Can Aytekin’le Sevmek Zamanı’na Yeniden Bakmak - ArtDog Istanbul
Can Aytekin, İsimsiz, 2021, Kâğıt üzerine karışık teknik, 235 x 295 cm.

Can Aytekin’le Sevmek Zamanı’na Yeniden Bakmak

Can Aytekin’in “Geçen Program” adlı sergisi, Nilüfer Belediyesi Nâzım Hikmet Kültürevi’nde açıldı. Sergi, Metin Erksan’ın 1965 yapımı "Sevmek Zamanı" filmini odağına alarak film ve afiş ilişkisine dair alternatif bir bakış sunuyor: “Bakış, bakan kişinin kendi kurduğu ilişkilerle birlikte bir anlam oluşturur. Ve o anlam, şimdi ve burada oluşuyor.”

/

Can Aytekin’in “Geçen Program” sergisi, Nilüfer Belediyesi Nâzım Hikmet Kültürevi’nde Kevser Güler küratörlüğünde 22 Şubat’ta açıldı. “Geçen Program” sergisi, Aytekin’in üçleme olarak kurguladığı sergiler dizisinde, 2019’da Riverrun’da açılan “Gelecek Program” ve 2022’de Versus Art Project’te açılan “Bugünkü Program” sergilerinin sonuncusu olma özelliğini taşıyor. Bu sergiler, sinemayı resimle birlikte ele alması, afiş ressamlığı tekniklerinin farklı uygulamalarını barındırması, Yeşilçam filmlerinden yola çıkması, gerçeklik ve kurgusallık arasındaki gerilime odaklanması bakımından ortaklaşıyor.

Can Aytekin, sinema ve film afişleriyle ilişkisini, aynı filmin farklı afişlerinin peşine düşerek, afiş arşivciliği yaparak ve bunlar arasındaki farklılık ve benzerliklere dikkat kesilerek derinleştiriyor. Aytekin, “Geçen Program” sergisinde, dijital afiş tasarımları ortaya çıkmadan önce uygulanan afiş ressamlığı tekniklerine, film ile afişi arasındaki bağlantılara, aynı filmin farklı afişlerinde birbirine dönüşen imajlara odaklanarak Sevmek Zamanı filmine afiş ressamlığı bağlamında yeniden bakmayı vaat ediyor.

Can Aytekin ile “Geçen Program” sergisini, imge ve gerçeklik ilişkisi, gerçeğin temsil edilme imkânı, imgenin dinamikleştirilmesi gibi konu ve kavramlar üzerinden konuştuk.

“Geçen Program” sergisinden genel görünüm.

Bir Filmle Afişi Arasında Mekik Dokumak

Filmlerin ve afişlerin içerisinde bu kadar vakit geçiren bir sanatçı olarak, sizin afişini yapmayı arzuladığınız filmler var mı ya da tersten de sormak gerekirse bir filmi izlediğinizde veya izlerken “ben de tam olarak böyle bir afiş hayal ederdim” dediğiniz afişler var mı?

Aslında var tabii, çok sevdiğim filmler ve afişler var. Fakat ben daha çok filmlerle afişlerin ilişkisi üzerine düşünüyorum çünkü ben bir tasarımcı değilim. İzlediğim filmler üzerinden bir afiş tasarımı yapma isteğinden ziyade o filmlere öykünüyorum. Filmdeki kurguyu, hikâyeyi, filmin afişleriyle ilişkilendirmeye çalışıyorum. Doğrusunu söylemek gerekirse öznel bir tasarımdan ziyade anonim olan, birbirine geçen, birbiriyle ilişki kuran şeylerin peşindeyim. Özetle, filmle afişin ilişkisi üzerinden gidiyorum.

Bu sorunuza cevaben şu veya bu film diyemem ama şunu söyleyebilirim, mesela bütün siyah-beyaz filmlerin afişleri renkli yapılmış. Aslında biz bunu, bugünden baktığımızda doğal kabul ediyoruz. Ama renkli film çekilene kadar yapılan bütün siyah-beyaz filmlerin afişleri renkli ve onları tasarımcılar renklendiriyor. Dolayısıyla filmin renklendirilmesi -afişte ya da gerçekte- dikkate değer bir konu. Benim bunu resimle ilişkilendirip üzerine çalışmam söz konusu oldu bu sergide.

Ya da örneğin imajların birbirine nasıl dönüştüğü konusu altında aynı filmin farklı ülkelerde neden farklı afişleri olduğu veya kitap kapaklarının yıllar sonra tekrar tekrar nasıl güncellendiği benim çok ilgimi çekiyor. Film aynı film ama her on yılda bir afişi değişiyor. Farklı ülkelerde değişimler nasıl oluyor, farklı ülkelerdeki sanatçılar işe katıldığında nasıl kurgular yapıyorlar? Ben aslında bu ara bölgelerde çalışmayı seviyorum.

Can Aytekin, İsimsiz, 2021, Kâğıt üzerine karışık teknik, 235 x 295 cm.

Peki bahsettiğiniz film ve afişi arasındaki ilişkilenmeleri incelerken, bu ilişkiyi çok farklı yerlerden kurduğunu düşündüğünüz, sizi tatmin eden örneklerle karşılaşıyor musunuz?

Aslında çok var. Mesela Cüneyt Arkın’ın Mısır sinemasında gösterime girdiği zamanki afişleri, bahsettiğiniz ilişki kurma biçimi konusunda oldukça ilgi çekici. Bunları bulup toplamıştım örneğin. Aynı filmin Mısır’da afişi nasıl yapılmış, nasıl sinema fenerleri yapılmış ya da İran’da, Avrupa’da aynı film nasıl kabuk değiştiriyor? Bu görsel farklılıkların kendisi benim konum oluyor. Ya da farklı teknikler, vitreografi, serigrafi işin içine girdiği zaman afişleri nasıl değiştiriyor, bunları takip etmek benim çok hoşuma gidiyor.

Bu sergide odaklandığınız, Metin Erkan’ın Sevmek Zamanı filminin temasıyla da uyumlu olarak bu sergi bizi tekrardan imge ve gerçeklik arasındaki ilişki üzerine düşünmeye yönlendiriyor. Örneğin, “resim, sahiden de gerçekliğin bir temsili ya da ikincil bir kopyası mıdır yoksa bizatihi gerçekliği yansıtan alternatif bir görme biçimi mi?” gibi sorular kafamızı kurcalamaya başlıyor.

Aslında bu sorulara cevap aramak için farklı katmanlara da dikkat kesilmemiz gerekiyor. İşin bir sinema katmanı var, Yeşilçam ve o dönemde üretilen filmler katmanı var, sinematek ve Yeşilçam farkı var, Batı sinemasıyla burasının kurduğu ilişki var, Doğu kaynaklı masalların bu sinemaya sızması meselesi var. Yani bunlar aslında çok derin ve zengin konular. Bize çok katmanlı bir düşünme zemini sunuyor. Örnek verdiğiniz soruya ek sunacak olursam, burada mesela bir ikonoklazm var mı? Gerçek ve suret ilişkisini film nasıl kuruyor? Bu soruları sormak filme bakışımızı da çeşitlendiriyor.

İlginizi çekebilir:  Rahmi M. Koç Müzesi’nde "Beygir Gücü" Sergisi

Sevmek Zamanı’na Alternatif Bakışlar

Sevmek Zamanı filminde geçen ve son zamanlarda Instagram’da da popüler olan “Resmin sen değilsin ki. Resmin benim dünyama ait bir şey. Ben seni değil resmini tanıyorum.” repliği de bu sorgulamaları perçinliyor. Filmde de imge ve gerçeklik arasındaki örtüşmeyi, bir araya gelmeyi sanki bir türlü göremiyoruz; hep bir kopukluk duygusu hâkim.

Evet, hatta resim ve karakterin yanında orada bir de beden-model var. Gelinlik giymiş bir kadın. Aslında üç boyutlu bir şey de var son sahnede. Resim var, onun heykeli var bir de gerçeği var. Fakat bunlar gerçekten derinleştirilmeye müsait konular olmasının yanı sıra ben bu sergi yaparken bu çok katmanlı yapının bir katını alıyorum ve kullanıyorum. Buradan bir yere varacağımı düşünmüyorum ya da bir cevap sunmuyorum. Sadece bu sorgulamayı sergiye çevirmeye çalışıyorum.

Metin Erksan’ın 1965 yapımı “Sevmek Zamanı” filminden bir kare.

Öyleyse izleyicinin sergiye kendini katmasıyla birlikte farklı bağlantılar ortaya çıkıyor ve bu da ele aldığınız filmlerle doğrudan ilintili olmak zorunda değil.

Aslında evet. Ve bu durumun filmle hiç ilgili olmadığına dair yorumlar yapılabilir. Olabilir. Sevmek Zamanı kült olmuş bir film ama herkes kendine göre bir yorum çıkarabilir buradan. Benim resim yoluyla yaptığım yorum mesela şöyle olmuştu. Filmi ilk seyrettiğimde Ovidius’un kitabının hangi renk olduğunu merak ettim. Çünkü film siyah-beyaz. Sonra kitabın kırmızı renkte olduğunu buldum. Yani o dönemde bu nesneler ne renkteydi sorusunu sordum. Renklerini buldum, kitap kırmızı, şişe mavi gibi. Sonra bunları toplamaya başladım ve aslında filmin içindeki o siyah beyaz fotoğraf, filmde yer alan ve gerçekte siyah beyaz olan tek şey olduğunu anladım. Çünkü o dönemde renkli fotoğraf basılmıyordu.

Yani eğer renkli film olsaydı o film çekilirken ya da renkli fotoğraf olsaydı, bütün her şey renkli olmasına rağmen sadece fotoğraf siyah beyaz kalacaktı. Ama benim ilgimi çeken şey de aslında bu. Yani siyah-beyaz nasıl renklendirilebilir? Nasıl renklendirilmiştir?

Bir de tabi filmin afişinin olmaması büyük bir etken. Olsaydı zaten defalarca yapılacaktı. Sevmek Zamanı filmi, afişi olmadan hikaye üzerinden nasıl kült oldu? Sinemada izlenmeden, televizyondaki yayınlar sonrasında yıllar sonra…Ama dediğim gibi o sinema katmanı, ya da gerçek-imaj meseleleri çok derin konular. Ama bunları açacak bir ipucu verebilir bize. Yani işte resim-yazı meselesi, doğu-batı meselesi, hikaye olma meselesi, gerçek-suret meselesi… Bunların ipuçlarını yakalayabiliriz. Ben burada sergi bağlamında o katta kurdum.

“Geçen Program” sergisinden genel görünüm.

“Anlam, Şimdi ve Burada Oluşuyor”

Aslında imgenin filmdeki tek gerçekten siyah-beyaz olan resimde donuklaşmasına karşın siz imgeyi dinamikleştiriyorsunuz, adetâ bir ikonoklazm faaliyeti gibi. İmge farklı biçimlerde tekrardan üretildiğinden sergi katılımcısı da o imgeye yeniden bakma ve kendine göre anlamlandırma fırsatı buluyor.

Çok haklısın, bu tamamen bakışla kurulan bir ilişki benim için. Yani izleyicinin buraya gelmesi ve bir açıdan ona bakıp kendi kurgusunu yapmasıyla ilgili. Yani sinemada mesela izleyici oturuyor ve görüntüler değişiyor. Burada ise siz aslında yürüyorsunuz ve kurguyu siz yapıyorsunuz. Ve bu tamamen bakışla yapılıyor. Bakış, bakan kişinin kendi kurduğu ilişkilerle birlikte bir anlam oluşturur. Ve o anlam, şimdi ve burada oluşuyor. Yani sürekli aynı resme defalarca bakıp da her defasında bir öncekinden farklı olarak ne görebiliriz? İzleyici isterse, o ilişkileri kurarsa bakabilir. O zaman açılıyor.

Mesela bu sergide, sinema fenerlerinin, sinema lobi fotoğraflarının tekrarı ya da imajların bazı tekrarlarını görüyoruz. Bunlar, biricik olmayan, birbirine dönüşen, anonimleşebilen ama aynı zamanda anlık olarak özdeşleşme yaratabilen nitelikte şeyler. Ama bir an sonra yoklar.

Ben de sinemanın bu bir var bir yok olan unsurlarının birbiriyle ilişkisini bakış üzerinden ve bu fiziki mekandaki işler üzerinden kurmaya çalıştım.

Can Aytekin’in “Geçen Program” sergisi, Nilüfer Belediyesi Nâzım Hikmet Kültürevi’nde 21 Nisan tarihine kadar ziyaret edilebilir.

“Geçen Program” sergisinden genel görünüm.
Previous Story

“Kültür Sanat Türkiye’de Sınıfsal Olarak da Bir Umut”

Next Story

YUNT Sultanbeyli’de “Görünmeyen Kent”

0 0,00
02_ArtDog_CD_Logo_RGB_Black

BÜLTEN

Türkiye ve dünyadan haftalık kültür-sanat haberleri, inceleme yazıları, sergiler ve etkinlikleri takip et.

Bülten aboneliğinde ArtDog Istanbul’un gizlilik sözleşmesini kabul etmiş olursunuz.