Yüz tanıma kameralarının gölgesinde, ters kelepçelerin baskısında, gökkuşağı bayrağı bir kez daha sokaklara indi. Macaristan’da on binler Budapeşte sokaklarını yasağa rağmen gökkuşağıyla kuşatırken, İstanbul’da barikatlara, gözaltılara ve tehditlere direnen lubunyalar, aynı kararlılıkla ses verdi: “Buradayız, gitmiyoruz.”
Budapeşte: Yüz Binlerin Yasak Tanımayan Direnişi
Budapeşte Onur Yürüyüşü, Macaristan hükümetinin yasağına ve yüz tanıma teknolojisiyle katılımcıların fişlenme tehdidine rağmen dev bir gösteriye dönüştü. On binlerce kişi, hükümetin baskıcı politikalarına karşı hem LGBTQ+ haklarını hem de demokratik özgürlükleri savunmak için sokaklara çıktı. Yerel medya, katılımın 100 bin kişiye ulaştığını bildirdi.
Yürüyüş, bir Onur etkinliğinden çok daha fazlasına dönüştü: LGBTQ+ bireylerin eşitlik mücadelesi, Viktor Orbán’ın 15 yıllık iktidarına karşı büyüyen toplumsal öfkenin simgesine büründü. Öğrenciler, aileler, köylerden gelen yurttaşlar, daha önce hiçbir gösteriye katılmamış insanlar; hepsi Erzsébet Köprüsü’nü ve kentin ana arterlerini gökkuşağı renkleriyle doldurdu.
“Bu sadece eşcinsellikle ilgili değil. Bu, temel haklarımızla ilgili. Bu, haklarımız için ayağa kalkmak için son an olabilir,” dedi katılımcılardan Eszter Rein Bodi.

Yürüyüşe 70 Avrupa Parlamentosu üyesi ve 30’dan fazla ülkeden diplomatlar da katıldı. Avrupa Komisyonu Başkanı Ursula von der Leyen, Macar yetkililere yürüyüşün engellenmemesi çağrısında bulundu. Fakat Başbakan Orbán, yürüyüş günü sosyal medyadan torunlarıyla fotoğraf paylaşıp altına yalnızca şu cümleyi yazdı: “Benim gurur duyduğum şey bu.”
Orbán’ın geçtiğimiz mart ayında çıkardığı yasa, çocukları koruma gerekçesiyle Onur Yürüyüşü’nü yasaklama ve katılımcıları yüz tanıma sistemiyle tespit ederek cezalandırma hakkı tanıyor. Katılımcılar para cezasıyla, organizatörler ise bir yıla kadar hapisle tehdit edildi. Adalet Bakanı, bazı büyükelçiliklere gönderdiği mektuplarda bu yaptırımları açıkça duyurdu.
Budapeşte Belediye Başkanı Gergely Karácsony, yürüyüşü belediye etkinliği olarak tanımlayarak yasayı delmeye çalıştı. Yürüyüşün sonunda yaptığı konuşmada şöyle dedi: “Mesaj açık: Üzerimizde hiçbir güçleri yok.”

İstanbul: Tüm Yasaklara Rağmen “Yaşamda Israr”
İstanbul’da 23. LGBTİ+ Onur Yürüyüşü, bu yıl da valilik kararıyla yasaklandı. Ancak lubunyalar, sokakları ve hayatı yeniden örmekten vazgeçmedi. Taksim’den Ortaköy’e, Kadıköy’den Şişli’ye uzanan geniş bir abluka ile İstanbul neredeyse insansızlaştırıldı. Beyoğlu Kaymakamlığı ilçedeki tüm etkinlikleri yasaklarken, Taksim Meydanı, İstiklal Caddesi ve çevresindeki birçok cadde bariyerlerle kapatıldı.
Yasak kararını duyuran İstanbul Valisi Davut Gül, sosyal medya üzerinden yaptığı açıklamada yürüyüş çağrılarını şöyle hedef aldı:
Sosyal medyada bazı marjinal grupların toplanma ve yürüyüş çağrıları yaptığı görülmektedir.
Toplumun huzurunu, aile yapısını ve ahlaki değerlerini hedef alan bu çağrılara izin verilmemiştir.
Kamu düzenini tehdit eden hiçbir toplanma veya yürüyüşe müsamaha gösterilmeyecek,…
— Davut GÜL (@gul_davut) June 28, 2025
İstanbul sokaklarında o gün duyulan ses, susturulmaya çalışılanların inadının, dayanışmanın ve görünürlüğün güçlü çığlığıydı.
Polis sert müdahaleyle yanıt verdi. Aralarında avukatların ve gazetecilerin de bulunduğu, en az 55 kişi gözaltına alındı. Barikatlar kuruldu, kitle abluka altına alındı, ters kelepçelerle gözaltılar yapıldı. Ancak yürüyüşçüler, gözaltına alınmadan önce basın açıklamasını okumaya çalıştı. O açıklamada, bu yılın temasına da vurgu vardı: Yaşamda Israr.
“Varoluşumuzun inkârına, yaşamlarımızın değersizleştirilmesine, kimliklerimizin kriminalize edilmesine, sokakta, evde, işyerinde maruz bırakıldığımız şiddete karşı yaşamda ısrar ediyoruz dedik. Şimdi, bizleri yok saydığınız yerlerde kendimizi var etmeye geldik. Geri çekilmiyoruz. Görünmez kılınmıyoruz. Sessizliğe razı olmuyoruz. Yaralarımızı, öfkemizi sardık. Kayıplarımızı isyanla uğurladık. Yaşamı yeniden ve yeniden ördük. Buradayız.”
2025 teması Yaşamda Israr, sadece bir söylem değil, doğrudan eylemin kendisiydi. Bu yıl da çatlaklardan sızmayı başaran lubunyalar, gözaltı tehdidine, abluka koşullarına rağmen sokaklarda olmanın bir yolunu buldu. Onur Yürüyüşü’nü yalnızca bir rota değil, bir varoluş hattı olarak tanımladılar:
“Her yasaktan sonra yeniden toplanan, her saldırıdan sonra yeniden tutunan, her kayıptan sonra yeniden kenetlenen bir lubunya direnişiyiz.”
Devletin Aile Yılı olarak tanımladığı 2025’e karşı, lubunyalar bu yılı kendi sözleriyle ilan etti: Onur Yılı.
“Yaralarımızı birbirimize sarılarak sarıyoruz. Kriz anlarında birbirimizi ayakta tutuyoruz. Devletin yok saydığı, sistemin dışına gittiği her yerde biz varız. Yaşamı sürdürülebilir kılan bu görünmeyen emek bizim.”
Bu sözler, direnişin ve kimliğin özünü anlatıyor. Sessiz bırakılmaya, görünmez kılınmaya çalışılan lubunya topluluğu, yok sayıldıkça daha da güçleniyor, daha görünür oluyor. Dayanışma ve emek, sadece sokaklardaki bayraklar ve sloganlardan çok daha fazlasını ifade ediyor; yaşamı ayakta tutan görünmeyen güç olarak öne çıkıyor.
Yaşamda ısrar eden bu direniş, karanlık duvarları aşan ışıklar gibi her geçen gün büyüyor. Güç, yalnızca bireysel değil, kolektif varlıkta, birbirine tutunmakta ve inatla direnmekte bulunuyor.

Yoğurtçu Parkı: Bir Cümle Suç Sayıldı
Baskılar sadece Onur Yürüyüşü ile sınırlı kalmadı. Türkiye İşçi Partisi’nin Kadıköy Yoğurtçu Parkı’nda düzenlemek istediği “Haziran’da TİP Yanında” etkinliği, polis tarafından sert müdahaleyle dağıtıldı. Etkinlik sırasında konuşma yapan gazeteci ve TİP Parti Meclisi üyesi İrfan Değirmenci, geçmiş yıllarda cinsel kimliği nedeniyle hedef alınmış bir siyasetçi olarak söz aldığı anda gözaltına alındı. Gözaltına alınanlar arasında parti yöneticileri, aktivistler ve gazeteciler bulunurken, gazeteci Ertuğrul Albayrak serbest bırakıldıktan sonra sosyal medyada yaşanan hukuksuzluğa dikkat çekti:
Serbest bırakıldım !! Yalnızca varlığıma, onurlu hayatıma sahip çıktığım için bir haziran akşamında ters kelepçeyle gözaltına alındım. Nerdesin aşkım demenin suç olduğunu ögrendim 48 yaşında. Yol arkadaşım İrfan Değirmenci ve onu o parkta yalnız bırakmayan onlarca genç şuan… https://t.co/XigKz9mQT4
— Ertuğrul Albayrak (@ertgrlalbyrk) June 28, 2025
Bu olaylar, sadece bir cümlenin bile baskıcı güçler tarafından nasıl suç sayılabileceğinin ve özgürlüklerin ne denli kısıtlandığının çarpıcı bir göstergesi oldu. İfade özgürlüğü ve demokratik hakların sürekli engellendiği bu ortamda, muhalif seslerin susturulması için her türlü yöntem devreye sokuluyor. Ancak tüm bu baskılara rağmen, dayanışma ve mücadele devam ediyor.
Tüm bu yasaklara, gözaltılara, susturma girişimlerine rağmen sokaklarda yankılanan o sesin politik olduğu kadar sanatsal bir niteliği de var: Var olmanın estetiği, ifade etmenin cesareti ve dayanışmanın kolektif ritmi. Budapeşte’den İstanbul’a, lubunya direnişi yalnızca bir kimlik meselesi değil; aynı zamanda hafızayı, umudu ve sözü koruyan bir hatırlatma biçimi.