One Arc Gallery, “Satılık Değil!” isimli koleksiyon sergisini 11 Şubat’a kadar, yeni mekânı Juma Binası’nda izleyiciyle buluşturuyor. Paris Ekolü’nü 1950’ler çizgisinde, soyut ve figüratif yönleri ile bir araya getiren koleksiyon seçkisinde; Avni Arbaş, Yüksel Arslan, Şükriye Dikmen, Abidin Dino, Albert Bitran, Nejat Melih Devrim, İlhan Koman, Fikret Mualla, Mübin Orhon, Selim Turan, Kuzgun Acar ve Fahrelnissa Zeid’in yapıtları yer alıyor. Küratörlüğünü Marcus Graf’ın gerçekleştirdiği “Satılık Değil!” sergisini, kendisinin galeri mekânındaki anlatımı ile kaleme aldık.
“Bir sanat galerisinin ana amacı, eseri tanıtmak ve satmaktır. One Arc Gallery’de ise galerinin koleksiyonu sergileniyor. Özellikle açılış sergilerinde; sanatçı, yapıt ve satış odağında şekillenen bir başlangıç yapmak istersiniz. Bu bağlamda One Arc’ın çizgisi hakikaten çok sıra dışı… Sergi de ismini buradan alıyor zaten: Satılık Değil!” diyor Marcus Graf.
One Arc’ın kendi koleksiyonundan bir seçki ile sunulan “Satılık Değil!” sergisi, temelinde galerinin mesele edindiği, “derdi olan” pek çok konuya eğiliyor aslında. Bu bağlamda koleksiyon seçkisini temellendiren “mesele”lerin özüne, Marcus Graf’ın küratöryel bakış açısı ile şekillendirdiği bir noktadan eğiliyor ve soruyoruz; “Bir ticari galerinin koleksiyon sergisinde mesele edindiği konu ne olabilir?”
“Her şeyden önce zaman ve eğilim açısından çok net çizilmiş, kişiliği oldukça öne çıkan bir koleksiyon. Üç yıl gibi kısa bir sürede, 500’den fazla yapıtın bir araya getirilmesi…Bu kadar kısa bir dönemde, bu seviyede ve kalitede işler toplamak çok zor. Dönem olarak 1930’lar, 40’lar ve 50’leri merkezine alsa da günümüz genç kuşağına da uzanan pek çok zaman aralığından eserler görmek mümkün. Böylesi bir seçki, galerinin kimliği ile ilgili önemli bir izlenim yaratır” diye yanıtlıyor bu sorumuzu Graf.
Sergideki “mesele”lerin özüne dair sorduğumuz soruda “tutku” ve “motivasyon”un öne çıktığı iki odak noktasına ulaşıyoruz. Bu bağlamda gerek koleksiyonun tamamında gerekse galeri mekânına yansıyan seçki derlemesinde hissedilen; güçlü ve ‘doğru’ bir motivasyon olduğuna dikkat çekiyor Marcus Graf.
“Yalnızca Tutku Doğru Bir Motivasyon”
“Bir koleksiyon üç motivasyonla yapılıyor; tutku, prestij ve para. Yalnızca tutku, doğru bir ‘motivasyon'”. Tutku ile yapılan her işin, prestij ve parayı da beraberinde getireceği hissiyatına, koleksiyonun kuruluşuna bizzat tanıklık etmiş olan One Arc galeri direktörü Pelin Angün de katılıyor ve katkıları ile koleksiyona dair şu paylaşımlarda bulunuyor:
“Biz de koleksiyonumuza dair kendimize şu soruyu soruyoruz: Bu koleksiyonun motivasyonu nedir? Cevabımız ise çok net; tutku, beğeni ve içgüdü. Bu bağlamda, galeri olarak koleksiyonumuzda yansıttığımız tutkuyu, sanatçı ilişkilerimiz ve gelecekteki eser seçkilerimizde de yansıtacağımız izlenimi oluşturuyoruz. Bir ticari galeri olarak koleksiyon seçkisi ile başlamamızdaki en büyük motivasyonumuz, sanata olan yaklaşımımız ile güçlü bir bağ kuruyor.”
Serdar Altınalmaz koleksiyonunun hikâyesine gelince ilk eserin ve alındığı yılın hafızasına kadar uzanıyoruz. Angün, koleksiyonun başlangıcı olarak 2011 yılına işaret ederken “beraber yaşamak, keyifle izlemek ve hayatı birlikte deneyimlemek” gayesi ile satın alınan Bedri Rahmi Eyüboğlu’na ait bir eser ile başladıklarını anlatıyor. Zaman içerisinde giderek zenginleşen koleksiyonları, galerinin İspanya’daki ayağıyla da ilişki kurarak “sevdikleri ve takip etmekten keyif aldıkları” İspanyol sanatçıları da zaman içerisinde dâhil etmeye başlamış. Koleksiyonun odağında bulunan, 1950’lerdeki Paris Ekolü çizgisi ise; Türk sanatının temsiliyetini yurt dışı temsilleri ile mukayese eden, bu bağlamda Türk sanatına hak ettiği değerin verilmesini arzulayan düşünceler üzerine şekilleniyor.
Pelin Angün, koleksiyonun 2018’e uzanan yolculuğunda bu anlamda güçlü bir kırılma yaşandığını belirterek, koleksiyonun esas olarak 2018 sonrası oluşturulduğunu ve o güne kadar sanatsever kimliği ile ilgili alım yapan galerinin kurucu ortağı Serdar Altınalmaz’ın 2018 sonrası tutku ile alım yapan bir koleksiyoner hâline dönüştüğünü paylaşıyor.
Tam bu noktada “Satılık Değil!” sergisindeki sanatçı ve eser seçkisi ile hem Paris Ekolü’nün Türk sanatında yarattığı kırılma noktalarına hem de bu kırılmayı yansıtabilecek kadar güçlü bir koleksiyonun One Arc’daki izlerine uzanıyoruz. Serginin küratöryel kurgusunu düzenleyen Marcus Graf ile One Arc koleksiyonundaki 1950’lerin Paris Ekolü’ne, galerideki seçkinin birbirileri ile ilişkisine ve elbette ki Türkiye’nin Batı ile yaşadığı, sanat tarihindeki periyodik kopuşlara dair Marcus Graf’ın galeri mekânındaki anlatımı ile çizdiği merak dolu bir rotanın peşinden gidiyoruz.
Paris Ekolü, 1940’larda Paris’te yaşayan Türk sanatçıların yapıtlardan oluşan bir döneme karşılık geliyor. Bu dönemler Türk sanatı için bir dönüm noktasına işaret ediyor çünkü tarih sahnesinde ilk defa Türk sanatı ve sanatçıların kendisi, dünya sanatı ile senkronize olan bir bağlamda konumlanıyor. Söz konusu eş zamanlılık, Türk sanatındaki 100, 60 ve 30 yıllık zaman dilimlerini kapsayan periyodik gecikmelerin ardından yakalanabiliyor. Bu noktada ilgili zaman aralıklarına dair, ilk olarak 100 yıllık bir gecikmeye eğiliyoruz. Yüz yıllık farkın “Türk sanat tarihinde 19.yy’daki natüralizm ve oryantalizme bakıldığında açığa çıkan” bir süreç olduğundan bahseden Graf, 60 yıllık sürecin ise “Çallı Dönemi”ne karşılık geldiğini anlatıyor. 1914’ten 20’lere uzanan ve “Çallı Kuşağı” adıyla da bilinen sanatçılar arasında Namık İsmail, Hüseyin Avni Lifij, Nazmi Ziya Güran, Ruhi Arel, Feyhaman Duran ile “Türkiye’nin ilk pul ve kağıt paralarının üzerindeki resimlerin sahibi” olarak da tanınan, Ali Sami Boyar gibi isimler yer alıyor. Kazandıkları sınav ile Avrupa’ya giden fakat I. Dünya Savaşı nedeniyle dönmek durumunda kalan “Çallı Kuşağı”, beraberlerinde getirdikleri İzlenimcilik akımı ile Türk sanatında hem İzlenimcilik’in hem de 60 yıllık bir gecikmenin öncülüğünü üstlenmiş oluyorlar. Periyodik gecikmelerin üçüncüsü ve Paris Ekolü’nden önceki son periyod ise 1933-1951 yılları arasında bir araya gelen “d grubu” ile açığa çıkıyor.
Nurullah Berk, Zeki Faik İzer, Elif Naci, Cemal Tollu, Abidin Dino ve Zühtü Müridoğlu’nun bir araya geldiği “d grubu” Graf’ın anlatımı ile Kübizm etkisini hissettiren, bu bağlamda açığa çıkan gecikmenin ise 30 yıla evrildiği bir sürece uzanıyor. “II. Dünya Savaşı’nın yarattığı acılar ile soyut, lirik ya da organik üretimlerin yapılmaya başlandı”ğını belirten Marcus Graf, bu noktada bir kez daha 1940 ile 60’lı yılların Paris Ekolü’ne, aynı zamanda One Arc koleksiyonunun da merkezine uzanıyor.
Graf, ekolün 1950’li yıllarına karşılık gelen koleksiyondaki sanatçı seçkisine dair hem soyut hem figüratif ilişkiler özelinde, Batı ile mukayese yaptığı zamanlarda hissettiği duygu ve düşüncelerini ise şu sözlerle aktarıyor;
“1950’li yıllarda Batılı bir sanatçının kökleri Michelangelo’ya kadar uzanabiliyor. Batılılar için Rönesans’tan 20.yy’a kadar evrilen ve içerik, estetik ile bu bağlamda formel açıdan gelişim gösteren bir çizgiden söz ediyoruz. Türkiye’deki sanatçılar o kadar derine gidebileceği hâlde neden gitmediler diye düşünüyorum. Gitselerdi, bugün İslam sanatından esintileri, dolayısıyla soyut sanattan izleri de görebilirdik. Türk sanatının temelleri çok zengin. Bana kalırsa Soyut Sanat, Rusya’dan Almanya’ya göç eden bir sanatçı olan Kandisnky ile başlamak yerine temellerini bu topraklardaki bir isimden de alabilirdi. Batı’nın temelleri figüratif bir çizgide. Burada ise 500 yıllık soyut sanat geleneği varken tarihsel çizgideki olay akışları ile bir süre sonra figüratife geçiyorlar”.
Soyut ve Figüratif Yaklaşımlar
“Tarih sahnesinde soyut sanat geleneğinden figüratif geleneğe kucak açan” Türk sanatının, Paris Ekolü ile geldiği noktaya işaret eden sergide, hem soyut hem figüratif tarafa eğilen bir yaklaşım söz konusu. One Arc koleksiyonunu “Çoğulcu, heterojen bir koleksiyon” olarak tanımlayan Graf, sergideki yerleştirme düzeninde ise soyut ve figüratif yaklaşımları odağına alan, iki ayrı alanda konumlandırılmış küratöryel bir çizgi çiziyor.
Girişin sağ tarafında bulunan seçki ile merkezindeki kaide üzerine konumlanan Kuzgun Acar’ın da dâhil edildiği bölüm, koleksiyondaki Paris Ekolü’nün figüratif temsiline uzanan, güçlü ve zengin bir eser seçkisine karşılık geliyor. “Paris Ekolü’nü yalnızca soyut bildiğimize” dikkat çeken Marcus Graf, bu bağlamda sergi özelinde figüratif dendiği zaman “Modigliani gibi primitif, Yüksel Arslan gibi apayrı ve Fikret Mualla gibi Ekspresyonist ya da Fovist arasında kalan” bir çizgiyi izleyebileceğimize değiniyor. Küratöryel kurguya eğildiğimizde ise figüratif seçkideki ilk eserin, Avni Arbaş ile başladığını görebiliyoruz.
Marcus Graf’ın, “Tek, yalın, beyaz bir yapıt” olarak yerleştirdiği Arbaş’a ait eserin ardından sırası ile Fikret Mualla, Şükriye Dikmen, Yüksel Arslan ve Abidin Dino’nun yapıtlarına uzanıyoruz. Galeri mekânının sağ tarafında ve figüratif seçkinin merkezi diyebileceğimiz bir noktada, bu kez Kuzgun Acar’ın maske formlu eseri ile karşılaşıyoruz. Kuzgun Acar’ın sergideki küratöryel yerleşkesi, Marcus Graf’a göre “eğlenceli bir oyun alanı“na da işaret ediyor. Öyle ki maske formlu heykelin gözlerine karşılık gelen deliklerden baktığınızda Şükriye Dikmen’in hayranlık uyandıran “göz”leri ile baş başa kaldığınız bir an söz konusu…
Koleksiyonun Soyut eğilimdeki seçkisini temsil eden alan, mekânın sol tarafında görülebiliyor. Albert Bitran ile başlayan soyut seçki; Selim Turan, Mübin Orhon, Fahrelnissa Zeid ve Nejat Melih Devrim’in eserleri ile devam ediyor. Bu bağlamda sol alanın da tıpkı sağ alandaki gibi merkezine yerleştirdiği kaidenin üzerinde, bu kez İlhan Koman’ın eserlerine rastlıyoruz. Marcus Graf, İlhan Koman’ın sergideki üretimlerine dair figüratif-geometrik heykelleri yerine organik formları ile karşılaştığımıza dikkat çekiyor. Koman’ın işlerinde öne çıkan organik formlar Graf için de heyecan yaratan bir noktada konumlanmış. Öyle ki söz konusu heyecan, Graf’ın küratöryel pratiğinde bir yenilik olarak “kaide üzerine kaide” fikrini açığa çıkmış. “Kaidelerin birbirleri ile iç içe geçtiğini, yükselip alçaldıklarını hayal ediyorum. Bu da İlhan Koman eserlerini izlerken eğlenceli bir dinamizme alan açıyor”.
Marcus Graf ile One Arc koleksiyon seçkisinde, son olarak Fahrelnissa Zeid’in çalışmalarına eğiliyoruz. Bu bağlamda ise ilk olarak, sergideki Fahrelnissa Zeid işlerinin hem sanatçının kendi pratiği hem de serginin genelinde hissedilen soyut yaklaşımlardan ayrıştığını öğreniyoruz.
Söz konusu ayrışma sergi içerisinde, Zeid’in “siyah-beyaz renkleri ile monokrom bir bağlama taşıdığı; gamalı haç ile faşizme gönderme yapılabileceği, dolayısıyla savaş karşıtı bir duruş sergilemesi ile” ilişkilendirilen bir yaklaşım üzerinden okunabiliyor. Fahrelnissa Zeid ile Nejat Melih Devrim’in anne-oğul ilişkisini de dile getiren Marcus Graf, ikilinin soyut pratiklerine dair güncel tartışmayı ise şu şekilde özetliyor;
“Nejat Devrim’in sergideki eseri, çok erken dönemleri olan 1947-48 zamanlarına denk geliyor. Şu anda Türk sanat tarihçileri, ya annesi ya oğlu bağlamında, ilk soyut resim yapan kim tartışmasına girmiş durumda. Nejat Devrim’in işleri tam soyut da değil, kübik-natürmort. Hâlâ bir figüratif etki var. Belki 1944 yılına ait başka bir çalışma çıkar ve tartışmanın seyri ona göre şekillenir. Kim bilir?”
“One Arc Gallery koleksiyon seçkisi; Paris Ekolü’nü 1950’li yıllar ekseninde sergilerken ekolün soyut ve figüratif yönlerini, Marcus Graf küratörlüğünde izleyiciyle buluşturan eser seçkisiyle temsil ediyor. “Satılık Değil!” sergi ismi olarak, ticari galerilerin sanat ile kurduğu ilişkiye dair tutkuyu öne çıkaran bir yaklaşımı benimsiyor. Serdar Altınalmaz koleksiyonunu ise aynı yaklaşım özelinde yüceltiyor. Türk sanatının uluslararası bir nokta ile buluştuğu zamanlara dair etkileyici bir koleksiyon sergisi “Satılık Değil!”
Küratörlüğünü Marcus Graf’ın üstlendiği “Satılık Değil! / Not For Sale!” sergisi 11 Şubat 2022 tarihine kadar One Arc Gallery Juma Binası’nda görülebilir.