1945 yılında hala süren savaş ortamının zorlukları, yepyeni bir festival yaratmanın sorunlarıyla birleşince ilk festivalin ancak 1947’de yapılabileceği anlaşılır. Edinburgh şehrinin “Avrupa’nın kültür merkezi” gibi bir savaş sonrası kimliği kazanması da festivalin amaçlarından biridir. İlk Uluslararası Edinburgh Festivali 24 Ağustos 1947’de başlar. Bu ilk festivalin en önemli olaylarından biri, savaş öncesi Viyana’sında Mahler’le sürekli işbirliği içinde olan, usta bestecinin bazı eserlerinin prömiyerini yapan orkestra şefi Bruno Walter’i Viyana Filarmoni’yle yeniden bir araya getirmesidir. Walter, Nazi rejiminin Avrupa’dan ABD’ye kaçırdığı değerlerden biridir. Bu bir araya geliş, uluslararası festivalin o ilk yıllardaki ruhunu sembolize eder: Savaş sonrası Avrupa’sında insani ilişkileri yeniden inşa etmek.
DAVETSİZ MİSAFİRLER
O günden beri Ağustos ayı boyunca devam eden bu festivalin içeriğinde büyük ölçekli tiyatro, opera, dans ve müzik performansları yer alıyor. Fakat 1947’deki o ilk festivalde daha sonraki yıllarda çok büyük önem kazanacak başka bir olay yaşandı. Altısı İskoç ikisi İngiliz sekiz tiyatro kumpanyası davetsiz bir şekilde Edinburgh’a geldiler ve uluslararası festivale kabul edilmeyince şehri terk etmek yerine festivale paralel olarak farklı mekanlarda kendi şovlarını sergilediler. “Kenarda, kıyıda” anlamına gelen fringe festivallerinin tohumunu bu sekiz bağımsız tiyatro kumpanyası attı. Bu tohum yıllar içinde uzun zamandır çağdaş gösteri sanatları alanındaki en prestijli festivallerden biri olarak görülen Edinburg Fringe’e dönüştü. Edinburgh Fringe, konseptin ilki, öncüsü ve hala en önemli Fringe festivali.
ARTIK BİZİMDE BİR FRINGE’IMIZ VAR
Canlı bir kültür ve tiyatro ortamı olan İstanbul’da bir Fringe festivalinin olmaması doğrusu eksiklikti, ama artık bizim de bir Fringe’imiz var. Farklı disiplinlerden sekiz kişilik bir ekibin emeğiyle ortaya çıkan İstanbul Fringe, bu yıl ilk kez 18-22 Eylül tarihlerinde düzenlenecek. Bu festivallerin ruhuna uygun olarak, birçok farklı ekip, çeşitli disiplinlerden alternatif işlerini birçok farklı sanat alanında sahneleyecek.
NE VAR, NE YOK?
İlk İstanbul Fringe’e Türkiye ve dünyadan tiyatro, dans ve performans disiplinlerinden 22 ekip katılıyor. İşler 19 farklı sanat alanında ağırlanıyor. Fringe festivallerinin en büyük özelliği, her disiplinden, her seviyeden işin çok çeşitli mekanlarda sahnelenmesi. Dolayısıyla bir seyirci için en zorlayıcı kısmı ne izleyeceğini seçmek oluyor. Hayal kırıklığı yaşamak veya izlenenin beklentiyi karşılamaması kadar, çok hoş bir sürprizle karşılaşmak, yepyeni bir yetenekle tanışmak ya da daha önce hiç izlenmemiş tarzda bir işe rastlamak da fringe deneyiminin bir parçası. Beş günde yirmi işe yetişmek tabii ki imkansız; biz on tane işle özellikle ilgilendik, siz de bu seçkiden yararlanabilirsiniz.
SEÇTİKLERİMİZ
*Ama – Nadir Sönmez (Türkiye)
Meltem bir oyuncu, Zafer bir prodüktör, İlhan bir galeri sahibi ve Emel bir çağdaş sanatçı. Sohbetleri İstanbul’daki tiyatro, sinema ve sanat dünyasındaki insanların güncel meseleleri ve özel hayatları etrafında dönüyor.
*Awakening – Ladder Art Company (Macaristan)
İki oyuncu ve dört müzisyen, insanlığın dualitesi üzerine bir hikaye anlatıyor. Sahnede iki farklı karakter iki farklı dünyada var oluyor: Biri büyülü, rüya gibi, diğeri ise daha fiziksel ve gerçekçi. Mizahi diliyle bir insanlık hali üzerine eğilen bu performans, hem ne kadar küçük ve korkak hem de ne kadar cesur olduğumuzu anımsatıyor. Bu hikaye bizi, insanlığın farklı iki yanının ortak bir zemin bulmaya çalıştığı, sözsüz ama canlı müzik, görsel şiir, zekâ, mizah, sirk ve oyunculukla yol gösteren, sihirli bir dünyaya götürüyor.
*Wreck – Insiemi Irreali (Belçika)
“WRECK – Soyu Tükenmişler Listesi” hareket, ses ve görsel sanatları bir araya getiren disiplinler arası bir performans. Kocaman, siyah, havayla şişirilmiş yastık gibi yumuşak bir plastik, boşlukta hareket eder. Tıpkı bir avcı gibi. Bu soyut objenin çağrışımsal bir gücü var: İnsanları yutup tükürdüğü için Leviathanların bir alegorisi, denizaltındaki efsanevi canavarlar, kapitalizmin metaforu veya insanlık koşulları gibi düşünülebilir. Kavramsal katmanları sayesinde izleyenlerin çağrışımlarını çeşitlendiren ve hayal gücünü zorlayan bir etkiye sahip.
Ferocia – Giolisu (Belçika)
Ferocia, kadın sanatçıların sosyal ve kültürel bağlamda politik katılımını sorgulamak arzusuyla doğmuş angaje bir solo performans. Düşüncelerimiz, günlük yaşamlarımızda güçsüz olma hissi ve çelişkisiyle sürekli çatışır. Ferocia, Bill Viola’nın ve İtalyan annelerin söylediği devrimci bir ninni olan “Bella Ciao” şarkısından esinlenmiş ve performans Simone de Beauvoire, Angela Davis, Margerite Duras, Maguy Marin ve Comandante Ramona’nın sözlerini bir araya getirmiş. Buradaki dans; içgüdüsel, duyarlı, içselleştirilmiş ve duygusal bir akışın uyarlaması. Sert jestleri, dürtüleri ve saf hareketleri birleştiren koreografik bir yaratım.
Cute (Skin) – Matroos Dance Company (İtalya)
Her vücut, üzerinde, önceki bir ana veya jeste ait işaretler, yaralar, izler barındırır. “Skin“ bugüne kadarki karşılaşmalarımızdan, kelimelerimizden, duygularımızdan, derimize kazınmış görülemez izlerin hikayesini anlatıyor. Derimiz dünya ile ilk temas noktamızdır. Sarar ve korur, emer ve salar, hükmeder ve katılır, dokunma sayesinde tanır, bilir, duyar ve iletişim kurar, kendini ifade eder, nefes alır, muhafaza eder ve nöbet tutar. Dev bir bez tuvalin arkasındaki gizli dansçının sürekli temasları, derinin iç hareketlerini, eğilip, bükülmelerini, derin kesik yaralanmalarını, bir değişim hikayesini, ayrılmaları, hatıraları ve görselleri seyirciye aktaracak. Derimizi değiştirmemiz, yenilememiz için gereken hikaye ile seyirciyi buluşturacak.
Factory – Resident Island Dance Theatre (Taiwan)
Factory, 2017 yılında yaratım sürecine başladı. İnsan toplumunda gelişen zaman-mekan ilişkisini ve standart bir sistemde insanların nasıl davrandığını anlatır.
İnsanlar, hayatlarının olağan döngüsü dışında kalmaya başladığında güvensizlik ve endişe korkusu duymaya başlarlar, özellikle sermaye toplumunda yaşayanlar.
Yaratım süreci, dinamik ve statik arasında çeşitli diller oluşturmak için dansçılar tarafından hareketli platformlar kullanılarak deneyimlenir.
Waiting for the Fishes – Silvia Pezzarossi (İtalya)
Sahnenin ortasında tahta bir kutu. Kutunun üzerinde boş bir akvaryum… Derhal yanlış bir şeyler olduğunu anlarız, akvaryumda bulunması gereken balıklar nerede?
“Waiting for the Fishes” Giacomo Leopardi’nin beklemeyi sonsuz bir arzu ve zevk haliyle ilişkilendiren bir şiirinden ilhamla yola çıkan çok disiplinli bir gösteri. Bu tek kişilik gösteride, performansçı bizi bir bekleme halinde karşılar ve dinamik bir şekilde etkiler, bizi dans, tiyatro, performans ve sirk anlarına davet eder.
Bu “beklemeye övgü”, sanatçı ve izleyici arasında paylaşılan bir bekleme eylemine dönüşür ve böylelikle birbirlerine oyun, mizah ve sürprizle dolu bir etkileşim alanı yaratır.
Dans ederek mekanda gezinen bir hayal gücü, seyirci ve dansçı arasındaki duvarı yok eder. Herkes performansın bir parçası olur ve hep birlikte tek bir amaç için son bir mücadele verilir: boşluğu doldurmak ve beklemeye son vermek.
The Chess Player – Theatre Omnibus (ABD)
Naziler tarafından yalnız bir tutukluluk durumuna hapsedilmiş olan esirin hayata ve akıl sağlığına tek tutunduğu nokta çalınmış bir satranç kitabı haline gelir. Delilikle savaşmak, şizofreniyi seçmek, zihnini iki satranç ustasının arasındaki mücadeleye odaklayarak sağ kalmaya çalışmak. Eser, kaçışından sonra, dünyanın en iyi satranç oyuncusuna karşı yapacağı mücadeleyi hayal ederek delirmenin sınırlarında dolanan esirin hikayesini, Richard McElvain’in Stefan Zweig’in klasiğini yorumlayışını seyirciyle buluşturuyor.
Vicdani – Mine Çerci (Türkiye)
Haldun Taner’in Gözlerimi Kaparım Vazifemi Yaparım eserinden yola çıkılan oyunda Türkiye’nin çeşitli dönemlerinin, çeşitli koşullandırma evrelerinin kurbanı Vicdani isimli bir küçük ezik adamın acı komedyası, Commedia dell’arte maskelerinden ilhamla yapılmış yarım komedya maskeleriyle sahneleniyor.
Bedenler arasında kurulan ilişkiyi seyirlik bir unsur olarak kabul eden oyun, siyasetinde öncelikle bedende ya da bedenler arasında şekillendiğini ve görünür hale geldiğini müzikle harmanlayarak gösteren bir yapıya sahip.
Effigies – Ionna Angelpoulou Dance Company (Yunanistan)
Mimari ve mekansal endişelerden arınmış bir şekilde bir binanın hikayesi nasıl yazılabilir? Nasıl yapı şehrin sosyal ve kentsel kumaşından arınabilir?
Koreograf Ioanna Angelopoluo dikkatini Atina’nın merkezinde listelenmiş olan bir binaya (Megaro Athinogenous) odaklıyor ve bu binada yaşayanları yüzyılın dönüşümü içerisinde tanımlayarak karşımıza çıkartıyor. ELIA’nın (Yunan Edebiyat ve Tarih Arşivi) fotoğraf arşivinden yaptığı araştırmalardan yola çıkarak, parçaları birleştirip bir hayali aile albümü, bir hayaletler jeneaolojisi yaratıyor.
Eylül ayının ortasında, sezon henüz başlamadan, kısa bir süreliğine de olsa Sakıp Sabancı Müzesi’nden Moda Sahnesi’ne, Aksanat’tan Beykoz Kundura ve Kumbaracı 50’ye şehrin dört bir yanı tiyatro, dans ve performansla dolacak. Harika değil mi? İlk Fringe’imizin şansı bol, yolu açık olsun.
Ayrıntılı bilgi ve tüm program için: www.fringeistanbul.com
NOT ALIN: Çağdaş dans ve alternatif tiyatroda Belçika, Avrupa’nın ortasındaki o küçücük ve sıkıcı ülke son yıllarda hem kendi içinde hem de uluslararası arenada (örneğin Edinburgh Fringe’de) çok farklı, çok yaratıcı işler çıkarıyor. Belçika’dan gelenlere dikkat.
FRINGE DALGASI
Bugün dünyanın çeşitli şehirlerinde düzenlenen birçok farklı Fringe festivali var ve bunlar her yıl 170 bin sanatçıyı, 250 farklı mekanda 60 bin etkinlikle, yaklaşık 19 milyon kişiyle buluşturuyor. Her şehirde farklı ölçek ve formlarda düzenlenen Fringe Festivalleri alternatif ve yenilikçi işler üreten genç sanatçılara işlerini uluslararası platformda sergileme imkanı sunuyor.