Bir Arada Olmak - ArtDog Istanbul
Kahramanmaraş, Fotoğraf: Alessio Mamo

Bir Arada Olmak

//

Zamanın Maarif Nazırı (Milli Eğitim Bakanı olarak çevrilebilir) Emrullah Efendi’nin söylediği bir söz bugün de tartışma konusu: “Şu mektepler olmasa Maarif’i ne güzel idare ederdim.” Burada ikiye ayrılır tartışma tarafları; biri nazırı eğitimi ciddiye almamakla suçlarken diğeri başka türlü bir eğitim kurumu olan mahalle mekteplerini kast etiğini söyler.

Merkez üssü Kahramanmaraş’a bağlı Pazarcık merkezli, 7.7 ve 7.6’lık iki depremle (bazı uzmanlara göre üç) memleket olarak, kelimenin tam manasıyla sarsıldık. Bölgeden ilk gün ve sonrası gelen görüntülerle kalbimize çok büyük bir ağırlık çöktü, çaresizleştik, acıyı iliklerimize kadar hissettik, uzaktan bir şey yapamamanın kahredici esaretini yaşadık ve duygularımız en çok da öfkeyle birlikte isyanla dışa vurdu.

Daha çok uzun yıllar tartışılacak ve benzerini 1999’da İzmit merkezli yaşadığımız ama etki gücü daha yüksek bu iki depremin yarattığı sonuçlar; ülkenin mevcut durumu göz önünde bulundurulduğunda ileriye dönük oldukça fazla olumsuzluk yaratacak. 10 ildeki toplam vefat eden sayısının yüksekliği, bir sürü bilinmezlikle dolu yardım ve arama kurtarma ekibi yokluğu, geç ulaşılıp insanların kurtarılamaması tartışması, yaralılar için götürülebilecek hastanelerin ayakta olmaması, sokaklardaki cesetler, susuzluk, açlık, hastalıklar, yağmacılar, yardımlar… O kadar çok şey var ki konuşulup, tartışılan. Hepsi belki de bir eksikliğin sonucunda dışa vurulan ve çoğumuzu isyan ettiren bu mevzular, ne açılan yaranın kapanmasını sağladı ne de o bölgede bu acıyı sonuna kadar yaşayan insanların derdine çare oldu. Yapılmamalı mıydı tartışmalar; elbette yapılmalıydı ama hepsinden önce konuşmamız gereken şeylerin yanında susmamız gerektiği anlar da vardı. Ama bizler, konuşmayı şehvetle seven bir toplumun fertleri olduğumuz için hararetle tartışmalara giriştik. Kimimiz öfkesini kallavi bir biçimde dile getirip, isyanını canhıraş biçimde ortaya dökerken kimimiz de yaşadığı şoku atlamayıp, kendisini başka türlü bir meşguliyetin içinde buldu. Kimimiz canhıraş bölgeye gidip bir taş kaldırıp, insanlara çare olmaya çalıştı kimimiz de oturduğu yerden yardım etmeyi tercih etti. Kimi organize olup, daha fazlasını yapmak için bölgedeki adreslerden insanların kurtarılması için çaba gösterdi kimisi de bu yoklukta o insanların ne eksiği varsa gidermek için gönüllü oldu. Aslında anlatmaya çalıştığım konu, yazının başındaki örnekten hareketle, ‘siyaset olmasa, toplumun dayanışma duygusunun ve yüce gönüllülüğünün önünde hiçbir şeyin duramayacağı’. Hiçbir şartın ya da koşulun, hiçbir zorluğun bu dayanışma ruhunu zedelemeyeceği.

Yenikapı’daki Dayanışma Ruhu

Deprem bölgesine gidemeyip, bulunduğu yerden yardım etmek isteyen insanlar için de yapılacaklar listesi oldukça kabarıktı. Büyük bir sorumluluk ve kalpte taşınan ağır yas duygusuyla yola çıkanlar, ufak da olsa bir şey yapabilme çabasındaydı. İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nin (İBB) Yenikapı’da organize ettiği ve parti gözetmeksizin kapılarını herkese açtığı gönüllülük esasına dayalı organizasyon, bana göre her anlamda oldukça manalı ve başarılı bir sonuca sahipti.

Dr. Kadir Topbaş Kültür ve Sanat Merkezi’ndeki organizasyona ben de internetten gördüğümde katılabildim. Neyse ki çok sayıda insan orada toplanmış ve dışarıdan getirilen ikinci el ve yeni malzemenin tasnifi, kolilemesi, taşınması, tırlara yerleştirilmesi için elden ele çok güzel bir çalışma içerisindeydi. Salona girdiğimde, acaba nerden başlayabilirim diye düşündüm. Herkes masaların etrafında ya da tırların arkasında öbek öbek toplanmış, görevlilerin koordinasyonuyla kendilerine söylenen işleri yerine getirmek için uğraşıyordu. Birçok grubun yanına giderek, yardım lazım olup olmadığını sordum. Sorduğum grupların hiçbiri benden yardım istemedi, hepsi sanki on yıllardır bu işi yapıyorlarmış gibi, oldukça sakin ama kararlı biçimde çalışıyordu. En son tırların arkasında bir grup buldum, biberonların ayrı bir kolide toplanması gerekiyormuş, hemen atıldım, elimde ne makas ne falçata var, kolileri açmaya başladım. O andaki duygum tamamen şuna büründü: Nihayet bir işe yaradım. Ya da buna inanmak istedim. Bir süre bu işlemi yaptım, sonra yanıma bir oyuncu geldi, onunla kolileri toplayıp, bantladık, tek kelime konuşmadık çünkü orada bulunma amacımız sosyalleşmek değildi. Ne kadar seri olursak o kadar hızlı tırları doldurup, yola çıkmalarını sağlayabilirdik. Sonra bir el arabası buldum, bu sefer diğer taraftaki hazırlanan kolileri taşımaya başladım. Oradan oraya git gelle zaman geçti. Bir ara duraksadım; salonu en geniş gören tarafa geçtim, önümden bir sürü insan gelip geçiyor. Genci yaşlısı, her dilden, dinden insan; 72 çeşit millet dedikleri. Çok mutlu oldum, acıda da olsa bir arada olduğumuz için, birbirimizi hiç tanımasak da dara düştüğümüz zaman birbirimize el verme hasletimizden vazgeçmediğimiz için. En çok da gençlerin orada olmasına mutlu oldum. Hepsi canla başla orada koşturdular, çırpındılar. Sonra bunca insan burada depremzedelere yardım için uğraşırken, kendileri de bu duruma düşse kim yardım edecek diye düşündüm, o korkunç gerçekle bir kez daha yüzleştim. Ama bu düşünceden hızla uzaklaştırdım kendimi ve İstanbul’da yaşayanlar için kendimce dualar ettim, ne olur buraya bir şey olmasın, bir kişinin bile burnu kanamasın dedim içimden. O güzel dayanışma ruhunun olduğu gün, tatlı bir yorgunlukla eve döndüğümde ‘birlikte güzeliz’ dedim kendi kendime. Bu ülke insanının arasına çizilmiş koca sınırlar olmasa, insanlar ta en başından beri arama kurtarma ekibinden yardım için koşturanına ayrımlaştırılmasa, TV ekranlarından bağış toplama işi en başından yapılıp, hakkı verilerek yapılsa… Ve bunun gibi daha birçok şey. Emin olun halkta en ufak bir yardım yapan her kimse baş tacıdır. Halk; o dar ve acı günlerde yanında kim olduğuna bakar; uzakta da olsa yakında da olsa onu yanında görmek ya da hissetmek ister. Bana göre bölgeye gidip o acının üstünde tepinen, o malzemeyi görselleştirip, bir taş kaldırmadan dramatik müziklerle videolaştırıp sosyal medyasında koşa koşa yayınlayan, bölgede çalışan insanları kendi meşrebinden değil diye ötekileştiren milyon dolar bağışlasa kıymeti yok. Biz acıyı pay etmek için gecesini gündüzüne katan insanların hepsine minnettarız. Umarım ki bu dayanışma duygusu, etkisi daha uzun yıllar sürecek bu yaranın kapanması adına, devam etsin. Depremi de depremzedeleri de coğrafyamızın gerçeklerini de yurt dışından gelen ekipleri de yardımları da unutmayalım; hayat felsefemiz ‘yaşamak ve yaşatmak’ üzerine kurulsun. Ki kaybettiklerimizi yerine koyup, gelecek kuşaklar için kentlerimizi yaşanabilir hale getirebilelim…

İlginizi çekebilir:  48. İstanbul Müzik Festivali, Beethoven’ın doğum gününü kutluyor
Previous Story

Yaşam Yerle Bir Olduğunda

Next Story

“Bir Yaz Gecesi Rüyası” Pi Artworks’te

0 0,00
02_ArtDog_CD_Logo_RGB_Black

BÜLTEN

Türkiye ve dünyadan haftalık kültür-sanat haberleri, inceleme yazıları, sergiler ve etkinlikleri takip et.

Bülten aboneliğinde ArtDog Istanbul’un gizlilik sözleşmesini kabul etmiş olursunuz.