Hasan Kayıplar, bu projede, “göçün hem bireysel hem de kolektif hafıza üzerindeki etkilerini” sorguluyor.
Kayıplar şöyle anlatıyor yola çıkış noktasını: “Nasıl ki maddeler belirli bir sıcaklıkta eriyip formlarını değiştiriyorsa, göç de geçmişe dair anılarımızı zamanla eritiyor, silikleştiriyor ve dönüştürüyor. Bu fikirden yola çıkarak, kendi göç deneyimlerimi merkeze alan auto-etnografik bir yaklaşım benimsedim. Kendi hikâyemi bir araç olarak kullanarak daha büyük bir toplumsal ve politik hafıza alanını anlamaya çalıştım.”

Yerleştirme, video art, dijital kolajlar ve ailesine ait fotoğraflar ve objeler gibi farklı malzeme ve yöntemler kullandığı sergi alanının girişinde yer alan karanlık odada, üst üste dizilmiş televizyonlardan sadece ortadaki bir video gösteriyor; diğerleri ise sadece parazit yayıyor. Bu kurgu, hatırladığımız anıların ne kadar parçalı ve kesintili olabildiğini yansıtıyor. Ardından gelen hafıza koridorunda, aile üyelerine ait şeffaf fotoğraflar yer alıyor. Bu fotoğrafların geçirgenliği, anıların zamanla ne kadar silikleştiğini sembolize ediyor.

Babasının çocukluğundan kalma bir beşik ve yatakla oluşturduğu iki yerleştirme ise hem kişisel hafızayı hem de göçün kuşaktan kuşağa aktarılan etkilerini görünür kılıyor. Özellikle yatağın üzerine yerleştirdiği cam plakalar üzerindeki figürlerin yüzlerini elleriyle kapatması, babamın göç sırasında yaşadığı korkunun bir ifadesi. Tül üzerine mürekkeple çizdiği figürler oldukça silik. Tülün kendisi gibi, göç sırasında yaşanan duyguların da kırılgan ve hızla kaybolan bir yapıya sahip olduğunu vurguluyor.

Son bölümde ise, 1963-1974 yılları arasında Kıbrıs’ta yayımlanmış gazete kupürlerini sergileniyor. Sayfaların ortasında sürekli tekrarlanan bir baba-çocuk figürü var. Bu bölümde politik bir mesaj vermekten ziyade, bu tarihsel olayların ailesi üzerindeki duygusal etkilerine dikkat çekmek istemiş genç sanatçı. Kayıplar: “Projemde Maurice Halbwachs’ın kolektif hafıza kuramından, Deleuze ve Guattari’nin deterritorializasyon (yurtsuzlaşma) kavramından ve Christian Boltanski ile Joseph Beuys gibi sanatçıların hafıza ve travma temalı işlerinden ilham aldım. Sonuç olarak bu proje, sadece benim kişisel hafızamı değil, aynı zamanda göçle şekillenmiş kolektif bir hafıza alanını da görünür kılmayı amaçlıyor. İzleyiciyi, hatırladıklarımız kadar unuttuklarımız ve susturduklarımız üzerine de düşünmeye davet ediyorum” diyor.
