, toplumsal politikası olan mekânları tercih etmekten büyük keyif alıyorum.
Çağdaş dansın bir ana sanat dalı olarak kendi başına bir program olması neden önemli? Ya da önemli mi?
MSGSÜ’de Türkiye’nin ilk modern dans eğitim programı olan Modern Dans Anasanat Dalı, 1992-1993’te üniversitenin Bale Programı altında kuruldu. Zamanla üniversitedeki Bale Programı’ndan tamamen ayrılan Modern Dans Sanat Dalı, 2010’da Çağdaş Dans Anasanat Dalı oldu. 2021’de YÖK kararıyla adı tekrar Modern Dans Anasanat Dalı’na çevrildi. Ancak eğitim içeriği çağdaş dans ekolünü sürdürüyor.
Akademik program kendi başına bir alan olduğunda, eğitim içeriği ve uygulamalar çok daha odaklı sürdürülebilir. Çağdaş dans alanında verilen akademik eğitim kendi özelinde bir program olunca, öncelikle ders programını çağdaş dans ve güncel gösteri sanatlarının ihtiyaçları doğrultusunda oluşturmak ve eğitim programını bütünleştirmek mümkün oldu. Yanı sıra eğitimde sanat dalının evrensel gerekliliklerini veya eğitmenlik kriterlerini düzenli olarak gündemimize alabiliyor, müfredatımızı da evrensel akademik ve sanatsal ihtiyaçlara göre düzenli olarak güncelliyoruz.
Dans sanatçısı, icracı yetişmesi kadar dans sanatı eğitmeni yetiştirmesine de alan yaratmak programın ana hedefi. Hareket araştırma metotları, yaratıcılık, disiplinler arası olabilmek, bireysellik, somatik çalışmaları referans alan teknik dersler, üretilen repertuvar/sahne eserleriyle program bir bütün olarak işliyor. Çağdaş dans alanı, bedeni kullanma yaklaşımları, beden üzerinden kurulan söylem, bireysel virtüözite yaklaşımı nedeniyle bağımsızlığı ve demokratikliği savunur. MSGSÜ Modern Dans Anasanat Dalı’nda da her şey büyük özverilerle, mesleki gereklilikleri savunarak, adım adım inşa edildi.
Eğitiminizi tamamladığınız ve profesyonel hayata başladığınız günlerden bugüne bu alanda neler değişti, gelişti?
MSGSÜ Modern Dans programından 1996 bahar döneminde mezun oldum.
Bu yıl dans sanatçısı olarak 41., dans akademisyeni olarak 28. yılımdayım. Dans eğitmenliğimin 12 yılına kesintisiz olarak Salzburg Dans Akademisi SEAD eşlik etti ve oradaki eğitmenlik ve koreograflık deneyimlerinin buradaki akademik dans programının şekillenmesine büyük etkisi oldu.
Dans sanatı adına İstanbul’da elbette çok şey değişti, 90‘lardan bugüne değişmeyen ne kaldı ki? Anlayışlarımız, davranışlarımız, üretim ve tüketim yaklaşımlarımız, yaşamla kurduğumuz hız ilişkimiz değişti.
Şehirdeki değişim, burada yaşayanların düşünce biçimini de değiştirdi bence. Sahnelerin, bağımsız stüdyoların önce inşasına tanık oldum, gelişimlerini gördüm, sonra tek tek yok oluşlarını izledim.
90’ların ortasından sonuna doğru İstanbul’da büyük bir sanatsal patlama vardı. Çağdaş dans algısı, performans kavramları diğer sanat dallarıyla ilişkileniyordu. Farklı beden kullanımı, dansçının sunduğu yaratıcı öneriler, farklı disiplinlerden kişileri bir araya getiriyordu. Ekonomik olarak büyük bir dengesizlik vardı ama süreklilikle farklı üretim yolları oluşturuyordu. 93’te profesyonel olarak koreograf Aydın Teker ile çalışmaya başlamıştım. Kendi koreografilerimi de yapmaya başlamıştım. 1993-2014 arasında her yıl en az 2-3 defa yurtdışına, uluslararası platformlara gidiyor, dans ediyor, eğitmenlik yapıyor veya koreografi sergileyebiliyordum. İstanbul’da dans evrensel dinamikle bir nebze paralel gidiyordu. Festivalleriyle, gösterilerle, atölyelerle İstanbul dans sanatı alanında ana akım merkezlerden biriydi benim için o dönem. Sürekli Avrupa kaynaklı sanat fonlarına başvuruyor ve projeler gerçekleştiriyorduk.
Öte yandan dans sanatçısı olarak yer aldığım ulusal gösterilerden düzenli ödenek aldığımı hatırlamıyorum. Dans sanatı bir türlü sanayileşememişti. Bugün bu durumun eksikliğini yaşıyoruz.
Özellikle 2008’den sonra kopmalar, eksilmeler başladı. Sahneler kapandı. Bağımsız stüdyolar ekonomik koşullara yenildi. Fonlar kesildi. Hatta Yıldız Teknik Üniversitesi’ndeki Dans Programı eğitimini dondurdu ve kapandı.
Milenyumla sanatta çağdaşlık, bireysellik, güncellik gündeme gelmişti, doğal olarak. İnternet erişimi büyük bir açılımdı, dünyada sanatçı olarak görünür olabilme fırsatını sağladı.
Bir ara çağdaş dans eserleri de basitleşti. ‘Her şey mümkün…’ açılımı çok suistimal edildi ve sömürüldü. Dans eğitimi daha iyiye gitti, beden inşa ve geliştirme teknikleri, kinestetik yaklaşımların sınırları açıldı. Ama öte yandan kısa üretim süreçleriyle, tüketim çok hızlandı. Koreografilerde nitelik açısından boşluklar görülmeye başlandı. Kolayca anlaşılan, makyajı, gösterişli, reklamı iyi yapılan ama nitelik bakımından pek de yenilik sunmayan, önerisi olmayan işler etrafımı sardı.
Beden çok kolay tüketilen bir malzeme haline geldi. Toplumdaki beden algısını, beden kültürünü ‘tepeden tırnağa’ akademik dans programlarından, devlete bağlı sanat kurumlarına kadar güncellemek şart. Mesela devlete bağlı ‘Opera ve Bale’ odağında çalışan kurumların, ‘Gösteri Sanatları’ odağında eşit ve kapsayıcı olmaları, imkanların eşit paylaşılması ihtiyacındayız. Yanı sıra, ilkokuldan itibaren -beden eğitimi dersleri gibi- herkes için, her türlü beden odaklı çalışmalara erişim imkanı sağlayabilmek gerekiyor. Bedensel duyumsama gelişmedikçe, beden odaklı sanat üretimi veya paylaşımı da sınırlı kalacaktır.
MSGSÜ’nün akademik dans programı istikrarla ayakta kaldı, özellikle Avrupa istasyonlarıyla yan yana bir seviyeye geldi ve kuruluşundan bugüne sürekli olarak alana dans sanatçısı, eğitmen ve koreograf sağladı. Bugün çağdaş dans alanında aktif çalışan sanatçıların, eğitmenlerin, koreografların -sanıyorum- yüzde 90’ı MSGSÜ Modern Dans / Çağdaş Dans programı mezunu. Bugün öğrencilerin ekonomik koşullardan dolayı, yurtdışındaki festival veya atölyelere gidememeleri büyük bir sıkıntı. Her şeye rağmen günümüz dans sanatçıları daha donanımlı, hareket kapasiteleri daha zengin.
Son zamanlarda gittikçe hız kazanan teknolojik gelişmeler sahne sanatlarının çeşitli dallarına farklı şekilde yansıyor ve o alanlardaki yaratıcı üretimi de gittikçe daha fazla etkisi altına alıyor -hem üretim, hem izleyici tarafında-. Peki, çağdaş dans performansları üzerinde nasıl bir etkisi oldu, oluyor? Ve bu gelişmeler akademiye yansıyabiliyor mu?
Eski moda belki ama, “teknoloji öğelerinin esere katkısı nedir?” sorusu değerli hâlâ. Çağdaş sanat alanına her şey dahil olabilir, üretim için motivasyon veya araç olabilir. Teknoloji belirli bir düzeyde ses tasarımı, video-görsel tasarım, ışık, kostüm gibi katmanlarda eserlerde yer alabiliyor. Ben teknolojinin ne kadar ekolojik olduğunu, bıraktığı karbon izini, tükettiği elektriği de sorguluyorum. Kinestetik teknoloji, bedenin kinestetik potansiyeli ve hareket kalitelerinin zenginliğiyle ilişkili. Teknolojiyi pozitif negatif etkileriyle yaşıyoruz. Gösteri finallerinde bile, ‘alkışlama’ ritüelinin yerini telefona fotoğraf, video paylaşımları aldı. Buna hâlâ şaşırıyorum…
Teknolojinin eserlerle ilişkilenmesi bir yandan da ekonomik koşullarla ilişkili. Sırf teknolojik imkan var diye, her eserin de böyle bu yaklaşıma ihtiyacı olduğunu düşünmüyorum.
MSGSÜ Modern Dans Anasanat Dalı’nda teknolojiden; hareket teknikleri, kuvvetlendirme ve esnetme çalışmaları, üretim -hareket araştırmalarında faydalanıyoruz. Bedenin karmaşık yapısını anlamak ve geliştirmek için, kadim bilgiler, psikosomatik çalışmalar kadar modern tıptan da payına düşeni alıyor akademi. Ancak, çoğunlukla ihtiyaç duyulan teknolojiyi kendimiz sağlıyoruz.
Mart ayında HOPE Alkazar’da beş serilik “Türkiye’de çağdaş dans konuşma programı”nı hazırladınız. Bu seride yer alacak konuşmaların kapsamından bahseder misiniz? Bu tarihi ve gelişimi anlatmak neden önemli?
Türkiye’de Çağdaş Dans Konuşmaları’nda amacım alanın yakın tarihine bireysel yaklaşımlarla örnekler vermek, deneyimleri aktarmak. HOPE Alkazar için planladığım konuşmaların ilk buluşması için öncülerimizden bir seçki yaptım ve onların sanatsal-bireysel yaklaşımlarını paylaşarak başlayacağım. İkinci oturumda 80’li-90’lı yıllardan tanıdığım, bazı eserlerde birlikte çalıştığım dansçılarla olacağız. O dönem çok ilginç. Genellikle koreografları duyuyoruz ancak dönem dansçılarını, çağdaş dans alanının oluşmasına büyük emek vermiş dansçıları pek duymuyoruz diye düşünüyorum. Sonraki oturumlarda ise 2000 sonrası, çağdaş dans alanında sanatçıları, eğitmenleri ve koreografları ağırlayacağım. Sanatçıların bireysel yaklaşımlarını duymak ve paylaşımlar çok ilham verici, ufuk açıcı oluyor. Bu konuşmalar, özellikle yeni kuşak öğrenci veya ilgililerinin çağdaş dansın yakın tarihini öğrenmeleri ve Türkiyeli gösteri sanatları alanının tanınması için bir araç. Bir yandan da çağdaş dans ve gösteri sanatları alanında yakın tarih /arşiv çalışması çok değeri.
Pek çok alanda olduğu gibi çağdaş dans alanında da çeşitli ölçeklerdeki performanslara, koreografilere, farklı üretimlere ve denemelere alan açılması önemli bir ihtiyaç. Bunun için yeni fırsatlar var mı ya nasıl oluşabilir?
Türkiye’de mesleğimizi idame edebilmek için mekânları, kişileri dönüştürme yollarını öğrendik ve bu şekilde ilerledik. Bunun ne kadar değerli olduğunu biliyorum. Bugün kadar erişimim olduğu her alanı paylaşıma açtım. Umarım devlet ve özel sektör imkanlarını, dans sanatı alanında ortam oluşturmaya ve bu ortamlara eşit-adaletli erişim sağlanmasına önem verirler.
Masanızda heyecan verici neler var?
Dönüştürücü aktivizm alanında çalışmalarıma devam ediyorum ve özellikle deprem bölgelerinde olmaya özen gösteriyorum.
Yanı sıra yaza doğru Türkiye’de Çağdaş Dans Bireysel Yaklaşımlar kitabını basmak için çalışıyorum. Yeni bir çağdaş dans eseri üzerine, sonbaharda sunum için çalışmaya başladım.