Bodrum Kalesi

Balıkçı’nın Bodrum’undan Geriye Ne Kaldı?

Bodrum artık romanlardaki, şiirlerdeki, resimlerdeki ve eski fotoğraflardaki; hele ki Halikarnas Balıkçısı’nın kalbindeki Bodrum değil… Artık herkes kendi Bodrum’unu yaratsa da yine de Arşipel’in koynundaki bu inci yarımadayı tüketmek mümkün mü? Kişinin değeri aradığı şeyler kadardır, diyerek biz de kendi Bodrum’umuzun peşine düşelim…

/

İlk gençlik yıllarımda tutkuyla okuduğum Selim İleri’nin Her Gece Bodrum romanı, Bodrum yolculuğunda kılavuzum olabilirdi belki. Ama Bodrum artık romanlardaki, şiirlerdeki, resimlerdeki ve eski fotoğraflardaki; hele ki Halikarnas Balıkçısı’nın kalbindeki Bodrum değil ki… Artık herkes kendi Bodrum’unu yaratsa da yine de Arşipel’in koynundaki bu inci yarımadayı tüketmek mümkün mü? Kişinin değeri aradığı şeyler kadardır, diyerek biz de kendi Bodrum’umuzun peşine düşelim öyleyse. Terk edilmiş köylere, yalnızlığa sevdalı koylara uzanalım; münzevi bir sükûnet düşünün ardı sıra, yarımadanın ilham verdiği onca sanatçı ruhun yaldızlı izlerini kovalayalım. Önce filmi başa sarıp Karyalıların devrine gidelim.

Yel Değirmenlerine Karşı

Benim için eski Bodrum demek, öncelikle Sandıma ve Karakaya köyleri demek. Sahildeki şaşaalı alışveriş merkezleri dururken bu terk edilmiş köyleri görmek için dağın başına gelenlerde mutlaka bir Don Kişot ruhu vardır, kanaatimce. İnsanın kendi sesinin yankısını duyabildiği, kendi gölgesinin içinde hayaller kurabildiği Bodrum köylerinden biri olan Sandıma, Yalıkavak sırtlarında, en yakın merkeze beş kilometre mesafede yer alıyor. Sabah güneşi zeytin ağaçlarının göğe dokunan dallarındaki yaprakları gümüşlendirirken kaybolmaya yüz tutmuş bir patikadan köye doğru tırmanıyorum. Yol boyunca sıralanan, çoğundan geriye sadece duvarlar kalmış eski evler, ahir zamanlardaki mutlu yaşamları canlandırıyor gözümde. Sokaklarda ilerledikçe derin bir hüzün kaplıyor insanın içini ve her nasılsa Dido Sotiriyu’nun “Benden Selam Söyle Anadolu’ya” adlı romanından satırlar geliyor aklıma. Kapısı, bacası, penceresi, kuyusu öylece duran taş evler, zamana karşı onurlu bir mücadele veriyor sanki. Okaliptüs, çam, zeytin ve çitlembik ağaçlarının kendi haline bırakıldığı, devleşmiş kaktüslerin vahşi bir özgüvenle boy attığı, zakkumların ferahlık yayan pembelikleriyle hayatın bağrından fışkırdığı Sandıma, terk edilse de ayaklarının üzerinde durabilen güçlü bir insanı çağrıştırıyor gözümde. İnsansızlık kimi zaman iyi gelir, sükûnet ise iyileştirir, diye düşünürken, yaklaşık 200 haneli köy irisi bu eski yerleşimin geçmişini düşlemeye başlıyorum.

Çılgın kalabalığın ötesinde, doğanın ve tarihin büyüleyici uyumuna tanıklık etmek isteyenlerin yolunu düşürdüğü Sandıma’daki yaşam izleri, Bodrum’un tarihiyle birlikte şekillenmiş. Troya’nın düşmesiyle bölgeye gelen Lelegler, yarımadaya irili ufaklı tam sekiz kent kurmuş. Karya Satrabı Mausolos Dönemi’nde Halikarnas ile birleşmişler. Bölgede yapılan kazılarda, ilk yerleşimin MÖ 2 binli yıllara dayandığı saptanmış. Eski Anadolu halklarından biri olan Leleglerin yanı sıra; Roma ve Osmanlı dönemlerinde de yerleşim alanı olarak kullanılan yapılar, 2 bin 500 yıllık bir geçmişi simgeliyor. Ancak bugünkü yerleşimin büyük bölümü, Cumhuriyet öncesinde kurulmuş. Osmanlı şeyhülislamı Hacı Ömer Lütfü Bey adına yaptırılmış bir çeşme ve sarnıcın bulunduğu köyün Rum ahalisi mübadele yıllarında yurtlarını terk edince Sandıma da hızla hayalet köye dönüşmüş. 2000’li yılların başında ressam eşiyle birlikte Sandima’ya yerleşip bir sanat galerisi/atölyesi kuran heykeltıraş İsmail Erkoca, köyün korunması ve tanıtılması için yoğun mücadele vermiş, günümüz Don Kişot’larından… 2021 yılında hayata veda eden Erkoca, eski bir Sandıma evini sanatla ayağa kaldırarak şu sözleri sarf etmişti: “Burada benim evim, bizim evimiz diye bir şey yok. Burada sanatseverler için her şey ortak. Dileyen galerideki eserleri inceler, isteyen sohbet eder. Hatta istiyorsa sanat üretimini burada yapar.” Belki ben de Sandıma’yı, bu paylaşma ve dayanışma duygusunu öğrettiği için çok sevmiş olmalıyım.

Gümüşlük Tepelerinde

Sandıma’dan sonra, civarda zamanın karmaşık belleğine karşı durabilen başka bir köy daha olabilir mi, diye gezinirken tanışıyorum Karakaya ile. Gümüşlük sırtlarında, Peksimet Dağı’nın eteklerinde, âdeta bir kaya oyuğuna sığınan köy, ilk bakışta pitoresk manzarasıyla beni kendisine çekiyor. 800 yıllık geçmişe sahip olduğu söylenen köyün denizden uzak ve bu denli korunaklı bir yere kurulmuş olması, geçmişteki korsan saldırılarına bağlanıyor. Eski Bodrum ve Rum mimarisinden izler taşıyan köyü sizlere anlatmamın nedeni ise Bodrum’da Orta Çağ’a özgü dağ yerleşimlerinin karakteristik bir örneğini sergilemesi. Boz taşlardan yapılmış, en yükseği üç katlı olan 60 kadar haneden oluşan köy, Eski Gümüşlük olarak da tanınıyor yörede. Makilerle örtülü yamaçlara asılı gibi görünen taş evlerin ve diz boyu kaktüslerin arasında kıvrılan yılankavi sokakları biraz arşınladıktan sonra, sahile doğru yoluma devam ediyorum.

Teras teras alçalarak Gümüşlük’e çıkan yol, Ege’nin sonsuz maviliğinin üzerinde uyuyakalmış dev bir kaya kütlesini anımsatan İstanköy’ü (Kos) seriyor önüme. Narenciye bahçelerinin ve küp şekerleri andıran çatısız Bodrum evlerinin kıyısından geçerken, Halikarnas Balıkçısı’nın sözcükleri taçlandırıyor yolun güzelliğini: “Eskiden Bodrum’da evler, savaş ve savunma için yüksek yamaçlara kondurulurdu. Bunlara ev değil, kule denirdi. Maviye imrenişten ötürü yerlerinde duramayarak çam kokan nalınlarıyla tıngır mıngır yokuş aşağı seğirten koyun gıcır gıcır çakılları boyunca dizilmişler. Arkada kalanlar, ayakuçlarında yükselerek kız kardeşlerinin omuzları üzerinden bakakalmışlar. Kimi cesur evler de denize dalıp kayık olmuşlar ve dalgaların üzerinde güle oynaya karadaki pısırıklarla alay etmişler. İşte bundan dolayı kayıklarla evlerin, bir de mandalina bahçelerinin sıkı fıkı akrabalığı vardır.”

“Bodrum’un Cihangir’i” olarak adlandırılan Gümüşlük, nicedir sanatçı ruhların buluşma adresi. Sahili baştan uca saran restoran, meyhane ve pansiyonlar bir yana, Gümüşlük hâlâ horoz sesleriyle uyanabileceğiniz bir yer. Bugüne dek sinema ve tiyatro sanatçısı Erol Günaydın’a rastlamadıysanız da Nejat İşler’e ya da ünlü isimlerle karşılaşmanız sürpriz olmaz burada. Gümüşlük’te yaşayan dostlarımdan fotoğrafçı Mevlüt Maşalacı, fotoğrafçı Erbil Balta ile aktris eşi Bengü Ergin’in yanı sıra; Türk yayıncı eşi Fırat Ediz ile birlikte yılın geniş bir bölümünü Bodrum’da geçiren İtalyan editör ve çevirmen Guilia Dal Pra ile buluşup sahil kahvelerinden birinde sohbete başlıyoruz. Konumuz, elbette Bodrum’un edebiyattaki ve sanat dünyamızdaki yeri oluyor. 1980’li yıllardan beri Bodrum’dan vazgeçemeyen Maşalacı, kimler gelip geçmedi ki buralardan diyor. Neyzen Tevfik, İlhan Berk, Ülkü Tamer, Avram Galanti, Küçük İskender, Zeynep Casalini, Gani Müjde, Mehmet Aslantuğ ve daha kimler kimler… Adını duyunca Metin Celâl’in “İlhan Berk, Bodrum’dur; Bodrum, İlhan Berk,” sözünü hatırlatıyorum bendeniz de. Şair Berk, 1970’li yıllarda yerleştiği Bodrum’u hiç terk etmedi. Eşi ve arkadaşlarıyla Gümüşlük’te pansiyon açan Nilgün Marmara’nın yanı sıra, Ece Ayhan ile sık sık buluşur, sohbet ederdi.

Bardakçı Koyu’nda Zeki Müren.

Türkiye Entelijansiyasının Merkezi

Giderek derinleşip çeşitlenen sohbetimize katılan film ve dizi oyuncusu Bengü Ergin, Küçük İskender’in Bodrum başlıklı şiirindeki “İki bahar arasında tutulmuş bir dilektir yaz,” mısrasını hatırlatırken şaire bir selam yolluyor. Guilia ise sempatik Türkçesiyle, “Bodrum esasen Azra Erhat’tır, mavi yolculuktur, Hürriyet teknesidir,” diyerek muhabbeti koyultuyor. Söz oradan Bedri Rahmi Eyüboğlu, Mina Urgan, Oktay Rifat, Melih Cevdet Anday, Necati Cumalı, Oya Baydar, Gündüz Vassaf, Murat Belge, Melek Ulagay ve Balıkçı Paluko gibi mavi yolculara bağlanıyor. “Liste ne kadar kabarık!” demeden edemiyorum o an. Meğer Bodrum, 1950’li yıllardan sonra Türkiye entelijansiyasının merkezi olmuş. Maşalacı, “Aslında dahası da var,” diyor ve ekliyor: “Çoğu kimse bilmez, Yaşar Kemal’i, Yahya Kemal’i ve Can Yücel’i de mavi yolcular listesine dahil edebiliriz.” O an, hemen her kitabını severek okuduğum Mine Söğüt ile Bahadır Baruter’i, edebî ve sanatsal üretimleri için Gümüşlük’te kurdukları rüya bahçelerini eklemezsek de bu liste eksik kalıyor, diyorum.

Burası Benim Evim!

Söz dönüp dolaşıp Gümüşlük Akademisi’ne geliyor. Nasıl gelmesin ki? Gümüşlük’te kültür – sanat dendiğinde akla gelen birkaç yerden biri de burası. Peki ya buraya çok yakışan Uluslararası Gümüşlük Müzik Festivali’ne ne demeli? Bir sanat okulu işlevi gören Gümüşlük Festival Akademisi (GFA), 2006 yılından bu yana piyanodan viyolonsele, orkestra şefliğinden kompozisyon ve gitar dallarına dek 2 bin civarında yeteneğe sertifika vermiş. 14 Ağustosa kadar devam edecek GFA Programı’nı görmek için gumuslukfestival.org adresini ziyaret edebilirsiniz. 1996 yılında kurulan Gümüşlük Akademisi Vakfı ise edebiyat, resim, heykel, seramik, müzik, dans, tiyatro ve sinema atölyeleriyle antik çağın akademi geleneğini günümüze taşıyor. Monoloğa karşı diyaloğun, statükonun ataletine karşı gerçeği arayanların, dayatılana karşı temelleri sorgulayanların, konuşana karşı susanların, tüketim çılgınlığına karşı üreten insanların bir araya geldiği akademi, hedefini sanatın, felsefenin ve bilimin doğa ile buluştuğu bir düşünce çiftliği olma yönünde belirlemiş. Akademi, sertifika dağıtan bir okul olmayı değil, ülkemizin ve dünyanın geleceğine yön verecek çözümler üreten, farklı sanat disiplinlerinin bir araya geldiği, bağımsız bir ekol olma yönünde ilerliyor.

Akademi, gerçekten de amaçladığı gibi sanatseverleri doğanın kucağında hissettiriyor. Yaklaşık 15 bin metrekare büyüklüğündeki arazide kurulan akademi, kuzeyden güneye yüzde 30 eğimle tırmanan yamaçtaki meşelikte yer alıyor. Mindos koyuna bakan arazide 50’den fazla kuş ve 260 bitki türünün yanı sıra; 12 farklı sürüngen ve sayısı belirlenemeyen miktarda böcek gözlemlenmiş. Yapılan sayım sonucunda tespit edilen binin üzerinde ağaç, akademinin ağaç haritasına işlenmiş ve zaman içinde yapılan çevre düzenlemeleri sırasında araziye yeni ağaçlar kazandırılmış. Bu efsunlu sanat bahçesini Bodrum’a kazandıran isimlerden biri olan Latife Tekin, akademinin hemen her şeyiyle ilgilense de kendisini gönüllü çalışan olarak tanımlıyor. “Burası benim evim, bahçem” diyen yazar, akademiyle ilgili şu sözleri sarf ediyor: “Edebiyatın Beyoğlu – yazar – yayınevi üçgenine sıkışmasından son derece rahatsızdım. Gümüşlük Akademisi, bu duruma karşı bir tepki ve yeni bir arayış olarak doğdu. Aslında fikir, Ahmet Filmer’e ait. Ben de bir davet üzerine katıldım. Başlangıçta proje, büyük bir hayal gibi görünüyordu. Hatta bir ütopyaydı. Ama sanatsever insanların enerjilerini birleştirdiklerinde neler olabileceğini görüyoruz. Burada yeni bir dil kuracağız. Doğanın içinde yaşayamayan bir sanatçı, bir edebiyatçı düşünemiyorum.” 1-6 Temmuz’da tiyatro festivaline, 9-14 Temmuz’da felsefe günlerine, 15-21 Temmuz’da film çalışmalarına, 22 Temmuz-7 Ağustos arasında ise edebiyat festivaline ev sahipliği yapacak akademideki etkinliklerin detaylarını gumuslukakademisi.org adresinde görebilirsiniz.

Mindos’tan Tavşan Adası’na

Mausolos Dönemi’nde Halikarnas’a bağlanmayarak bir tür özerk yapı hüviyeti kazanan Mindos Antik Kenti’nin kalıntıları, Gümüşlük’te görülebiliyor. Gümüşlük’ün isminin nereden geldiği ile ilgili ise iki rivayet var: Bunların ilkine göre yöre, adını MÖ 2. yüzyılda burada basılmaya başlanan gümüş bir paradan almış. Çevrede bulunan antik gümüş ocakları da kentin bu özelliğini kanıtlıyor. Bir diğer söylenceye göre muhteşem yakamozlarıyla nam salan yöre, ismini gümüşlenen denizinden almış. Hangisi doğru bilemeyiz ama Gümüşlük’ün ismi, ona çok yakışıyor. Mindos kentine gelince… Koyun en güzel yerine kurulmuş desek yanlış olmaz. Kıyı ile ince bir bağlantısı bulunan yarımada, Mindoslulara iki doğal liman bahşetmiş. Böylece rüzgârın estiği yöne göre gemilerini iç veya dış limana çekerek sert hava koşullarından korunabilmişler. Bugün Mindos’tan geriye etkileyici fazla bir şey kalmamış olsa da kimi zaman denizden ilerleyerek, kimi zaman da yarımadanın zirvesine giden parkuru takip ederek antik kentin izlerini sürmek mümkün.

Denizin içinden Tavşan Adası’na geçerken bastığınız yerler, Roma Dönemi’nden kalma evlerin temelleri aslında. İç limanı, yarımadanın ucuna kadar dolanırsanız, denizin altındaki antik mendireği de görebilirsiniz. Yarımadanın arkasına geçtiğinizde ise temeli güçlükle seçilebilen bir tapınağa, Bizans Dönemi’nden kalma bir mozaiğe ve denize girebileceğiniz farklı koylara ulaşacaksınız. Dikkatli bir gözlemciyseniz bir kısmı toprak ya da su altında kalmış mimari unsurların, Mindos kentine ait yapı parçaları olduğunu fark edebilirsiniz. Ben de Mindos’a veda ederken bir başka şeyi fark ediyorum. Evet, yazımın Gümüşlük bölümü biraz uzamış olabilir ama ne yapalım, her yiğidin gönlünde bir aslan yatıyor işte. 1990’lı yılların ortalarında tanıştığım Gümüşlük, Bodrum’a dair sevdiğim şeylerin çoğunu bünyesinde toplayarak her seferinde beni kendisine bağlamayı başarıyor. Elbette siz Gümüşlük’ün denizinden hoşlanmayıp yarımadanın farklı koylarına gitmek isteyebilirsiniz. Bu durumda seçeneğiniz bir hayli fazla olacak. Gümbet yakınlarındaki Bardakçı koyu, Bitez yalısı kumsalları, kavurucu Ege güneşinde bitmeyen rüzgârlarıyla ziyaretçisini ferahlatan Gündoğan koyu, konforlu plaj kulüpleriyle Torba koyu, bir zamanlar Tarık Akan’ın inziva köşesi olan Akyarlar ve çok daha fazlası sizi bekliyor.

İlginizi çekebilir:  Karatepe’nin Anası Halet Çambel
Halikarnas Balıkçısı, Fotoğraf: Ara Güler

Dalgaların İlhamında

Konumuzu fazla dağıtmayıp Bodrum’un kültürel değerlerinin peşinde, ilçe merkezine doğru uzanalım bu kez de. Bodrumlu dostlarım yazar – çevirmen Annette Hanish ve fotoğrafçı Ömer Doğan ile Ortakent’te buluşup kültür sanat köyü Dibeklihan’ın yolunu tutuyoruz. Bugüne dek birçok söyleşiye katılıp her seferinde mutlu ayrıldığım Dibeklihan, Can Pulak başta olmak üzere pek çok Bodrumlu gazeteci ve yazarla tanışma fırsatı bulduğum yerin ta kendisi. Han bünyesindeki İ. Hakkı Tonguç Sanat Galerisi’nde rastladığımız Musa Köksal’ın Ritmik Yansımalar sergisi, günün ödüllerinden biri oluyor. Sergi çıkışı, Bodrum’un deneyimli yelkencilerinden birkaçını tanıma fırsatının yanında, Ege Denizi’nin sanatçılara verdiği ilhamı konuşuyoruz. Bugüne dek birçok dergi işinde birlikte çalıştığımız Hanish, Bodrum’un kışının yaza göre daha ilham verici olduğunu söylüyor. “Burada sadece dalgaların sesini dinleyerek bile sanatçı olur insan,” diye de tamamlıyor sözlerini. Fotoğrafçı Doğan ise uzun yıllardır Bodrum’da yaşayan müzisyen ikizlerden Necat Gürle’nin vefat haberini veriyor. Doğan, “Bildiğim kadarıyla en az 50 yıldır, belki daha fazla zamandır Bodrum’da yaşayıp, Bodrum’dan kültür dışında hiçbir şey almadan hep veren kardeşlerdir onlar. Anlamadan geçmeyelim,” diyor.

Ortakent’teki ikinci durağımız, yakın zaman önce Bodrum’un en büyük kültür sanat merkezi iddiasıyla açılan Inspera Bodrum oluyor. Şanslıyız! Çünkü sanatın birçok dalını bir araya getirerek Bodrum’a yeni bir soluk kazandırmaya soyunan mekân, Bir Zamanlar Denizin Olduğu Yer – Dolomitler’in Çağdaş Sanatı başlıklı sergiyle bizi karşılıyor. Küratörlüğünü Lisa Trockner’ın ve Inspera Art Space küratörlüğünü ise Ender Güzey’in üstlendiği sergide, İtalya sanat dünyasının öne çıkan isimlerinden Julia Bornefeld, Aron Demetz, Arnold Mario Dall’O, Wilma Kammerer, Hubert Kostner, Sissa Micheli, Robert Pan, Peter Senoner, Barbara Tavella, Gustav Willeit, ve Christine Galmetzer’in eserleri bir araya geliyor. Her bir eser, Dolomitlerin derinliklerinde saklı öyküleri anlatarak geçmişin izlerini gün yüzüne çıkarıyor. Yeri gelmişken Bodrum sanat rotanızı çeşitlendirmek isterseniz, Bodrumlu ressam Devrim Erbil’in MAJİ Art Gallery’de yeni açılan Yatay Derinlik sergisini de listenize ekleyebilirsiniz.

Bodrum’da bir mimarlık kütüphanesi olduğunu biliyor muydunuz?

Bodrum’daki doğa, tarih ve sanat odaklı rotamızın son düzlüğünde istikametimiz, Bodrum Kalesi. Ama önce yolumuzun üzerindeki Zai Bodrum’a uğramakta yarar var. Konacık’ta, anayolun hemen altındaki mekân, sahipleri tarafından ticari kaygı duyulmadan tasarlanmış, yeni nesil bir kütüphane. Modern sanat eserleriyle kaplı iç mekânın yanı sıra, zeytin ağaçlarının süslediği bahçesi bugüne dek Ayşe Kulin’den Yekta Kopan’a, Ayşegül Sönmez’den Selçuk Şirin’e kadar pek çok ismi ağırlamış. Zai, Bodrum’daki tek kütüphane değil. Mesela Bodrum’da bir mimarlık kütüphanesi olduğunu biliyor muydunuz? Bodrum sevdalısı bir mimarlık profesörü, 10 binden fazla mimari konulu kitabı için tarihi bir evde, Türkiye’nin ilk mimarlık kitaplığını kurdu. Bodrum Mimarlık Kitaplığı, belirli aralıklarla düzenlenen mimari, tasarım, tarih ve kültür konulu söyleşilere ev sahipliği yapıyor.

ArtDog Istanbul 23. Sayı200,00Temmuz – Ağustos 2024

“GÜNEŞ, DENİZ, KUM VE SANAT” Sayısı

ArtDog Istanbul basılı dergi satış noktalarını görmek için tıklayın.

Kapak Fotoğrafı: Sucuk & Bratwurst, Sand Ca(r)stle, fiberglas, 120x2x0.9 metre, 2024, Mercedes Benz ve PİLEVNELİ iş birliği

Başarılı

Herodot’un Anlattığı…

Bodrum Kalesi’nin önünde, tarihçi, coğrafyacı ve yazar Herodot’un büstüne bakarken, “Bodrum’un her köşesinde ayrı bir kültür değeri var,” diye geçiriyorum aklımdan. Biraz ileride bankta oturan Halikarnas Balıkçısı heykeline de selam verdikten sonra artık kaleyi gezmeye hazırım. Yıllar önce Ege Üniversitesi’nde okurken açık hava konserleri izlemek için yolumu düşürdüğüm Bodrum Kalesi, titiz bir restorasyondan geçirildikten sonra son derece etkileyici bir yere dönüştü. Henüz ziyaret etmediyseniz, emin olun çok şey kaçırıyorsunuz. St. Jean şövalyelerinin güçlü surları, artık kulelerinde, avlularında ve dehlizlerinde dünyanın en önemli su altı arkeoloji müzelerinden birinin görkemli parçalarını saklıyor. Hemen herkes için eğlenceli ve öğretici bir müze burası. Osmanlı döneminde tahkim edilerek güçlendirilen kalenin içine tam yedi kapıdan geçilerek giriliyor. Kalenin doğu suru dışında kalan bölümleri, çift beden duvarıyla takviye edilmiş. Sayısız tarihi hazine barındıran kale, birbirinden etkileyici taş kabartmalarla süslenmiş. Armalarda haçlar, düz ya da yatay bantlar, ejder ve aslan figürleri kullanılmış. İç kalede bulunan 14 sarnıçtan altısı, eski şapellerden kalma. Yapının göze çarpan bölümleri arasında kale koruganı, duvarlar arası su hendeği, asma köprü, kontrol kulesi ve Sultan İkinci Mahmut’a ait bir tuğra bulunuyor. Kalenin zindan olarak kullanıldığı 19. yüzyılda, surlara bir hamam yapısı eklenerek Osmanlı tarzı mimari karakteri güçlendirilmiş.

1995 yılında Avrupa’da Yılın Müzesi Yarışması’nda “özel övgü” alan Bodrum Sualtı Arkeoloji Müzesi, su altı arkeolojisinde çığır açan pek çok batığa ev sahipliği yapıyor. Bunlardan en önemlisi, dünyanın bilinen en eskisi olarak nitelendirilen Uluburun Batığı. MÖ 14. yüzyıla ait ticaret gemisi, bakır, kalay ve cam külçeleri; amforaları, mücevherleri, boncukları, el aletleri, silahları, terazi ağırlıkları ve seramikleriyle birlikte sergileniyor. Müzenin bir diğer gözdesi ise yaklaşık bin yıllık bir Bizans gemisi olan Serçe Limanı Batığı. 15,6 metre uzunluğundaki bu batık, günlük kullanım eşyalarıyla birlikte ziyaretçilerin ilgisine sunuluyor. 33,5 dönüm genişliğinde bir araziye kurulan kalede, beni en çok etkileyen eserlerden biri de Karyalı Prenses oldu. Bodrum’da hüküm süren Hekatomnos Hanedanı’na mensup olan prenses, kudretli Kral Mausolos’un da küçük kardeşi. Yaklaşık 2 bin 400 yıl önce 40 yaşlarında öldüğü belirlenen prensesin 1989 yılında Bodrum yakınlarında bulunan iskeleti, uzman bir estetik cerrahi ekibi tarafından elbisesine varana kadar yeniden giydirildi. Karyalı prensesi yüz hatlarına kadar canlandıran bu modern tıp başyapıtını mutlaka görün derim.

Ertegun Evi, Turgut Cansever Mimarlık, 1987

Çoktan Unutulan Süngerciler, Denizciler

Müze çıkışı, ayaklarım beni istemsizce çarşıya doğru sürüklüyor. Hızlandırılmış bir Bodrum gezisiyle kültüre ve sanata doymaya başlamış olmalıyım! Yol üzerinde rastladığım Oda – Sadun Boro Evi, 1965 ile 1968 yılları arasında kedileri Miço ile birlikte 10,5 metrelik tekneleriyle dünya turunu tamamlayan ünlü çiftin anılarını yaşatıyor. Birer sanat galerisini anımsatan dükkânlar arasında gezinirken ressam ve seramik sanatçısı Ahmet Hıdır ile tanışıyorum. Bodrum âşığı sanatçı, Cumhuriyet Caddesi’nin 30 yıllık gediklisi. Bana dükkânının üst katındaki resim atölyesini gezdiren Hıdır, “Buradaki hemen her dükkânın bir hikâyesi vardır,” diyor ve anlatmaya başlıyor: “Bugün Bodrum’daki meşhur restoranların hizmet verdiği mekânların çoğu, geçmişte ya bir sünger deposuydu ya da bir denizciler lokali.” İnsanın kalabalıklar arasında kaybolup gitmesini betimleyen eserleriyle dikkat çeken sanatçıya veda edip yeni kültür adreslerinin yolunu tutuyorum.

Tepecik Mahallesi’ndeki Bodrum Mausoleium Anıt Müzesi, antik çağın yedi harikasından birinden geriye kalan temeli ve yapı parçalarını gözler önüne seriyor. MÖ 4. yüzyılda hayatını kaybeden Kral Mausolos’un onuruna inşa edilen mozole, yaklaşık 50 metre yüksekliğindeydi. İnsanlığa “mozole” kavramını hediye eden bu ihtişamlı yapının yerinde bugün yeller esse de kalanları görmek bile insanı etkilemeye yetiyor. Kayalara oyulmuş dikdörtgen bir temel çukuru, Mausolos’un cansız bedeninin gömülmek üzere aşağıya indirildiği batı merdiveni, mezar odasının yeniden yapılandırılmış ana hatları, kırık sütun parçaları ve çeşitli yapı parçaları, burada görebilecekleriniz arasında. Yeri gelmişken gündeme getirelim. Birkaç yıl önce Uluslararası Mausoleum Çalıştayı ile Mausoleium’un orijinal yerinde, birebir ölçekte, hafif metal ve cam malzeme kullanılarak yeniden inşa edilmesini içeren bir proje üzerinde çalışılmıştı. Bodrumlu turizmciler arasında büyük heyecan yaratan bu proje gerçekleştirilse Bodrum’a büyük değer katmaz mı sahi?

Zeki Müren’i Seviniz!

Bu harika rotanın finaline bir Zeki Müren parçası çok yakışmaz mı sizce de? E, zaman buyurun, “Canım Ege’me saygımla geldim,” diyen sanat güneşimizin evine konuk olalım. Kumbahçe Mahallesi sırtlarındaki dünya güzeli bir evde hizmet veren Zeki Müren Sanat Müzesi, Zeki Müren tarafından 1977 yılında satın alınmış. Sanatçının vefatından bir süre sonra müzeye dönüştürülerek Bodrum’un en çok ziyaret edilen yerlerinden biri haline gelmiş. Taştan örülmüş yüksek bahçe duvarının sol ucundaki kapıdan girilen iki katlı evin ön cephesi, deniz manzaralı ve bahçeli bir terasa açılıyor. Türk sanat müziği efsanesinin Buick Regal model antika otomobili de buradaki bir camekânın içinde sergileniyor. Hemen yanı başında ise Müren’in dev heykeli yükseliyor. Eve girişte, sol taraftaki duvarda ünlü sanatçının fotoğrafları ve kendisiyle ilgili yapılmış gazete haberlerinin kupürleri göze çarpıyor.

Sağ taraftaki gişeden müze giriş biletimi aldıktan sonra eve heyecanla adımımı atıyorum. Kapılarından duvarlarına kadar beyazlar içindeki müze ev, Müren’in şaşaalı sahne hayatının ve renkli dünyasının aksine son derece mütevazı bir görünüme sahip. Giriş katındaki oturma odası, sanatçının gazete okuyarak, şiir yazarak ve müzik dinleyerek gününün büyük bir bölümünü geçirdiği yer. Müren, konuklarını burada ağırlar, sanat sohbetleri düzenlermiş. Koltuklar ve gramofon ise sanatçının İstanbul’daki evinden getirilmiş. Odalara yayılan Zeki Müren şarkıları, mekânın nostaljik ruhunu derinleştiriyor. Evdeki nazar boncuklarının çokluğu, sanatçının kem gözlerden uzak kalma arzusunun bir göstergesi.

Mekânın detaylarına hayran olarak müzenin diğer bölümlerine doğru ilerliyorum. Dar bir döner merdivenin ucu, ikinci kata bağlanıyor. Müzenin bu bölümünde sanatçının kullandığı eşyalar, giysiler, sahne kostümleri, gözlükler, gümüş işleri, makyaj malzemeleri, ses kayıt cihazları ve plaklar arasında gezinirken, gözüm mektup zarflarıyla dolu bir vitrine takılıyor. Sanatçıya, Türkiye’nin ve dünyanın dört bir yanından hayranlarının gönderdiği yüzlerce mektubun zarflarının çoğunun üzerinde sadece şu isim ve adres yazıyor: Zeki Müren – Bodrum. “Onu Bodrum’da herkes tanıyordu ve mektupları kaybolmuyordu herhalde,” diye geçiriyorum içimden. Sanatçının ilk gençlik yıllarından itibaren yaptığı onlarca soyut resmi incelerken, Müren’in aynı zamanda yetenekli bir ressam olduğunu fark ediyorum. Sahnelerin güçlü sesinin duvarları süsleyen siyah – beyaz fotoğraflarına bakarak çıkışa doğru ilerlerken Arkadaş Zekai Özger’in sözünü mırıldanmadan edemiyorum: “Zeki Müren’i seviniz!”

Previous Story

Bodrum Sergileri

Next Story

Talat Kırış’la Derya Deniz, Bodrum, Edebiyat, Sanat…

0 0,00
02_ArtDog_CD_Logo_RGB_Black

BÜLTEN

Türkiye ve dünyadan haftalık kültür-sanat haberleri, inceleme yazıları, sergiler ve etkinlikleri takip et.

Bülten aboneliğinde ArtDog Istanbul’un gizlilik sözleşmesini kabul etmiş olursunuz.