Bağımsız sanatçı olmanın tanımı üstünde bundan önceki söyleşilerde çokça durduk. Size bu tanımın anlamını değil size hissettirdiklerini sormak istiyorum. İlk neler geliyor aklınıza bağımsız sanatçı denince.
Aklıma ilk gelen, hep etkileşim içinde üretmek, bağımsız sanatçı olmaktan çok bu tanımlıyor beni. Onur Haftası sergilerinde yer almamın sebebi de buydu aslında. Tek başıma sergi açmak hiç aklımda olmamıştı. İlhan Sayın’ın Sınır/sız sergisine daveti ile ilk solo sergimi açtım ve bu benim için bir dönüm noktası oldu. Bu sergide de Ozan Ünlükoç, Metin Akdemir ve Depo ekibi sayesinde hep beraberliği ve güveni hissettim. Seçilmiş ailem hâlâ benim kendime güvenmemi ve dolayısıyla bağımsız olmamı sağlıyor. Üretim sürecinde yalnız olsam bile kendimizden çok gördüklerimizden ve etkilendiklerimizden bahsettiğimiz geniş bir topluluğun parçası olarak yaşıyor ve üretiyorum.
Galerilerle temasınız oldu mu yoksa bağımsızlık sizin için önceden verilmiş bir karar mıydı?
Kendimi bildim bileli farklı işlerde yarı zamanlı çalışıyorum ve yaklaşık on yıldır da bir vakıfta göçmenlerle çalışmaktayım. Tek geçim kaynağımın sanat üretimim olmaması, bir galeriyle çalışma aciliyetini ortadan kaldırıyor.
“Benim Bağımsızlığım Örgütlendiğim İnsanlara Bağımlı Olmamla İlgili”
Birkaç galeriyle çalışma deneyimim ve uzun soluklu iş birliklerim oldu elbette. İleride de birlikte çalışma açısından beni heyecanlandıran galeriler var ama mekândan bağımsız olarak bazı küratörlerle çalışma fikri çok daha fazla heyecan verici. Aslında benim bağımsızlığım, sanırım seçtiğim ve örgütlendiğim insanlara bağımlı olmamla ilgili.
Kuir sanatın Türkiye sanat ortamındaki temsili hakkında ne düşünüyorsunuz? Bilmiyorum bu tespite katılır mısınız ama kuir sanatçıların çoklukla bağımsız olduğunu görüyoruz. Sizce bu bir tesadüf mü nedenleri var mı?
“Egzotik Meyveler Olarak Servis Ediliyoruz”
Sanat ortamı son derece özgürlükçü gibi görünse de kuir eksende işler üreten biz sanatçılar çoğu zaman egzotik meyveler olarak servis ediliyoruz. Bir yandan kendi imkânlarımızla var olmaya çalışırken diğer yandan bir tür pink washing örneği olarak toplumsal olaylarda ya da Onur Haftası zamanı geldiğinde sahipleniliyormuşuz gibi davranılıyor. Bu da gerçek bir çokseslilikten ziyade bir iç rahatlatma pratiğine dönüşebiliyor.
Öte yandan içinde bulunduğum Sınır/sız İnisiyatifi gibi bağımsız yapıların düzenlediği Onur Haftası sergileri sanat dünyasında önemli bir etki yarattı. Bu bağımsız inisiyatiflerin etkisiyle son yıllarda benzeri sergileri bazı galerilerde de görebildik, yoksa kimsenin aklına ‘Acaba kuir sanatçılar ne üretiyor?’ diye sormak gelmezdi herhalde.
Bir sanat işinizin yolculuğunu ele alırsak; ortaya çıkışı, görünür kılınması, sergilenmesi ve koleksiyonerle buluşması süreci nasıl gerçekleşiyor?
Üretim sürecim bir his ya da fikirle başlıyor. Konuyla ilgili beni besleyebilecek bazı okumalar yaptıktan sonra uzun bir süre uzanıp tavana bakıyorum. Hazır olduğumu hissettiğimde ya da son teslim tarihim yaklaşıp panik tüm vücudumu sardığında kolları sıvayıp üretimime başlıyorum. Hiç eskiz yapmıyorum çünkü ben de ortaya çıkacak şeyin ne olduğunu bilmiyorum. Malzemelerimi belirledikten sonra üretim süreci adeta onlarla aramda bir diyaloğa dönüşüyor. Çoğu zaman malzemeler beni yönlendiriyor diyebilirim. Üretim aşaması acılı bir meditasyona benziyor ama bundan şikayetçi değilim çünkü sürecin belirsizliği ve rahatsızlığı, planlı yaklaşımlarla asla ulaşamayacağım keşiflere yol açıyor.
Sergileme, yolculuğun en sevdiğim kısmı. İşlerin farklı mekânlarda nasıl dönüştüğünü, mimari ve ışıkla nasıl ilişkiler kurduğunu ve en önemlisi izleyicilerle nasıl karşılaştığını görmek adeta işin bir anda uykudan uyanması gibi benim için. Elbette işlerimin koleksiyonlarda yer alması beni sevindiriyor ancak ben daha çok işin mahrem stüdyo pratiğinden kamusal alana uzanan yolculuğuna odaklanıyorum. Önceliğim o ilk sessiz düşünme anlarından başlayıp işin izleyiciyle buluşmasına kadar olan sürecin bütünlüğünü koruyabilmek.