Balet ve balerinlerden koreograflara, sahne, dekor, kostüm ve makyajdan sorumlu çalışanlardan izleyicilere kadar sürecin tüm aktörlerinin sahnelenen bale temsillerini özlediği şu günlerde, İstanbul Devlet Opera ve Balesi başkoreografı Ayşem Sunal Savaşkurt, İDOB’un baş dansçılarından İlke Kodal ve Hacettepe Üniversitesi Ankara Devlet Konservatuvarı öğretim üyesi Göksu Coşkunlar ile baleyi konuştuk.
Pandemi nedeniyle temsillerine ara veren, provalarını evlerine ve online platformlara taşıyan sanatçılar, pandeminin getirdiği finansal zorlukların yanında geçtiğimiz aylarda bale ‘spor mudur?’ gündemiyle de karşı karşıya kalmıştı. Gençlik ve Spor Bakanlığı’nın baleyi spor ilan etmesi ve Türkiye Dans Sporları Federasyonu’nun 56 saatlik “bale antrenörlüğü” programı açması bale sanatçıları başta olmak üzere çok sayıda akademisyenden ve bu sanata yıllarını vermiş emekçiden tepki almıştı.
Pandemi tüm sahne sanatlarını olduğu gibi baleyi de etkiledi. Performanslar, verilen derler online platformlara taşındı bu süreçte. Sizce balenin geleceği bu anlamda nereye evrilecek? Dijitalleşecek, online bilet alarak izlenen bale temsilleri hayatımıza yerleşecek mi yoksa bir performansı fiziksel mekanda izlemenin değeri daha mı iyi anlaşılacak?
Ayşem Sunal Savaşkurt: Pandemi bale sanatını çok etkiledi, herkes evlerinde çalışmaya devam ediyor, bale sanatçıları formda kalabilmek için büyük çaba harcıyor, ancak geri döndüğümüzde zor bir sürecin bizi beklediğini biliyoruz. Bizim bale derslerimiz toplu yapıldığı, provalar da silsile halinde gerçekleştiği için online programlar hazırlamak bile bale için riskliydi. Online platformlar hiçbir zaman seyircili ve canlı performansın yerini alamaz bu dönemde bizler seyircimizi çok özledik, seyircimiz de bizleri çok özledi…
Uzaktan Eğitim Zorlu Bir Ortam
İlke Kodal: İçinde bulunduğumuz bu olağan dışı süreçle beraber, kendimize ayırdığımız zamanın, ailemizin, sevdiklerimize sarılmanın, toplu halde çalışmalarımızın, sahnelerimizin, seyircilerimizin ve daha pek şeyin önemini, değerini çok daha iyi idrak ettiğimizi düşünüyorum. Bence herkes bu süreçte kendisiyle de yoğun bir yüzleşme yaşadı ve yaşamakta. Dijital ortamı faydalı bir şekilde kullanan pek çok alan olduğu keşfedilse de bale ve dans için uzaktan eğitim ve çalışmalar çok da faydalı olamıyor ne yazık ki. Özellikle öğrenciler için çok daha zorlu bir ortam oldu. Henüz bedenlerini yeni keşfederlerken uzaktan verilen düzeltmelerle hareketin en düzgün halini yapabilmeleri oldukça zor. Eğitmenler için de kolay bir çalışma olmuyor tabii. İki-üç öğrenciden fazla bir katılım varsa herkesi uzaktan düzeltmesi kolay değil tabii. Profesyonel dansçılar içinse evlerimizde 1-2 metrekarelik alanlara kendimizi sığdırmaya çalışmak, alıştığımız stüdyo ortamından uzak kalmak, hepimizde genel bir motivasyon eksikliği yaratmış oldu. Tabii bu durum tüm dünyada da aynı şekilde. Hepimiz sahnelerimizi, çalışma ortamlarımızı çok özlüyoruz. Sanıyorum sanatçıların özlemi kadar seyircilerimiz de aynı duyguları yaşıyorlardır. Ve canlı performansların değeri her geçtiğimiz gün daha da artıyordur. Tabii aynı zamanda bu sürece ayak uydurmak durumundayız. Ben de sahneden naklen yayın yapan Moda Sahnesi oyunlarını zevkle takip ediyorum. “Balerin” de bu süreçte online izlenebilecek performanslardan biri oldu…
Açık hava sahnelerinin önemini ortaya koyuyor
Göksu Coşkunlar: Bale bu konuda en zorlanan sanat dallarından biri olacak. Aslında sahne sanatlarının tümü için söyleyebiliriz bunu, tiyatro ve opera için de geçerli. Şüphesiz bu virüs bittiğinde bu tür etkinliklerin değeri daha iyi anlaşılacak. Dünya üzerinde açık hava sahnelerinin artacağını, yaz aylarında seyirci-sanatçı buluşmalarının bu sahnelerde olacağını düşünüyorum. Avrupa’da birçok büyük parkın bu tür sahneleri mevcut. Dilerim bizim ülkemizde de böyle açık hava sahneleri kurulur ve sadece virüs dönemiyle sınırlı kalmaz ve sanatçı ile seyirci böyle noktalarda daha çok bir araya gelir.
Geçtiğimiz aylarda “Bale sanat mıdır spor mudur?” tartışması gündeme gelmişti. Baleyi ayrıştıran ve ‘sanat’ kılan özel yanları neler?
İlke Kodal: Bale sanatının en özel yanı pek çok farklı duyguyu kalbinde ve bedeninde barındırıyor olması ve bu duyguları seyirciye aktarabiliyor olmasıdır. Tüm hikayeyi bedeninin her bir anında, parmağının ucunda, mimiklerinde yoğun ve anlaşılır bir şekilde anlatması, aynı zamanda müziğin ritmiyle zarif ve dengeli bir şekilde teknik hareketlerini en iyi şekliyle sunuyor olabilmesidir. Bedenin her hücresiyle bir hikaye anlatmaktır.
Bale sanatı ve sanatçılarına saygısızlık
Ayşem Sunal Savaşkurt: Bale akademik bir disiplindir ve müzik, tiyatro, edebiyat, şiir, resim, heykel gibi temel sanat dallarının desteğiyle görsel bir şölen halini alır. Bale eğitimi çok katı bir disiplin ister ve 10 sene gibi bir süreçte konservatuvarlardan mezun olunur; ancak 20 kişi başlayan bir sınıfta 6-7 kişi mezun olur. Sakatlıklar, ağır ve sürekli egzersizlerin verdiği psikolojik baskılar, sıkı disiplin çoğu zaman yıldırır ve çok az kişi bu zorlu süreci bitirir. (Biz balerinler her gün saçlarımızı topuz yaparız ve bir tel çıkarsa sınıftan atılırız. Bize söylenen renk mayoyu giymek zorundayızdır… Bale çorabımız yanlışlıkla kirlendiyse de sınıftan atılırız… point’imizi yanlış dikemeyiz.) Pointe shoes spor ayakkabılara benzemez, yeni bir çift alıp giymeye başlayamazsınız. Uygun eğitim olmadan pointe shoes’a yaklaşmak da yaralanmalara ve sakatlıklara neden olabilir. Pointe shoes giymeye başlamak ise küçük balerinler için bir geçit töreni niteliğini taşır. Tüm bu sürecin sorumluluğunu alan eğitmenler ise, bu süreçten geçerek mezun olmuş ve bu eğitimin üzerine 2 yıllık yüksek lisans eğitimini tamamlamış, pedagoji ve anatomi eğitimi almış -sahne geçmişi olan- bale eğitmenleridir.
Mustafa Kemal Atatürk’ün kurduğu Türkiye Cumhuriyeti’nde, 1970 yılında 1309 sayılı kanun ile Bale SANAT olarak kabul edilmiştir. Ben bu zorlu eğitim sürecini tamamlayan bir Türk bale sanatçısı ve eğitmeni olarak, “bale sporu” adı altında 56 saatte verilmesi planlanan bale antrenörü sertifikasını kabul etmiyor ve kınıyorum! Kaldı ki bu antrenörler bale sporcusu yetiştireceklermiş! Bu, bale sanatına ve sanatçılarına yapılan tarifi olmayan bir hakarettir ve asla kabul edilemez!
Eğitimi En Uzun Süren Alanlardan Biri
Göksu Coşkunlar: Türkiye’de eğitimi en uzun süren iki alandan biridir bale. Diğeri de yine konservatuvarda müzik bölümüdür. 12 yıl, tam gün sürer bale eğitimi. İki aşamalı özel yetenek sınavıyla, ilköğretim mezunu adaylar içinden bu mesleği yapabilecek, bu eğitimi kaldırabilecek potansiyel sanatçılar seçilir. 12 yıl boyunca meslek derslerinin (klasik bale, modern dans, pas de deux, karakter dansları, repertuvar, dramatik anlatım teknikleri) yanı sıra, yardımcı meslek (solfej, bale tarihi, piyano) derslerini ve kültür dersi değimiz, Milli Eğitim ve YÖK müfredatı zorunlu derslerini birlikte yürütür. 9 Yaşında seçtiğiniz öğrenciyi, 21 yaşında yetişkin bir birey olarak mezun edersiniz.
Bununla birlikte sanat, hikâyesi olan bir yapıdır. Bale sanatı da seyircisine hikâyesini anlatır. Dansçı bedeni ve mimikleriyle, en estetik formlardan biri aracılığıyla seyirciye bunu aktaran bir hikâye anlatıcısıdır. Bir sporcu kendini ya da ülkesini yaptığı performansla temsil eder. Oysa bir dansçı sahneye çıktığı anda (sahne deyince aslında konu kapanmış oluyor) kendisini değil bir karakteri temsil eder. Sahnede olacağı en son şey kendisi olmaktır. Bu kadar ayrımı net iki alanın benzer gibi yansıtılması kesinlikle kabul edilemez. Baleyi sadece hareket dizilimleri olarak görmek bu mesleğe, bu mesleğe yıllarını vermiş sanatçı ve eğitimcilere saygısızlıktır.
Beden, zihin ve ruh bütünlüğü
Bir bale sanatçısının yetişmesi için gerekli olan fedakarlıklardan, sarf ettiği emek ve zamandan, kısaca balenin gerektirdiği özveriden bahsedebilir misiniz?
Göksu Coşkunlar: Her bale öğrencisinin konservatuvarda öğretmenlerinden duyduğu ilk tümcelerden birisi “Bedeniniz sizin enstrümanınız. Ona çok iyi bakmak zorundasınız”dır. Bir dansçı küçük yaşlardan itibaren bu bilinçle yetişir ve özümser. Uyku, beslenme, bedeni sakatlayabilecek fiziksel aktivitelerde (bisiklet, paten, kayak vb.) daha dikkatli olma, mümkünse kaçınma gibi özverili bir hayatı seçer, bu disiplinle yaşar…
Sabır ve Merak
İlke Kodal: Bale sanatına kafanızı, kalbinizi koyduysanız artık bu yolda ne yapılması gerekiyorsa her şeyi kabul etmiş oluyorsunuz. Çocuk yaşta başlayan bu zarif ve zorlu yolculuğu, on senelik eğitim dönemi boyunca yaşadıkça keşfediyor, disiplin ve sabrın ne demek olduğunu idrak ediyorsunuz. Beden, zihin ve ruh bütünlüğünü nasıl koordine edeceğinizi öğrenmeye çalışıyorsunuz. Tüm bu süreçlerden geçerken hayatı da kaçırmadan çocukluk ve gençlik dönemlerinizle uyumlamayı öğrendiğinizde bale hayatınız oluyor. Bale sanatı hayatın kendisi olduğunda yani yaşam biçiminiz olunca feragat edecek bir şey kalmıyor aslında. Uyku düzeni, beslenme ne kadar önemliyse farklı dallara olan merak, araştırma, okuma, yazma da bir o kadar önemli oldu benim için. Hiçbir zaman oldum dememek, her zaman daha iyisini yapabileceğime olan inancım ve merakım hayatım oldu. Bale sanatında ve pek çok alanda en önemli şeylerden biri de o yolda sabır etmek ve gelişebilmek için de merak etmektir.
Ayşem Sunal Savaşkurt: “Canlı performansın yerini alamaz”
Baleyi online olarak seyretmek ile Süreyya Operası’nda canlı seyretme deneyimi bir olabilir mi? Siz online izlemeyi sevdiniz mi?
Ben online izledim ve sevdim, bunlar yapılmalı ama hiçbir zaman canlı performansın yerini alamaz. Dediğim gibi küçültülmüş bir orkestra ve opera solistlerimiz bunu yaptı ama bale için riskin biraz daha azalması lazım. Türkiye’de bale seyircisi mükemmel, biz onları çok özledik, onlar da bizi çok özledi. Bunu bize gelen e-maillerden, telefonlardan biliyorum ve bir an önce kavuşmayı umuyorum…
Göksu Coşkunlar: “Sanatçı için olduğu gibi seyirci için de salonun büyüsü var”
Bütün dünya aklımıza gelmeyecek günlerin içine düştük. İlk şaşkınlıktan sonra birçok tiyatro, bale, opera, müze kapılarını online olarak izleyicilerine açtı. Müzisyenler sosyal medya mecralarında konserler düzenledi. Çünkü sanat iyileştirir. Hayatla bağ kurmamızı ve iyi hissetmemizi sağlar. Bu açıdan baktığımızda bunun iyi olduğunu, böyle dayanabildiğimizi düşünüyorum. Öte yandan elbette sanatçı için sahnenin büyüsü olduğu gibi seyirci için de salonun büyüsü vardır. Hiçbir kamera açısı o an seyircinin gözünde gördüğü şeyi ekrana yansıtamaz. Ancak şu zor günlerde ben düzenli online performansları takip ediyorum ve böyle kendimi iyi hissediyorum. Sanat olmasa bu günlere zor dayanırdık diye düşünüyorum. Bir başka açıdan da dünya üzerinde göremeyeceğimiz, izleyemeyeceğimiz bir sürü sanatsal etkinlik, kütüphane, süreli yayın yapan yayınevlerinin arşivleri evimize konuk oldu.