Genç sinemacı ve akademisyen Berkay Şatır’ın kendi anılarından ve büyüdüğü çevreden ilham alarak yola çıktığı, yıllara yayılan bir çalışmanın ürünü olarak yolculuğuna devam eden ilk filmi “Bakırköy Underground”, bir dönemin ‘kurtuluş yeri’ Bakırköy’ün yeraltı kültürüne kişisel bir pencereden ışık tutarken ‘90’lı yıllardan 2000’lere dek uzanan tarifsiz bir müzik deneyimi sunuyor. Prömiyerini 15. Documentarist İstanbul Belgesel Günleri’nde gerçekleştirdikten sonra Müze Gazhane’nin Müzik Belgeselleri II ve Başka Sinema’nın Evde Festival seçkilerinde yer alan film, son olarak Adana Altın Koza Film Festivali’nde Ulusal Belgesel Yarışması kategorisinde seyirciyle buluştu.
- Hikâyenin en başında sizi Bakırköy’ün yeraltı hayatını anlatmaya teşvik eden ve yıllar boyu filmle bağınızı canlı tutan motivasyon neydi?
Büyüme çağındaki çocukların tutuldukları ergenlik tutkularının bendeki yansıması sinema ve müzik oldu. Önce müzik geldi, çevremin de etkisiyle rock ve metal müzikle tanıştım. Sonra ise filmler geldi. Zamanla alt sokağımdaki korsan CD’cinin kapısını arşınlayarak kendi izleyiciliğimi şekillendirmeye başladım. Açıkçası ben korsan CD’cilerin ve erken dönem torrent teknolojisinin yetiştirdiği bir izleyiciyim, çünkü en çeşitli içeriğe en ucuz şekilde böyle erişebiliyorduk. Bu dönemde izlediğim korsan filmlerden biriyse Fatih Akın’ın İstanbul Hatırası: Köprüyü Geçmek (2005) filmiydi. Müzik ve sinemayla ilgilenerek büyüyen 14 yaşındaki bir çocuğun tüm heveslerini karşılayan bir müzik belgeseli. Akın, bu filmde gerçekten film yapmayı kolay gösteriyor. Ben de 14 yaşında bir çocuk olarak “Bunu ben de yaparım!” diye düşünerek zar zor bir video kamera edindim ve etrafımdaki metalcilerle Bakırköy ve metal müzik hakkında röportaj yaparak işe başladım. O dönemde kurgu yapmayı doğru düzgün bilmediğim ve bilgisayarım kurgu programlarını da çalıştırmadığı için, film projesini o dönemde asla gerçekleştiremedim. 2018 yılında Galatasaray Üniversitesi’nden mezun olmaya çalışırken bu 10 yıllık görüntüleri yeniden ele aldım ve Bakırköy Underground’ı geliştirmeye başladım. Filmin bir versiyonuyla mezun olduktan birkaç yıl sonra 2021’de Berfin Altınışık ve Çağla Aslan’la birlikte film üzerine çalışmaya başladık. Bugünkü hâliyle Bakırköy Underground, 1990’lardan arşiv görüntüleri, 2008’de çocukken çektiğim görüntüler ve 2010’ların sonunda çektiğim güncel görüntüler arasında karşılaştırmalı bir anlatı sunan bir müzik belgeseli.
- Filmde yer alan müzisyenlerden ya da dönemin Bakırköy müdavimlerinden filmi izlemeye gelen oldu mu? Eğer olduysa nasıl tepkiler aldınız?
İstanbul Belgesel Günleri’nde gerçekleştirdiğimiz gösterimde tüm salon doluydu ve filmi duyan birçok eski-yeni Bakırköylü de gösterime katılmıştı. Dopdolu bir salonda ilk gösterimi gerçekleştirmenin keyfi zaten muazzamken filmin anlattığı tarihle temasta bulunmuş kişilerin de orada olması ekstradan bir heyecan katıyor elbette. İlk gösterime eski Bakırköy metal tayfasından kişiler ve Bakırköy sahnesi için en önemli müzisyenlerden biri olan Tanju Can da katıldı. Tanju Can, hem 2008’de yaptığım röportajındaki hâliyle hem de 2019’da Dorock Beyoğlu’nda verdiği Asafated konseriyle hem de 1990’lardan arşiv görüntüleri aracılığıyla filmde yer alıyor. Tanju’yu perdede izledikten sonra soru-cevap kısmında kalkıp sorulara cevap vermesi gösterime dair en güzel anlardan biriydi. Filmin yansıttığı Tanju’nun gerçekliğiyle bütünleştiği bir an oldu. Bunun yanı sıra yine aynı gösterimden önce filmle ilgili genç bir izleyicinin bana Neoplast’ın ‘90’lardaki Interstar röportajının filmde olup olmadığını sorması çok değerli bir detaydı. Gazhane’deki gösterimde Bakırköy’de 2007-2010 arasında açık kalmış ufacık ama çok önemli bir kafe olan Raven Kafe’nin filmde olmasına şaşıran kişileri görmek beni de şaşırttı. Adana’da ise Adanalı genç metalcilerin film çıkışı beni bulup konuşmak istemesi muhteşem bir andı. Filmimin sadece kendi özneleri tarafından değil bu kültürün farklı yansımalarıyla temasta olmuş kişiler tarafından da ilgi görüyor olması müthiş bir duygu.
- “Bakırköy Underground”ın hem seyirciden hem de eleştirmenlerden aldığı olumlu reaksiyonları göz önüne alırsak çok yüksek bütçelere sahip olmadan da iyi bir sinemanın mümkün olduğunu söyleyebilir miyiz? Düşük bütçeyle film yapma deneyimi size neler kazandırdı?
Bütçesiz film yapmak öncelikle sabretmeyi öğretti. Sonrasında ise film yapma pratiğinin birçok farklı alanında teknik ve estetik anlamda yetkinleşme zorunluluğunu getirdi. Sadece yönetmenlik yapıp direktif vermek değil ancak kamerayı kullanmak, kurgu yapmak, ses mikslemek, renk düzenlemek, arşivlerle ve telif haklarıyla ilgilenmek ve daha birçok farklı şey. Her zaman bana destek olan dostlarım ve ekip arkadaşlarım vardı ancak ortak çalışma düzeninin dayanağı kaşe değil de gönül bağı olduğu için, insanlardan bir şeyleri bir noktaya kadar rica edebildim elbette. Bakırköy Underground çok uzun sürede ortaya çıkmış ve çok kişisel bir anlatıya sahip. Filmi yaparken gerçekten büyüdüğümü ve geliştiğimi söyleyebilirim. Tüm bu ortaya çıkma süresince öğrendiğim yeni bilgi ve teknikleri filme aktardım. Benim için bu film yeni bilgilerimi test ettiğim-uygulamaya geçirdiğim bir deneme tahtası işlevi gördü. Toplam maliyeti 1000 lirayı bile bulmayan bir filmin beğenilmesi ise işin bambaşka bir boyutu. Film yapmak için müthiş profesyonel ekipmanlara, geniş ekiplere, cilalanmış bir görüntüye ve şirketlere ihtiyaç olmadığını kanıtlayan bir deneyim oldu tüm bu süreç. Kendi laptopumda kurguladığım, DCP kopyasını dahi kendim yaptığım bir filmin Türkiye’nin en önemli ulusal festivallerinden biri olan Adana Altın Koza Film Festivali’nde finalist olması benim için dahi oldukça şaşırtıcıydı ve öğreticiydi.
- Müziğin filmde oldukça büyük bir rolü olduğunu söylemek yanlış olmaz. Bu noktada müziğin kültürel bellekle, mekânla ve insanlar kurduğu ilişkiyi filmin biçimsel tercihlerinde görmek mümkün mü?
Bakırköy Underground çok tempolu bir müziğin etrafında oluşmuş bir alt kültürü konu alıyor. Alışkanlıktan sürekli metal deyip duruyorum ancak Bakırköy’ün orijinal sesi hardcore’a çok daha yakın. Bunun dışında güncel çekimlerde birçok prova çekimi de mevcut, buralarda da genelde rock/metal çalındığını duyuyoruz. Tüm bu gürültülü müzikler filmin biçiminde de kendine yer buluyor ve filmin biçimi içeriğiyle uyum gösteriyor. Anlatılan, sert ve kirli bir kültür. Sokakların, gürültünün, yıkılıp yeniden yapılan şehrin, kaybolan bir alt kültürün ve büyüyen bir gençliğin serimini yapıyor film. Bu konuları bir stüdyo ortamında konuşan kafa röportajları aracılığıyla değil; doğal mekânlarda, barların önlerinde, dövme ve prova stüdyolarında, sokaklarda yapılan röportajlarla ve yoğun arşiv kullanımıyla sunmak bana çok daha heyecan verici geliyor. Bahsettiğimiz kültürel bellek ile temasın ancak bu tarz mekânla temas eden çekimler aracılığıyla verilmesi mümkün. Filmin uzunluğunun (ya da kısalığının) dahi kendimce böyle bir cevabı var. Bakırköy Underground, 30 dakikalık bir film. Hardcore ve metal müzikle bezeli bir kültürü anlatan bir film 60 dakika olmamalı. Uzun uzadıya bir konuyu derinlemesine tartışmaktansa, şoke eden bir tempoyla 30 dakikada kaybolmuş bir kültürün retrospektifini yapması daha etkili bir anlatım biçimi gibi geliyor bana.
- “Bakırköy Underground”ı kurmaca filmden ayıran ve konvansiyonel anlamıyla bir belgesel yapan unsurlar nelerdir? Bir yanda belgesel sinemanın gerçeğin peşinde koştuğunu savunan, öbür yanda da kayda alınan görüntünün gerçeği yansıtamayacağını iddia eden keskin tartışmaların odağında siz nerede duruyorsunuz?
Belgesel ve kurmaca arasındaki fark çok daha suni ve tüketim tercihlerini kolaylaştırmaya yönelik bir sınıflandırma olarak geliyor bana. Kurmaca sinema da belgesel sinema da insanla haşır neşir türler. Kurmacada bir bireyin, bir karakterin sınırları içerisinde -mış gibi yaptığını izlerken, belgeselde ise bir bireyin kendisinin bir hâlini -mış gibi yaparken görüyoruz. En nihayetinde bu tartışmada kameranın gerçeği yansıtamayacağını savunan tarafa daha yakın duruyorum. Sadece kamera da değil, kurgu da bir o kadar bozan bir şey. Sinema, özellikle de sözüm ona belgesel sinema, bana biraz kübist resmi anımsatıyor. Kamera bir öznenin birçok görünüşünü topluyor ve kurgu bu görünüşleri bir görüntü düzleminde bir araya getiriyor. Görünüşlerin bir araya getirilmesiyle ortaya çıkan anlatı, gerçekçiden daha çok stilistik ve hiper-gerçekçi geliyor bana. Yani bir etki yaratmak için kameranın ve diğer sinemasal enstrümanların araçsallaştırılması söz konusu. Araçların da bir estetik güdü ile yönetmen ve pratisyenler tarafından kullanılması aslında ‘gerçekçi bir belgelemenin’ çok dışına çıkartıyor olayı. Bakırköy Underground’ın kültürel mirasımıza eklemlenen bilgilendirici bir tarafı elbette var ancak öte yandan benim anlattığım gibi bir Bakırköy yok aslında. Benim filmim, Bakırköy semtinin farklı 10 yıllardan iz düşümlerini bir potada eritiyor ve öyle sunuyor. Hem de şok etmek, heyecanlandırmak ve 30 dakikalık bir filmi 15 dakika gibi hissettirmek gayeleri güden çok hızlı ve katmanlar arasında sürekli atlayan bir kurguyla. Bakırköy Underground, gerçekçiden çok stilistik bir bakış içeriyor.