Cumhuriyet dönemi kültür ve sanat politikalarının ana amacında Türkiye’nin çağdaş milletler seviyesine kabul edilmesi, diğer yandan hem kültürel hem de teknik alanlarda Türk kültürünü evrensellik taşıyan bir duruma getirme çabası yatmaktaydı. Atatürk’ün kültür ve sanat politikaları, tek partili dönemde de önemini sürdürmüştür. Bu bağlamda, Atatürk, kültür ve sanat politikalarını bir sistem olarak bütünsel bir yapıda sunmuş ve bu bütünlüğü de yapısal ve kurumsal bir sisteme dönüştürmüştü.
1923’te Cumhuriyet’in ilanıyla Gazi Mustafa Kemal’in amacı, kültür ve sanat politikaları açısından yeni bir millet ve ülkeye yönelik birlik ve beraberlik yaratmaktı. Bu beraberlik yolunda, toplumun her kesimini aynı eksende buluşturmak Atatürk için önemliydi. O dönemde, kültürel ve sanatsal alanda dengesizliklerle dolu bir toplumu tek bir alanda, milliyetçilikle ve bağımsızlıkla bir araya getirmenin tek imkanının kültür ve sanat olduğunu bilen Atatürk bu yapıyı bütünsel bir sistemle birleştirmişti. Bu dönemde müzik, resim, tiyatro gibi farklı sanatsal alanlarda yeni açılımlar yapması gerektiğini biliyordu.
Bu yıl Cumhuriyet’in 100. yılı kutlanırken, Cumhuriyet döneminde süregelen sanat ve kültür politikalarına baktığımızda, o günden bugüne değişen her şeyin büyük bir farkındalığın altında yatan gereksinimler olduğunu görüyoruz. Günümüzün Türkiye’sinin kültür ve sanat gelişiminin, bu yüzyıllık yenilenme ve çağdaşlaşma söyleminin ve uygulamalarının bir sonucu olduğunu görüyoruz.
ArtDog Istanbul basılı dergi satış noktalarını görmek için tıklayın.
Kapak Görseli: Mustafa Kemal Atatürk, Ankara’da açılan bir sergide heykeli incelerken, 1934, BYEGM
Kapak Tasarımı: Burcu Ocak
Kültür ve Sanat Politikalarının Önemi
Aslında, Atatürk kültür ve sanat politikalarının öneminin çok önceden farkına varmıştı, diyor Dokuz Eylül Üniversitesi Yrd. Doç. Dr. Türkan Yiğit. Atatürk, 1923-1938 arasında süregelen sanatsal olgunun ve kültürel yapının değişim stratejisini Sofya’da yaptığı ateşemiliterlik döneminde oluşturmaya başladı. Bu bir başlangıç, fikirsel alanda yeni bir liderlik olgusuydu onun için… Bu dönemde Atatürk birçok davetlere katılmıştır ve katıldığı davetlerde ilk olarak operayı keşfetmiştir, diyen Yrd. Doç. Dr. Türkan Yiğit, sonraki zamanlarda süregelen gelişmelerin de bir tesadüf olmadığını belirtiyor. Çünkü Atatürk’ün liderlik bakış açısından bakıldığında onun devlet-sanat ilişkisine verdiği önem aslında, yeni bir kültür oluşturma ve Türkiye’yi bu kültür bağlamında yeni bir alana taşıma amacı taşımaktaydı. Aslında, nihai ulaşılacak yol, her bireyin kültürel gelişimde rol oynamasıydı. Bu konuda her alanda somut adımlar attı. Bu somut adımlar çerçevesinde kültür ve sanat politikaları da resim, mimari, edebiyat ve müzik olmak üzere dört ana bölümde toplandı.
Aydınlanma ve Sanayileşerek Kalkınma
Ülke kalkınmasının yalnızca ekonomik gelişmeyle değil, aynı zamanda sanatla ve kültürel etkinliklerin yaygınlaşmasıyla sağlanabileceğinin bilincinde olan Atatürk, Cumhuriyet ilan edilmeden, 16 Mart 1923 tarihinde Türk Ocağında Adana esnafıyla yaptığı konuşmada şöyle söylemişti: “Bir milleti yaşatmak için birtakım temeller lâzımdır ve bilirsiniz ki, bu temellerin en mühimlerinden biri sanattır. Bir millet sanattan ve sanatkârdan mahrumsa tam bir hayata malik olamaz. Böyle bir millet bir ayağı topal, bir kolu çolak, sakat ve alîl bir kimse gibidir. Hattâ kastettiğim manayı bu söz de ifadeye kâfi değildir. Sanatsız kalan bir milletin hayat damarlarından biri kopmuş olur” (Atatürk 1990: 52). Şu an, olduğumuz yerden, bazen sadece onun sözlerini duyabiliyoruz, bazen de heykellerini görüyoruz ama o zamana baktığımızda gerçek bir farkındalık düzeyi ve özgürleşme çabası görüyoruz demek yanlış olmaz. Diğer yandan, Cumhuriyet döneminin sanat politikaları, kültürü milliyetçi ve bağımsızlık söylemiyle de besleniyordu. Tüm bu çaba bir tür her şeyi yeniden kurma çabasıydı. Bu dönemde en büyük çaba ise Cumhuriyetin başlangıç yıllarında görülen bağımsızlık kavramı içinde gelen aydınlanma ve sanayileşerek kalkınma ihtiyacıydı. Ancak, bu kalkınma ya da aydınlanmanın, kırsal kesime yeterince ulaşamaması Atatürk’ün ana kaygılarından birisiydi ve tüm kültürel yapıyı eğitimi de ekleyerek bu sisteme göre kurdu. Bu noktada, Atatürk’ün Sofya’da gördüğü operalar ve opera binaları arasında (hatta Sofya’da Carmen Operasını izlerken) yanındakilere söylediği sözleri hatırlatmakta fayda var, “Şimdi Balkan Harbi’nde yenilgimizin nedenini daha iyi anladım. Ben bu adamları çoban diye bilirdim. Halbuki baksana operaları bile var. Operada oynayacak sahne sanatkârları, müzisyenleri, dekoratörleri, hepsi yetişmiş. Opera binası dahi yapmışlar…” Biraz durup düşündükten sonra bir hayal kurar: “Bizim memleketimiz de acaba operaya kavuşacağı günleri görecek mi? O seviyeye bir gün çıkabilecek miyiz?” (Altan Deliorman, Mustafa Kemal Balkanlarda kitabından).
Aydınlanmayı Kırsal Kesime Taşımak: Halkevleri
Aslında, bu bir başlangıçtır, diyor Dokuz Eylül Üniversitesi Yrd. Doç. Dr Türkan Yiğit. Bu sorunun üstesinden gelmek isteyen ve kültürü halkın her alanına yaymayı amaçlayan Atatürk ne dil devriminin, ne okuma yazma seferberliğinin tek başına kırsal alanların gelişmesine yeterli olamadığını da görmüştür. O’na göre Cumhuriyet bir tür aydınlanmadır ve bu aydınlanmayı kırsal kesime taşıyacak kurumlar inşa etme kararı alınmıştır. Halkevleri bu kararın bir parçasıdır.
Halkevlerinin diğer önemi ise tiyatro konusunda öne çıkmaktadır. Türkan Yiğit bu konuyu şu şekilde açıklıyor: ‘‘Cumhuriyetle birlikte sanatın önem kazanması birçok alanda görüldü. Örneğin en önemli konu; Afife Jale, 1921’de tiyatro sahnesine çıkan ilk kadın sanatçıdır. Bir kadının, özellikle de bir Müslüman kadının sahneye çıkması, devrim niteliğindedir ve yıl 1921’dir, ancak sonra 1932’de ise sahne sanatları açısından halkevleri oldukça önemli bir yer kaplamaktadır.’’ Çünkü Halkevlerinde halktan kişiler, öğretmenler, sıradan vatandaşlar İzmir Halkevi, Manisa, Çorum Halkevinde tiyatroda sahne alırlar. Bu bağlamda Cumhuriyet sanat politikalarında tiyatronun da önemini görebiliyoruz. Çünkü tiyatro, sahnede kişinin kendisini en özgün ifade etme yolu olarak karşımıza çıkıyor. Tiyatroda kendini ifade edebilme olasılığı, düşünce özgürlüğünü de beraberinde getiriyor.
Tiyatronun bir diğer önemi ise sonradan gelişecek olan ifade özgürlüğünün başlangıcının olmasıydı. Sanatın varlığı bu alanda daha fazla önem kazanıyor. Bu tür sahne sanatlarında sanatçının kitlelere seslenebiliyor olması ve ulaşılabilirliğin sınırının kalkması önemli bir kırılma yaratıyor.
Cumhuriyet döneminde Hasan Bülent Kahraman’a göre dönemin en belirgin ve öne çıkan kurumları, Halkevleri, resmi ideolojiyi ve Batılılaşmayı temellendiren kuruluşlar olmuştur. Kahraman, aynı zamanda tek bir şey (bir kurum, durum, alan) olmadığını ve o dönemde sistemin bir bütün olduğunu ifade ediyor.
Cumhuriyet Döneminde Sanatta ve Eğitimde Devlet Desteği
Atatürk, sanatın tek başına gelişmesiyle ilerlenemeyeceğini biliyordu ve bu nedenle eğitimi de bu alana ekledi ve Muallim Mektepleri kurdu, diyor Prof. Dr Fethiye Erbay, İstanbul Üniversitesi Müzecilik Bölüm Başkanı. “1923-1938 yılları arasındaki sanatsal olgunun, kültürel verilerinin yanı sıra, kurumsal yapılaşmada toplumsal yapıdaki sanatsal değişimin, devlet desteği ile biçimlenmesi önem taşıyordu ve o dönemde kurulan Muallim Mekteplerinin eğitim yapısına sanat alanları da eklendi. Öğretmenlerin mutlaka birkaç sanat dalını bilmesi ve bu dalları da toplumun her alanına yaymalarının öneminin farkındaydı Atatürk,’’ diyor Erbay. Bu okullar aynı zamanda öğretmenlerin bilime ve sanata dayalı öğretim vermeleri konusunda etkili olmuştur. Atatürk, öğretmenlerin de kırsal kesimde yaratabilecekleri farkı göz ardı etmemiştir, diyen Erbay’a göre, erken dönem, Cumhuriyet politikalarından bir diğer çarpıcı örnek ise yurdu gezen ressamlardır. Bu dönemde sanatsal ilerleme, kırsal kesimin kalkınması üzerine olmuştur. 1938-1943 yılları arasında düzenlenen Yurt Gezileri bu konuda önemli bir yer tutuyor.
Fethiye Erbay yurdu gezen ressamların tablolarının belgesel özellikte olduğunu söylüyor. Çünkü bu dönemde yurdu gezen ressamlar hem oradaki hayatı gözlemliyor ve belgesel niteliğinde tablolara aktarıyor hem de, topluma, resim, heykel gibi plastik sanatları tanıtmak için üretilen bir yöntem olarak karşımıza çıkıyor. Bu bağlamda her yıl 10 ressam, çeşitli illere dağılmış ve bu illerde halkın arasında dolaşarak resimler yapmıştır. ‘‘Bu resimleri hâlâ, yeni açılmış olan Resim Heykel Müzesi ya da banka koleksiyonlarında görüyoruz.’’
Banka Sanat Koleksiyonlarının Önemi
Erbay aynı zamanda, Atatürk’ün banka koleksiyonlarını oluşturulmasında da önemli adımları olduğunu belirtiyor ve şöyle diyor: ‘‘Bankaların bir sanat koleksiyonu yapmasının gerekliliğini ve bu koleksiyonların resim alanında temelin oluşmasını beraberinde getirmiştir. İşbankası, Osmanlı Bankası koleksiyonları bu koleksiyonlar arasındadır.’’
Cumhuriyet ile birlikte, kültür ve sanat alanında yeni arayışlara yönelmeler olmuştur. En önemli alanlar güzel sanatlarda, özellikle resim ve heykel olarak ayrılmıştı. Atatürk, bu alanda gelişim için sadece yurtiçinde değil, yurt dışında da gelişmelerin takip edilmesi gerektiğini biliyordu. Bu nedenle güzel sanatlar alanında Cumhuriyet döneminde verilen burslar da önem kazanır. Atatürk, Avrupa’ya öğrenciler göndermiştir. Bu burs için bir konkur hazırlanmıştır. 29 Ekim 1924’te açılan konkuru kazanan sanatçılar Cumhuriyet’in kuruluşundan sadece bir yıl sonra ilk sanat misyonerleri olarak Fransa’ya gönderilmiştir, diyor Oğuz Dilmaç, Avrupa’da Eğitim Gören Eğitim Gören Sanatçılarımızın Çağdaş Türk Sanatının Gelişimindeki Rolü adlı yazısında.
Bu burs ve konkurun hizmet ettiği misyon yine Cumhuriyet dönemi politikalarının ana temasıyla aynı amacı taşır: Uygarlaşma ve Türk kültürünü evrensel yapılara uygun bir duruma getirme.
İlk giden öğrenciler Cevat Hamit Dereli, Mahmut Fehmi Cuda, Refik Fazıl Epikman, Muhittin Sebati ve Ratip Aşir Acudoğu isimli sanatçılardır.
1923 yılında sanat alanında bir diğer önemli atılım ise devlet resim ve heykel galerileridir.
Bu dönemde Türk halkı üç boyutlu heykellerle tanışmıştır. Cumhuriyetin başlangıcında olan bu heykellerin konusu çoğunlukla Atatürk ve Kurtuluş Savaşı temalarını içeren eserler olmuştur. Yabancı heykeltıraşlar ülkemize getirilmiş ve Türk heykeltıraşları eğitimler alarak bu sanatı onlardan devralmışlardır.
Müzelerdeki Gelişmeler ve Cumhuriyet
Halkevleri kurulurken müzelerde de gelişmeler görülmüştü. Cumhuriyet döneminde Müzeler, Millî Eğitim Bakanlığı bünyesinde bulunan ve sonradan adı “Âsâr-ı Atika ve Müzeler Müdürlüğü” olan, Hars Müdürlüğüne bağlanmıştı. Daha sonra, 1944’te “Eski Eserler ve Müzeler Genel Müdürlüğü” kurulmuştu. Bu tarihlerde müze sayısı 40’ı aşmıştır. Bunlardan bazılarının adları ve kuruluş yılları şöyledir: Adana (1924), Afyon (l921) Ankara Arkeoloji Müzesi (1923), Ankara Etnografya Müzesi (1924), Antalya (1924), Ayasofya (1934), Bergama (1924), Bursa (1923), Diyarbakır (1934), Edirne Âsârı Atika ve Etnografya Müzeleri (1924).
Atatürk, özellikle arkeoloji ve etnografya müzelerinin önemini vurgulamıştır. Bir milletin öncelikle tarihini öne çıkartan müzelerinin olması gereğini özellikle de arkeolojik kazıları da destekleyerek ifade etmiştir. Bu kazıların devam etmesi gerekliliğinin altını çizmiştir. İlk etnografya müzesi, İstanbul’da Süleymaniye Camii karşısındaki kütüphane yanındaki medresede açılmıştı. Müzenin düzenlenmesi, Macar etnograf Mészaros Gyùla tarafından yapılmıştı, diyor Prof. Dr. Fethiye Erbay ve 1930 tarihinde halka açılan Etnografya Müzesi’nin, Türklerin maddi ve manevi kültür mirasına ilişkin ipuçları sunmaya başlaması bu dönem için, kültür ve sanat politikaları açısından önem taşıdığını ifade ediyor. Bu dönemin etkisini hâlâ hissediyoruz ve müzelerin tarihi mekanlar olarak nasıl değerlendirildiğini görüyoruz.
Müzeciliğin Kurumsallaşma Çabaları
Topkapı Sarayı ve koğuşlar bölümü, Türk İslam Eserleri Müzesi, Ankara’da Milli Müze ve Etnografya Müzesi, okullarda eğitim amaçlı okul müzeleri, Asar-ı Atika’nın yeniden düzenlenmesi, Ankara Arkeoloji Müzesi’nin 1923’te açılması dönemin önemli gelişmeleridir. Ankara Arkeoloji Müzesi’nin ismi 1967’de Anadolu Medeniyetleri Müzesi olmuştur. Bu dönemde müzeciliğin kurumsallaşma çabalarının da giderek arttığını görürüz. Müzelerin kurumsallaşması aslında müzelerin sürdürebilirlik fikrini de beraberinde getirir. Çünkü bu dönemden sonra bazı müzelerin, yeterli kaynak olmadığı ve yönetimin yetersizliği nedeniyle kapandığını ve hizmet vermediğini de görmek mümkündür.
Diğer yandan, Türkiye’nin ilk plastik sanatlar müzesi olan İstanbul Resim ve Heykel Müzesi (İRHM), 18 Temmuz 1937 tarihinde Dolmabahçe Sarayı Veliaht Dairesi’nde kurulmuş, açılışı Atatürk tarafından 20 Eylül 1937 tarihinde yapılmıştı. İRHM’nin yönetimi Güzel Sanatlar Akademisi’ne (günümüzde Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi) bağlanmış, müdürlüğüne Akademi hocalarından ressam Halil Dikmen atanmıştır. Müzenin ilk sergisi, Sanayi-i Nefise Mektebi’nin Elvâh-ı Nakşiye Koleksiyonu’ndan, Dolmabahçe Sarayı’ndan, Topkapı Sarayı Müzesi’nden ve “Yarım Asırlık Türk Resmi” sergisinden seçilen tablolar ile çeşitli devlet dairelerinden alınan eserlerden düzenlenmiştir.
Döneme damgasını vuran tek bir yapı ya da kuruluş değil, bir sistemin içinde büyük gelişmelerdir. O dönemde kaydedilen tüm gelişmeleri bugün Cumhuriyet’in 100. Yılında hâlâ görmek mümkündür.
Kaynaklar:
Cumhuriyet Dönemi (1923-1938) Atatürk’ün Sanat Politikası, Fethiye Erbay, Mutlu Erbay, 2006 Mustafa Kemal Balkanlarda, Altan Deliormanlı, 2009 Atatürk’ün Sağlığında Yapılan Heykelleri, Atatürk Ansiklopedisi Yurdu Gezen Ressamlar, Candaş Keskin, 2012 Atatürk ve Eğitim: Cumhuriyet Döneminde Eğitimdeki Gelişmeler, Süleyman Bozdemir Erken Cumhuriyet Dönemi Sanat Politikaları ile Toplumun Sanatsal Gelişimine Plastik Sanatlar Çerçevesinden Bakış, Ayfer Uz Cumhuriyet Döneminde sanata önem verildi mi? Türkan Yiğit, Youtube programı Oğuz Dilmaç, Avrupa’da Eğitim Gören Eğitim Gören Sanatçılarımızın Çağdaş Türk Sanatının Gelişimindeki Rolü