Paris, 8 Eylül 1979 sabahı. Sokağa park edilmiş beyaz Renault’nun arka koltuğunda, mavi bir battaniyeye sarılı halde bir kadın cesedi bulundu.
Bu solmuş beden, kimine göre yaşadığı dönemde dünyanın en güzel kadınıydı. İddiaya göre, yanında boş bir uyku ilacı kutusu ve kısacık bir intihar notu vardı. Haberlerde, bu mektupta, “Diego, sevgili oğlum, beni affet. Artık yaşayamıyordum. Beni anla. Bunu yapabileceğini biliyorum ve seni sevdiğimi biliyorsun. Güçlü ol. Seni seven annen…” yazdığı belirtiliyordu.
Bir iddiaya göre de FBI’yı kuran ve yıllarca yöneten, ABD federal polisinin kurucu babası, solcuların azılı düşmanı, antikomünist J. Edgar Hoover’in, ölüm haberini aldığında, “Lanet olası sürtük, sonunda geberdi!” demişti. Gerçek olabilir. Hoover, her daim kötünün yanında olması, insan haklarının tam karşısında konumlanması, şantajları ve işkenceleriyle tanınıyor.
“Sürtük,” dediği o kadınsa Fransız ‘Yeni Dalga’ akımının simgelerinden biri haline gelen, ABD’li oyuncu Jean Seberg’di. ABD’de Kara Panterler örgütüne verdiği destek nedeniyle FBI’ın kara listesine girmiş ve cadı avına maruz kalmıştı.
Her ne kadar Paris polisi Seberg’in ölümünün ilaçla intihar olduğunu açıklasa da adli tıp ihtiyatlı bir rapor hazırlamıştı. Raporda, “Bilinmeyen bir sebep” ve “muhtemelen intihar sonucu ölmüş olabilir” deniyordu. Jean Seberg’in nasıl öldüğü hâlâ tam olarak açıklığa kavuşturulmuş değil.
Seberg, 1938’de Iowa Marshalltown’da doğdu. İlk kez 1957’de, henüz 17 yaşındayken, yönetmen Otto Preminger’in Saint Joan filminde oyunculuk yaptı. Film, Bernard Shaw’ın aynı adlı oyunundan uyarlanmıştı; Jeanne d’Arc’ı canlandıran Seberg, o tarihten sonra “Saint Jean” olarak anılmaya başlandı. Daha sonra yönetmen Godard’ın 1960 yapımı Serseri Âşıklar (À Bout de Souffle) filminde oynadı ve bu film onu hızla zirveye taşıdı.
O artık sadece bir film yıldızı değil, kültüre damga vuran bir yıldızdı. Pixie kesim sarı saçları, New York Herald Tribune baskılı tişörtü, cigarillo pantolonuyla bu kadın, 1950’lerin baskıcı kültürüne bir karşı çıkıştı. O yıllarda kadınların içine girmek zorunda olduğu korseleri, döpiyesleri, kat kat kabartılan saçları, o boyun eğen zerafeti düşünün. O kadar ikonikti ki Jean Paul Belmondo ve Seberg’in fotoğrafının olduğu filmin afişi, bugün bile pek çok duvarı süslüyor.
Seberg, sonraki yirmi yıl boyunca 32 filmde rol aldı. Fakat, sadece oyunculuğuyla değil aktivist kimliğiyle de – kelimenin tam anlamıyla – ‘dikkat çekiyordu.’ NAACP (Siyahi İnsanların Geliştirilmesi için Ulusal Birlik) ve Kara Panterler’e açıktan destek verdi. Sistemin ondan beklediği “aptal sarışın” rolünü oynamayı reddetmesi bile, McCarthy döneminin korkunç hafiyesi J. Edgar Hoover’in radarına girmesine yetti. Seberg, Kara Panterlere maddi destek veriyor ve aktivistlerle yakın ilişki kuruyordu. Hoover, oyuncuyu FBI’a takip ettirmekle kalmadı, oyuncu hakkında 1970 yılında itibarsızlaştırma emri de çıkardı. O yıl Seberg hamileydi; FBI, Seberg’in Kara Panterler üyesi Raymond Hewitt’ten hamile kaldığı, yani çocuğun babasının “zenci” olduğu yönündeki uydurma haberi basına servis etti. Amaç açık, yöntemse yüz yıllıktı: İtibarsızlaştırarak kadın sindirilecek, nedamet getirmesi istenecek, istenilen kalıba girerse yine ‘güzel kadın’ kontenjanından el üstünde tutulacaktı.
Hakkında asılsız haberlerin yayınlandığı Newsweek dergisine karşı dava açan Jean Seberg ve Gary Romain çifti, mahkemeyi kazandı ve tazminat aldı. Buna rağmen asılsız haberlerin önüne geçemiyorlardı. Sonunda Seberg prematüre doğum yaptı, bebek doğduktan iki gün sonra hayatını kaybetti.
Oyuncu sadece basının önüne atılmadı, Hollywood’un ‘kara listesine’ de alındı. Artık Seberg ‘e teklif gelmiyordu. Uzun yıllar gizli servis tarafından takip edildi, evi gizlice arandı, telefonları dinlendi, sürekli ölüm tehditleri aldı. Artık iki korumayla geziyor, sağlığı günden güne kötüleşiyordu.
Fransa’ya yerleşen oyuncu, 1970’lerin ortalarında, kariyerinin en aktif döneminde ansızın oyunculuğu bıraktı. Bir söyleşide, kendisine teklif edilen rolleri “pornografinin sınırında gezindikleri” için reddettiğini söyledi. Muhtemelen bu da itibarsızlaştırmanın bir sonucuydu. Ancak, Seberg’in kariyerini bitiren aslında J. Edgar Hoover’in cadı avıydı.
Kristen Stewart’ın, Jean Seberg’e hayat verdiği ve dünya prömiyerini 76. Venedik Film Festivali’nde yapan Seberg bu hafta vizyona giriyor.
Film, 1960’larda Los Angeles’ta yaşadığı dönemde Seberg’in aktivist Hakim Jamal ile ilişkisini ve J. Edgar Hoover ve FBI tarafından hedefe alınmasını konu alıyor. Filmde Kristen Stewart’a Jack O’Connell, Anthony Mackie, Colm Meaney, Margaret Qualley, Vince Vaughn, Zazie Beetz, Stephen Root ve Yvan Attal eşlik ediyor.
Una ile dikkat çeken Benedict Andrews‘ün yönettiği filmin senaryosu, daha önce Race ve Frankie & Alice gibi filmlerde birlikte çalışan Joe Shrapnel ve Anna Waterhouse’a ait.
Bu filmle tekrar gündeme gelmesi nedeniyle Seberg’in yaşamı, bu aralar yine bolca “trajik bir hikâye” başlığıyla haber oluyor.
Çünkü öyledir, ‘beklenmedik sebeple’ ölen bir kadın güzelse hikâyesi trajiktir. O kadının tüm yaşam öyküsü, mücadelesi, fikirleri, savundukları, bu “trajik hikâyenin” altında gizlenir. Aradan yarım asra yakın bir zaman geçmiş olması hiç fark etmez, J. Edgar Hoover’in komünist ve kadın düşmanı yöntemleri bu gün bile işlerliğini korumaktadır. Bazısı bu yöntemleri gönüllü kullanır, bazısı ‘öyle öğrendiği’ ve sorgulamadığı için bu tuzağa tekrar ve tekrar düşer.
Ama Jean Seberg’in hikâyesi trajik değildir, sisteme bir başkaldırıdır!
Vizyon Tarihi: 06 Mart 2020
Yönetmen: Benedict Andrews
Oyuncular: Kristen Stewart, Margaret Qualley, Zazie Beetz, Anthony Mackie, Jack O’Connell, Stephen Root, Vince Vaughn
Filmin Türü: Gerilim, Dram, Biyografi
Süre: 96 dakika