Hatay, Adıyaman, Şanlıurfa ve Gaziantep’te tarih boyunca varlık göstermiş kadim medeniyetlerin mozaiklerinden ilham alan ve CultureCIVIC Sanatsal Üretim Fonu tarafından desteklenen “In Situ” projesi sergisi 5 Temmuz’a kadar Kasa Galeri’de izleyiciye sunuluyor. Doç. Dr. Ebru Nalan Sülün’ün mentörlüğü ve küratörlüğünde ilerleyen, Renknar Burcu Günay tarafından gerçekleştirilen proje, 6 Şubat depreminden etkilenen dört kentin mozaik sanatının ikonografik unsurlarına odaklanıyor.
Renknar Burcu Günay’ın baskı sanatının ustalığında tekrar yorumladığı mozaikler, ölüm, yaşam ve iktidar kavramlarını yeniden ele alarak kültürel mirasın korunması üzerine bir düşün alanı yaratmayı amaçlıyor.Eylül ayında Adıyaman-Perre Antik kentinde gerçekleşecek workshop ve sergi etkinliğiyle sonuçlanacak projeyi Doç. Dr. Ebru Nalan Sülün’ün ve Renknar Burcu Günay ile konuştuk.
Bu projenin önemi nedir?
Renknar Burcu Günay: Bu proje, Adıyaman Perre Antik Kentinde araştırma yaparken başladı. Bir çalıştaya davet edilmiştim. Gitmeden önce bölgeyle ilgili yaptığım araştırmada karşıma çıkan bir haber vardı. 2017 yılında Adıyaman’ın Gölbaşı ilçesine bağlı Çakmak Mahallesinde, tarlalarında çalışırken Kemal ve Mehmet adlı iki kardeşin Roma dönemine ait yaklaşık 1600 yıllık blok bir mozaik fark etmeleri ve ardından bu iki kardeşin jandarmaya ihbarda bulunması konulu gazete haberidi bu ve projenin çıkış noktasıdır. Yüzyıllardır toprağın altında yatan bir değer, tesadüf eseri bulunmuştur. Bu coğrafyadaki sayısız değerin halen toprağın altında olduğunu düşünüldüğünde, proje; seçilen mozaikler üzerinden kültürel değerleri bugünün penceresinden yeniden okumayı öneriyor.
Uygulama süreci için Hatay, Adıyaman, Şanlıurfa, Gaziantep gibi mozaik geçmişi olan iller seçildi. Projenin yazım aşamasında bu iller iki büyük deprem yaşadı. Hem bölge halkı hem de kültürel doku yanlış politikalar nedeniyle ağır bir yara aldı. Toprağın altında kalan yaşamlar, toprağın altında olan kültürel kimlik bir yönü ile üstü kapanmaması, deşilmesi gereken bir noktada. Kısacası böyle şekillendi proje. Projenin başlığı “In situ” ise Arkeolojik bulunan kalıntı ya da eserin işlevinin gerektirdiği yerde bulunduğunu anlatır. Latince’de “yerinde” anlamına geliyor. Bu projeyle Türkiye’de bulunan kadim medeniyetlerin mozaiklerinden yola çıkararak; ölüm, yaşam ve iktidar kavramları üzerinden mozaiğin öyküsünü, son yaşanan deprem üzerinden kültürel miras haklarımıza odaklanarak okur ve kültürel mirasın sahipsizliği üzerine bir düşün alanı yaratmayı amaçlıyorum.
Projede yer alan çalışmaları detaylandırabilir misiniz?
Renknar Burcu Günay: Kasa Galeride birinci oda da Gaziantep Zeugma Müzesi’nden M. S. II-III yüzyıla ait Samsatlı Zosimos, Afrodit’in Doğuşu mozaiğinden ilhamla çalıştığım Bana Başını Çevirerek Bak adlı baskı resim bulunuyor. Bu kadının sanat tarihinde temsiliyetini sorgulayan bir çalışma. Afrodit ve sanat tarihindeki çoğu kadın imgesi bakılan olarak kodlanmıştır. Kadın bakılan erkek bakan olarak temsil edilir. Ben burada bu eril narsist dili eleştirilmeye çalıştım. Bana Başını Çevirerek Bak adlı çalışmamda Afrodit imgesi, bedenin yarısından itibaren yeniden kendisine bakar. O da bir şekilde kendisine bakan olarak imgeleşir. Bu mozaikte yine beni etkileyen şeylerden biri Afroditin parmağının sürekli havada olmasıdır. Bunu aslında sanat tarihinde baktığınızda pek çok eserde görebilirsiniz. Ben de Hanım eli, adlı işimde Afroditin eli sürekli tekrarlayarak ve eline kendi saçının kesilmiş hali ekleyerek ham bez üzerine linol baskılar yaptım. Bedeni olmayan ya da kişiselleştiremeyeceğimiz bir noktada var olan el ve elinde tuttuğu saç, bir yönü ile kendi seçimlerini de elinde tutma kararını alan sayısız kadın kimliğinin temsilidir. Aynı zamanda çoklu okuma yapıldığında depremde ölen, kimliği belirsiz, demir ve betonların arasında sıkışmış saç telleri ile ilgili haber bu görselin alt okumalarında yer almaktadır.
İkinci oda da ise Şanlıurfa’nın en ünlü mozaiklerinden olan Aile Portesi mozaiğinden yola Gelincik adlı işim bulunuyor. Aile Portesi mozaiği, toplamda 7 kişiden oluşur. Mozaikte ölüyü temsil eden aile fertlerinden biri sağ elinde bir yaprak ve çiçek tutmaktadır. Benim Gelincik adlı linol baskı ve birlikte kurgulanan videomum çıkış noktası da bu mozaikteki ölümü imgeleştirme dilindir. Deprem sonrası yaşanılan büyük kayıplar, ailelerin yitirilmesi, ölü bedenlere dahi ulaşamaması aklımızda kalan görüntülerdi. Bu mozaikte ölen bireyi mezara birlikte götüren onu son yolculuğuna kol kola uğurlayan imge dünyasını, deprem üzerinden ele aldım ben de.
Gelincik adlı işimdeki sürekli tekrarlanan baskı kalıplarının izi, depremdeki bu sayısız kayıplara bir atıf niteliğindedir. Enkazların altında kalan ve cenaze töreni yapılamamış Edessa ‘nın torunlarını, M.S. 3. Yüzyıla dayanan bir cenaze uğurlama ritüeli ile imgeleştirmeye çalıştım. Aynı şekilde bu işe eşlik eden videoda da yukarıdan aşağıya doğru atılan çiçekler, ölen kişinin elinde tuttuğu çiçeğe gönderme yapıyor. Bu çiçeklerin sayıca bolluğu, sürekli loop olarak tekrarı, sayısız ölümün temsili konumundadır. Videoya eşlik eden ses ise, düşme, çarpma, inşaat sesi, bir yerde varlığını belli etmek için bir nesneye vurmanın tepkisel ifadesidir.
Suyun Öyküsü
En son oda da ise bir harita ve video çalışması görülüyor. Bu işlerin çıkış noktası ise Türkiye’nin güneydoğusunda yer alan Edessa yani Şanlıurfa’nın geçmişinden yola çıkıyor. Edessa ismi Yunan dilinde “suyu bol” anlamına gelmektedir. Burada 6.yüzyıldan itibaren kıtlık, sel sürekli hakim olmuştur. Öyle ki Şanlıurfa tarihi boyunca dört büyük su baskınına maruz kalır. Bunların ilki M.S. 201 yılında olmuştur ve yaklaşık iki bin kişi hayatını kaybetmiştir. İkinci su baskını M.S. 303 yılında olur ve şehrin surları yıkılır. Üçüncü su baskını M.S.413 yılında gerçekleşir ve büyük maddi hasarlar dışında can kaybı olmaz. Dördüncü su baskını en korkunç olanıdır. M.S. 525’te gerçekleşen bu büyük afette yaklaşık otuz bin insan yaşamını yitirmiştir. Bu yaşananlar üzerine aktarılan bilgilerden biri de imparator Justinianus, Daysan deresinin akış yönünü değiştirme öyküsüdür. Justinianus, suyun dere yatağından geçişini kontrol altına alan ve risk ihtimalini ortadan kaldıran savunma duvarı ördürür.
Bu arada kentin hasar gören ve bir kısmı yıkılan surlarını yeniden inşa ettirir. Benim bu son odadaki baskı ve video çalışmamın çıkış noktasını ilin geçmişindeki doğal afetler ve bunlar sonucu değişen yaşam alanı oluşturur. Su ve suya dair olanı düşündüğümüzde hem yaşam için kıymetli hem de doğal bir afete dönüşebilir. Bu kapsamda video yerleştirmede su; bu iki yapı dahilinde düşündüm. Adının da suyu bol anlamına gelmesi çoklu okumalara izin veriyor. Videoda su slow motion hareket etmekte bir anlamda zaman kavramı da sürece dahil ettim. Ağır çekimde oluşturulan ve ekranı kaplayan su, katastrofik olaylar karşısında değişen bir harita ile aynı yerde konumlanır. Eski çağlardan beri doğa olayları karşısında çaresiz kalan insan.. Suya eşlik eden harita baskıda, ağırlıklı olarak mezarlar, şehrin kapıları yer almaktadır. Bu planın geçiciliğini belgeleyen ise videodaki sudur.
Kültür mirasının korumaktan ne anlamalıyız? Bu proje bu anlamda nasıl bir katkı sunuyor?
Doç. Dr. Ebru Nalan Sülün: Ben projenin üretim sürecinin ilk başlangıcından itibaren mentör olarak yer aldım. Bu üretim sürecindeki özellikle bilimsel araştırmalarda ve kültürel mirasın sanatsal dile dönüştürülmesinde bir anlamda mentorluk göreviydi. Tabii kültürel mirasın korunması çok geniş bir konu. Somut olmayan ve somut olan kültürel miras diye ayrılabiliyor. Burada bizim yaptığımız projenin bu anlamda en önemli özelliği, çok katmanlı ve bir çok kültürlü bölgedeki bu mozaikleri sahada inceleyerek onu yeni üretimlerle ve bu üretimler üzerinden yeni okumalarla gündeme getirmemizdir. Dolayısıyla kültürel miras bilincinin bu türden çalışmalarla hem tarihi, hem kültürel, hem de sosyal okumalarla geleceğe aktarılması gerekliliğini düşünüyorum. Geçmişin geleceğe aktarımı aslında kültürel mirasın korunmasının en önemli formüllerinden bir tanesi. Bu da işte sanat üretimleriyle, bilimsel araştırmalarla, tarih okumalarıyla, halkla ve bu geçmiş tarihin bütünlendirilmesiyle ve öneminin anlatılmasıyla oluyor. Kısacası böyle bir eylem aslında kültürel mirasın korunması konusu. İçinde aslında üretim, bilgi, keşif ve her şeyden önce bunun geleceğe aktarılması için olabilecek her türlü koruma yöntemleri yer alıyor.
Bu proje bu anlamda nasıl bir katkı sunuyor?
Doç. Dr. Ebru Nalan Sülün: Seçilen dört tane kent aslında bu projeler gerçekleşirken depreme maruz kaldı. Sanatçımız Renknar Burcu Günay ile Adıyaman’daki Perre Antik Kenti’ndeki sanat çalıştayında depremden çok öncesinde tanışmıştık. Burcu, kültürel miras ve mozaik sanatından etkilenerek böyle bir proje yazmaya karar vermişti. Dolayısıyla biz de bu projeden çok etkilendik. Daha sonra arkeolojik alanlarda sanat konuşmalarıyla başladı proje. Ne yazık ki bir yıl dolmadan 6 Şubat depremlerini yaşadık. Dolayısıyla böyle bir psikolojik bağımız da var bu coğrafyayla. Bu proje şöyle bir fayda sunuyor: o da geçmişte yaşananlar ve bugün yaşananlar arasında bir sentez sunması… Geçmişte de pek çok kez doğal deprem, sel gibi doğal afetler görmüş bölgedeki bu mozaiklerin günümüzde yaşanan afet sonrası dönüp geçmişine bakmak ve geçmişin bugünle sentezlemesi bağlamında bence oldukça önemli. Yani bugünün benzer yaşamıyla geçmişteki tasvirler üzerinden bir sentezleme yapıyor. Bunun da tabii ki ortak noktası deprem. Bu günün sanatçısı tarafından günümüzün depremi üzerinden coğrafyanın geçmişinde yaşanan afetleri afetleri analiz ediyor olması önemli bir konu…