Çağdaş sanatın “meçhul” konularını utkuvarlik.blogspot.com da yer veren ressam Utku Varlık, güncel sanat üstüne son derece tartışmalı/ sorgulayıcı yazılar paylaşıyor. Utku Varlık’a güncel sanat üstüne, pek dile getirilmeyen soruları mail yoluyla yaptığımız röportajda yönelttik.
Bugünkü çağdaş sanat hangi dinamikler üzerine kurulu?
İkinci Dünya Harbi sonrası, Amerika’nın komünist bloğuna karşı dünyayı kontrol arzusu, öncelikle “Marshall Planı”yla başlamıştı; parçalanmış, yıkık Avrupa’yı doyurmak, kurmak adına. Öte yandan bu yıkıntıda hâlâ Paris çağdaş sanatın kontrolünü elinden bırakmamıştı; bir çok dünyaca ünlü Fransız sanatçı, harbin başlangıcında Amerika’ya sığınmıştı ve orada çok etkindi: Zadkine, Mondrian, Lipchitz, Chagall, Tanguy, Masson, Dali gibi. 1947 yılında CIA’nin yönettiği “National Security Act”, Sovyet Bloku’na karşı, “Soft Power”; pentürü bir silah gibi kullanma amacıyla Jackson Pollock, Robert Motherwell, William de Kooning, Mark Rothko gibi abstre sanatçılar üstüne bir promosyon yaparak sanki bir Rönesans prensinin buyruğuna özgü, Abstre’yi daha doğrusu “Dışavurumcu Abstre Amerikan Pentürü’nü” dünyaya duyurmak üzere saldırıya geçti.
Ama gerçekte Amerikalılar Abstre’yi sevmiyorlardı ve Başkan Truman’nın abstre bir pentür üstüne söyledikleri epey gürültü kopartmıştı: “…eğer bu sanatsa ben de bir Hottentot’um!” (Hottentot : Güney Afrikalı yerli) Daha doğrusu Amerika, soğuk savaşa bir tek sloganla giriyordu, “Özgürlük” yani entelektüel özgürlük, yaratma özgürlüğü ki o sürede Rusya tamamen bunun tersi, komünizmin ideolojik labirentinde yitik bir durumdaydı.
Milyonerler Devreye Girdi
1950 yıllarında dünyada 35 ülkede CIA’nin “Congresse for Cultural Freedom” her türlü basın ve yayınla devreye girince “Yeni Amerikan Pentürü”, “Amerika’da Modern Sanat”, “20. Yüzyılın Şaheserleri” vs. sergileri dünyayı dolaşmaya başladı. Ve giderek milyonerler devreye girdi: Nelson Rockefeller – Museum of Modern Art New York, William Paley – CBS Broadcasting, aynı zamanda CIA’nin kurucularından. Başka bir milyoner ise bu sergilerin Tate Gallery ve Paris’te sergilenmesini finanse eden Julius Augustus Fleischmann. Kendi vakfı “Farfield Foundation”un bir süre sonra CIA’nin bir vitrini olduğu ortaya çıktı.
Komünizme Karşı Kazanılan En Büyük Başarı,
Avrupa Pentürünün Kontrol Altına Alınmasıdır
Öbür yandan Peggy Guggenheim servetiyle, Avrupa pentürünün bir mesen olarak kontrol altına almıştı. Bu “komünizm’e” karşı “özgürlük” sloganıyla kazanılan en büyük başarıdır ve giderek yoluna yeni “mesen”ler ve ünlü “art dealer” Leo Castelli ve Ileana Sonnabend ‘le devam edecekti; Pop Art, Op Art, Minimalist, Art Concept, Art Contemporant gibi.
Çağdaş sanat dünyasında lobicilik var mi? Ve bu kavram nasıl işliyor?
Geçen aylarda bloğumda çok ilginç bir araştırmaya yer verdim. Jean Gabriel Fredet’in “Sanat Milyarderlerinin Gizli Savaşı”/ Pinault, Arnault “Yeni Mediciler” kitabından öğrendiğimiz, çağdaş sanatın, paranın sığındığı yer ve manipülasyon üstüne şaşırtıcı bilgiler edindik.
Çağdaş Sanatın En Ünlü İsimleri Her Yıl Ege’deki Hydra Adasında Buluşuyor
Her yıl yaklaşık kaç tane sanat mekânı ya da modern müze açılıyor? Bu müzeleri kimler fonluyor?
Dünyada, çağdaş sanata adanan müze ve vakıf sayısını tam olarak söyleyemem mümkün değil çünkü her yıl iddialara göre 30 yeni modern sanat müzesi açılıyormuş! Ama “covid” belki biraz kırmıştır bu histeriyi. Asya’yı saymıyorum, Çin bu konuda başlı başına bir fenomen. İki örnek vereyim. Çok ünlü bir koleksiyoner olan Yunanlı milyarder Dakis Joannou’nun koleksiyonu son yıllarda Cenevre ve Paris’te sergilendi. Jeff Koons’un hayranı ve yakın dostu ve de her yıl sahibi olduğu Ege’deki Hydra adasında, dünyanın bu konuda en ünlü kişilerini davet ederek bir “Çağdaş Sanat” şenliği yapıyor; ne yazık bu yıl Jeff Koons’un onuruna yapılacak bu şenlik, virüs nedeniyle ertelendi. Avrupa’ya bin milyar euro borçlu bir ülkede oluyor bu şamata.
Kompleks Anıtı Gibi…
İkinci bir örnek, iç savaşla yıkılmış, Arap kapitaliyle tekrar kurulmuş her türlü etnik sorunlarıyla önemli bir çıkmazda olan Beyrut’daki Aïshti Foundation.
Ülkesinin gerçekleriyle bir paradoks görünümünde… Çok alt bir kesimden gelerek çok zengin olan Tony Salame’nin adeta kompleks anıtı gibi bir şey; ne mi var içinde: tüm koleksiyonlarda olanlar; artık bıkma sınırlarına yaklaştığımız bu işleri satanlar da yine yukarıda sözünü ettiğimiz mesenler; burayı gezenler ne düşünüyor bilinmez. Ama bence Dolapdere- Kasımpaşa aksındaki Arter’den daha absürt değil.
Bu noktada hangi gerekçelerle Arter’i örnek verdiniz. Biraz açabilir misiniz?
Çağdaş sanatın “tsunami” misali, kapitalin dümen suyunda, dünyaya yayılışı ve de “sanat” sözcüğünün katiyen konumu olmayan ülkelerde bu parayı yönetenlerin kendi kendine “kurumlaşması”; müze ve fondasyon adına…
Verdiğim iki örnek Beyrut ve Yunanistan’dı. Bizde Akademi’nin üniversiteye dönüştürülüp, sanatı “hukuk fakültesi” ne benzetilmesinden bu yana, zaten kötü öğretilen sanat – resim, yontu vs. – varoluşunu yitirirken bir takım sivri akıllılar «conceptuel”i bir “tandance” olarak kullanıp, önce SALT ve ona paralel Arter’i kurumlaştırdılar, ünlü bir bankanın yönetiminde. Konuşmamda söz ettiğim «absürt» bu kurumlaşma ve yerleşim, arsa ucuzluğu nedeniyle İstanbul’un – şöförlerin bile geçmek istemediği – Dolapdere ve Kasımpaşa’da oldu. Arter adına içerde yapılmak istenenle, dış arasındaki ters düşüm işte bence bir absürt, kimse alınmasın.
İpler, Üç Fransız Milyarderin Elinde
Size göre, uluslararası çağdaş sanat lobisini kimler yönetiyor? Ne amaçla?
Şu anda ipler üç Fransız milyarderin elinde: François-Henri Pinault, François Arnaud ve Patrick Drahi. Bu lobiyi elinde tutmak, onun ticari yolunu kendi adına kesmek gibi bir şey. İşte bu yol, Sotheby’s, Christie’s ve Phillips’s gibi sanatın promosyonunu yapan, alım-satım evlerinden geçer. 90 yıllarında, Sotheby’s’i satın alan François-Henri Pinault geçen yıl, kendi payını elinde tutarak, Partrick Drahi’ye 1 milyar Euro’ya sattı.
Bir Balona 58 Milyon Dolar
Jeff Koons, Damien Hirst gibi sanatçıların, eserlerini milyonlara satmalarının sebebi sadece lobi midir? Açıkça, bir helyum “Balloon Dog” balon 58,4 milyon dolara satılmışsa, arkasında ne olabilir? Sanat bir anlamda manipülasyon mudur?
Bu ticari gücün arkasında, bu milyarderlerin kendi vakıfları, müzeleri ve bunların promosyonunu yapan kültürün ünlü isimleri var: eski kültür bakanları, müze yöneticileri, tüm bir teknokrat ordu! François Pinault’nun Venedik’deki “Punta della Dogana” sı ve François Arnault’nun Paris’teki “Louis Vuitton” vakfı gibi.
Tüm bu kurgudaki öteki büyük isimler: Saatchi, Frieder Burda çağdaş sanatın, dünyadaki manipülasyonunun modern müzeler adına kontrolünün önemli isimleridir. Yalnız müzeler değil, ünlü galeriler, sanat simsarları, tüm sanat fonları, onların yönlendirdiği sanatçıların çekim alanındadır.
Bir Tabu Gibi…
Yakın geçmişte bir muz ve bir paket bandı kullanılarak üretilen ve hatırı sayılan bir rakama satılan enstalasyon çok konuşuldu. Benzer örnekleri sıralamak mümkün. Günümüz çağdaş sanat üretimlerinin sanatsal anlamda değerini ölçmek için bir başvuru kılavuzu var mı? Maddi olarak milyon dolara alıcı bulan bir işin, sanatsal değerini belirleyen nedir/ kimdir? İyi sanatı ve kötü sanatı ayıran-belirleyen bir kurum-sistem, kişi-kişiler ya da değer mekanizmaları mevcut mudur?
Size daha net bir yanıt: Yıllardır bu absürt mekanizmayı, “pentürü bulandıran” ya da sanat olarak meçhul histeriyi, bloğumda ve dergilerde yazdım; bir tek yanıt gelmedi; sanki “köpek havlar, kervan geçer” misali! Bu konuda “karşıt” yüzlerce kitap yok, ama unutulmaya terkedilmiş çok önemli araştırmalar var, açıkça kimsenin ağzını açmak istemediği bir “tabu.”
“Çağdaş sanat bağımlılığı, genellikle duygusal bir ilintiden gelmiyor; kanımca örneğin İKSV’de çalışanlar; bienalleri, tüm uluslararası etkinlikleri organize edenler, bankaların, özel sektörün yönettiği sanat kurumlarının ve de onların yayın organlarını, tüm medyatik sistemi yönetenler; bir “sekt” misali bu sistemin içine girmişlerdir. Ruben Östlund’un “The Square” filmi, bu çağdaş histeriyi vurduğu gibi, onu yaşatan sosyeteyi de acımasız eleştiriyordu….”
Çağdaş Sanat Paranın Verdiği Bir Bunaltı
Çağdaş sanatın, “uluslararası büyük bir sirk” olduğuna değiniyorsunuz ve “Sotheby’s, Christie’s gibi dev müzayede evlerinde her gün bir kabuk bile olamayacak “Hiç”ler milyonlarca dolara satılıyor. İşte bu bir politik; uluslararası para dolaşımı, para aklama!” diyorsunuz. Çağdaş sanat sadece bir para aklama sahası mı?
Daha çok bir “can sıkıntısı.” Nasıl bir esere değer biçeriz, hangi yargılarla; beğeni mi, farklılığı mı bilmiyorum! Bırakın kavramsalı, pentür’de bile düzmece, yıvışık boyaların aktığı tuvallere yüzbinler ödeyenlerin kanımca bu konuda bir görgüleri yok, ama, örneğin Tracey Emin’nin “My Bed” yatağına milyonlar ödeyenler üstüne bir analiz yapmak gerek. Bu nedenle artık para nın sığındığı bir yer’den öte, paranın verdiği bir “bunaltı”, o çevrelerde olmanın bir pasaportu, snopluk, kaygan bir zeminde hava atmak.
Çağdaş sanatı yöneten ülkenin Fransa olduğunu söylüyorsunuz? Neden?
Çünkü yanıtını yukarıda verdiğim gibi: “parayı veren düdüğü çalar.” Sanatı değerlendiren, tecim’e özgü sistemin ve bu dinamizmin el değiştirişi; örneğin Sotheby’s daha önce İngiliz, sonra Amerikan. 1996’da François Pinault, 900 bin dolara satın aldı, geçen yıl yüzde 60’nı Patrick Drahi’ye bir milyar euroya sattı.
Performans, Bir Şamataya Dönüştü
Boş tuval, dev çantalar, devasa lale buketi, kocaman balonlar gibi enstalasyonlar size göre neden sanat değil? Siz nasıl tanımlıyorsunuz bu işleri?
Bu anlattıklarınızı hiç bilgi içermeden siz de yapabilirsiniz, ama geçmişte Joseph Beuys’la başlayan, hiç olmazsa bir kurgu getiren objeye özgü eksenler, anlam sınırlarımıza dayanmıştı! Sonuç beklenmedik bir şamataya dönüştü; kendi varoluşundan habersiz kim varsa performans yapmaya başladı.
Hiç unutmam: Jean Pierre Raynauld, çocukluğunun geçtiği ev yıkılırken, 40 kovaya, bu evin molozlarını doldurup Grand Palais’de sergilemişti, şimdi bu kovalar, FRAC’ın koleksiyonunda, yine aynı mekânda “Monumenta” sergisinde. Anselm Kiefer ‘in tonlarlarca blog betonunu unutmayalım; geçenlerde bir yazımda “sanat”ı şöyle tanımladım: şu sanatçı sözcüğünün bir tarifini yapalım öncelikle: Sanat bir dildir; “düşünceler üreten”, “yazı”, “resim”, “yontu”, “müzik”, “fotoğraf”, “sinema.” Sanatın içeriğine giren bir takım olguları katarsak sonuçta bir dışavurum, insana dair saptama bilgi ve bilinçle içerik bağlantısını “hayal”den alan ve de beğeniye özgü bir yolculuk diyebiliriz. Ama bu iç yolculukta sanatçı bireydir, ressam atölyesinde tektir, gruplaşma gerektiren öteki sanatlarda yine kendi kurgusunu kendi yönetir; imza onundur. Sanatın belki görünmeyen yüzü, ne kadar tecimsel olsa bile, onu pazarlayanların dümen suyuna girmez. Sanat Sybyllin’lerin konuştuğu bir dildir, bilen konuşur.
Dolapdere’deki Snob Galeriler, New York’u Düşledikleri İçin Dertleri Başka
Geçen yıl, çağdaş sanata yön veren dünyanın en önemli fuarlarından Paris FIAC’ta, Türkiye’den galeri yoktu. Türkiye, neden uluslararası sahaya giremedi?
“İşte başka bir baş ağrısı: FIAC… Türkiye, sanatta, ekonomik olarak kaçıncı kümede oynuyor biliyor musunuz? Bizde bu gibi dış etkinliklere katılacak özel galeri kalmadı; Dolapdere’deki snob galeriler, New York’u düşledikleri için dertleri başka. Birden anımsadım: geçen yıllarda, Basel Fuarı nedeniyle, bir Türk bankasının, lüks bir otelde, fuarın Türk alıcıları için VIP salonu açtığını… Bunu biliyor muydunuz?
Milyon Dolarlık Eserleri Kimlerin Aldığı Üzerine:
“Sanatın bir “ayrıcalık” olduğunu kabul edersek; bunu edinmek adına hiçbir kültür, bilgi ve duygu gerekmez, çünkü onun adı bir “yapıt”dır, “sanat eseri”dir! “Artık Para”nın sığındığı yer de diyebiliriz ya da “yatırım”; ne olursa olsun nüfusu 8 milyara varan dünyamızda ona paralel, o ölçüde milyoner yetişti! Servetinizle, Bach’ı, Bergman’ı Joyce’su anlayamazsınız ama rahatça bir Jeff Koons satın alabilirsiniz.”
Donunu Bile Satanlar Var
Alınan eserler nerede muhafaza ediliyor? Ya da sizin deyiminizle “her türlü malzemeden üretilen” sanat eserleri nasıl “istismar” ediliyor?
Bugün dünya “plastik” sorununu çözemiyor, “biospherimiz” tehlikede; sorun bir “accumulation” yani “yığılma”! Ben buna örnek olarak Fransa’yı veriyorum: 1982’de Kültür Bakanı Jack Lang çağdaş sanat adına Les Fonds régionaux d’art contemporain (Frac)’ı kurmuştu. FRAC, yani Çağdaş Sanat Bölgesel Fonları, 32 bölgeden oluşuyordu. Her bölge kendi çağdaş müzesini kuracak ve müzeler için sanatçılardan yapıtlarını alacak! 40 yıl sonra, önemli bir gazetenin yaptığı bir anket, bu müzelerin arşivindeki yapıt sayısını 380 bin olarak belirtiliyor. Ve her türlü malzemeden üretilmiş: plastik, kağıt, alçı, beton, akrilik boya, un, şeker, metal, ip, ağaç, tutkal, sentetik aklınız ne geliyorsa… Bir “auto destruction”, yani çürüyerek kendi kendini yok etmeye tanık olmuşlar.
Kültür Bakanlığı bir skandal olasılığına karşı sesini çıkartmıyor. Devlete bunu satanlar, galeriler, art dealer, yani bundan çıkar sağlayan medya, kanımca bu skandalı birçok kez örtbas etti, neden, çünkü “sanat” ı “herkes anlayamaz.” Eğer kimin, ne sattığını merak ediyorsanız, FRAC’ın her yıl yayınladığı koleksiyon kataloglarına bakın; içinde, donunu bile satanlar olmuş.
Contemporary Virüsü, Pentür Sergileyen Galerilerin Kapanmasına Neden Oldu
Çağdaş sanatın, pentürü dışladığını iddia ediyorsunuz? Neden?
Özdemir Asaf’ın bir kısa şiiri vardı: “Bahçesinde dal bile olamamış / Bahçeme girmiş ağaçlık taslıyor!” Kanımca dışlamadan öte, “contemporary” virüsü, Paris’te yüzde 80 pentür sergileyen galerinin kapanmasına neden oldu!
1982’de başlayan FRAC misali, sanatı ters-yüz etme ya da bulandırma, modern, kavramsal, vs… Ne yazık pentür’de bir sığlaşma yaşandı; 80-90 yılları; eski pentürü özlediğimiz yıllar değildi ne yazık ama kanımca bu bir “depresyon”du. Modern’nin dümen suyuna takılıp, boyasını, paletini çöpe atmayanlar, yeni bir pentürün doğuşuna katılacaklar, iç deniz daha kurumadı!